• 15 Aralık 2017
  • Yevgeniya Kulandina
  • 0
Paylaş

İnsanoğlunun rasyonel etkinliklerinin bilimsel bilgi üretimine yansımasını rahatça görebiliriz. Bilim tarihi boyunca ne kadar çok yol kat ettiğimizi ölçebilmek için bilimsel aktivite sırasında kullandığımız teorik aletlerin ne kadar kapsayıcı olduğuna bakabiliriz. Örnek olarak Ptolemy’nin teorisindeki hangi aletlerin Kopernik devrimi sonrasında bile kullanıldığını, Newton’daki hangi kısımların Einstein’ın teorisinde korunduğunu, Öklid teorisinden Öklid dışı geometrilere geçişin nasıl olanaklı hale geldiğini inceleyebiliriz. Fakat tam da bu noktada bilim felsefesindeki en kritik soruyu sorabiliriz: Eğer bilimsel bilgiyi ‘objektif’, ‘rasyonel’, ‘güvenilir’ olarak kabul edersek ve aynı zamanda bilimde kabul ettiğimiz teorilerin belirli zamanlarda yanlışlanıp değiştiğini de gözlemleyebiliyorsak, bilimi nasıl ‘objektif’ olarak tanımlarız? Diğer bir deyişle, bilimsel bilgilerimiz hatasız olarak dış dünyaya dair bir ‘gerçeklik’ sunmuyorsa, bilime nasıl güvenebiliriz?

Bu sorularla ortaya çıkan problemin çözümü, bilim felsefesindeki çeşitli değerlendirme yöntemlerinin geliştirilmesine yol açmıştır. Mesela, realist görüş bilimsel teorilerin değişimini kabul eder, ancak bilimin bu kadar gelişerek değişmesi sonucunda çok sayıda yeni keşiflere yol açmasının mucize olmadığının da altını çizer. Bilimsel teorilerin birikimsel ve dolayısıyla güvenilir olduğunu savunur. Ona karşı çıkan enstrümantalist görüş ise bilimsel teorilerin birer alet olduğunu, fonksiyonel oldukları sürece onlara ‘gerçeklik’ niteliği kazandırılmasına gerek olmadan da bilim insanları tarafından kullanabildiğini savunur. Fakat yöntembilimin tarihini incelediğimizde, 20. Yüzyılın başında ortaya çıkan ve sonrasındaki dönemde bilim felsefesi içerisinde pek çok görüşü etkileyen bir bakış açısı görürüz. Bu bakış açısı, 1920’lerde Viyana’da çalışan bilim insanları ve felsefeciler tarafından öne sürüldüğü için “Viyana Çevresi” olarak tarihe geçmiştir. Bu yazıda, Viyana Çevresi’nin bilim ve felsefeseye genel bakışını ve bu görüşün neden “radikal” bir dönüşüm olarak nitelendirildiğini açıklamaya çalışacağım.

Viyana Çevresi, 1929 yılında “Manifesto” broşürünün yayınlanmasıyla resmi olarak kendisini dünyaya tanıtmış olsa da, doğuşu birkaç sene öncesinde gerçekleşmiştir. Viyana Çevresi, Viyana’da 1924 yılında Moritz Schlick tarafından kurulan bir “tartışma grubu” olarak hayatına başlamıştır. O tarihlerde Viyana, liberal akımının meyvesi olan eğitim anlayışını inşa edebilmiş, pek çok ‘yenilikçi’ bilim adamı ve felsefeci yetiştirmeye başarmıştır (örneğin, Ernst Mach). Bu aydın adamların çoğu Schlick’in kurduğu tartışma grubuna katılıyordu (Hans Hahn, Olga Hahn, Rudolf Carnap, Otto Neurath, Philipp Frank ve diğerleri – detaylar için bakınız: Neurath, 1973: 318). Tartışma konuları arasında bilimdeki son gelişmeler ve felsefenin bu gelişmelerin nasıl olup da epeyce gerisinde kaldığı önemli bir yer tutuyordu. O dönemdeki bilimsel keşifler, bilimin pek çok dalında ‘devrimler’ yaratmıştı. İlk olarak, geometrideki keşiflere işaret etmeliyiz. 19. Yüzyılın sonlarına doğru Öklid dışı geometrilerin (Lobachevsky-Bolyai-Gauss tarafından geliştirilen hiperbolik geometri, Riemann tarafından geliştirilen eliptik geometri) Öklid geometrisi kadar tutarlı olduğu ispatlanmıştı. Öbür taraftan, Bertrand Russell ve Alfred Whitehead tarafından gerçekleştirilen mantık bilimindeki gelişmeler, yeni bir mantık (set teorisi) ve buna bağlı yeni bir matematiğin de olanağını tanımıştır. Son olarak, Einstein’in geliştirdiği genel izafiyet teorisinin de fizikteki devrime yine bu dönemde yol açtığını belirtmek gerekiyor.

Bu keşifler döneminde, bilim felsefesi içerisinde de bir değişimin yaşanması kaçınılmazdı. O sıralar Immanuel Kant’ın ‘sentetik apriori’ kavramı üzerine kurulmuş değerlendirme yöntemleri popülerdi. Ancak Öklid geometrisi ve Newton fiziğini temel alarak yola çıktıkları için, zamanla bu tarz görüşler bahsettiğimiz bilimsel gelişmelerin gölgesinde kaldı. Viyana Çevresi, Ludwig Wittgenstein’in Tractatus eserinden, Ernst Mach’ın empirisizm görüşünden, ayrıca Pierre Duhem ve Henri Poincaré felsefesinden esinlenmiştir. Böylece de yeni, daha doğrusu yenilikçi bir biçimde bilimle felsefe arasındaki boşluğu dolduracak bir bakış açısı geliştirmişlerdir. Bu bakış açısı, “aydınlanmanın özünü” (“Spirit of Enlightenment” – Neurath, 1973: 301) benimseyerek metafizikten tamamen arındırılarak sadece deneyime dayanacaktı. Kısacası, Viyana Çevresi metafiziği ve metafizik üzerine kurulmuş herhangi bir felsefeyi ret etmişti. Biz bunu empirisizmin “radikal” dönüşüm noktası olarak da değerlendirebiliriz. Viyana Çevresi üyelerinin görüşleri ayrıntılarda ne kadar farklı olsa da, bu dönüşümde hemfikirlerdi.

Peki, bu radikal bakış açısı nedir? Viyana Çevresi bu bakışı nasıl tanımlamıştı? Genel bir tanım vermek istiyorsak, Viyana Çevresi’nin derdini anlamamız gerekiyor. Bu dert, bilimdeki gelişmeleri kapsayacak ama aynı zamanda bilimin güvenirliğini açıklayacak bir yöntem tasarlamaktı. Çözümü, felsefeyi herhangi bir şekilde anlamsız veya metafizik ifadeden arındırmaktan geçiyordu. Başka bir ifadeyle, felsefi arındırma sürecini bir “dilbilimsel dönüş” (“linguistic turn”) aracılığıyla gerçekleştirmemiz gerekiyor. Viyana Çevresi’ne göre, bilimsel kavrayışımızın temel amacı; birleştirilmiş bilim (“unified science”) olmalıdır. Birleştirilmiş bilime bilimsel toplumun “ortak çabası”nın inşasıyla ulaşabiliriz. Bunun için ise bilgiyi salt deneyimden çıkartmamıza yarayan “mantıksal analiz” aletini kullanmalıyız. Daha da açıklayıcı bir anlatıma başvurmak gerekirse, mantıksal analiz yardımıyla felsefi ifadeleri, “deneysel veriler hakkındaki en basit ifadelere indirgeme sonucunda” (Neurath, 1973: 306 – 7, çeviri bana ait) anlamlı ve anlamsız olarak ikiye ayırabiliriz. Burada anlamlı ifadeler derken en basit haliyle, ‘Nicole, 12 Aralık 2017 tarihinde, saat 16:13’te ÖDTÜ Matematik Bölümündeki M06 dersliğinde bir kahverengi masa gözlemlemiştir” şeklindeki  “protokol ifadeler” veya “protokol raporlar” kast ediliyor.

Özetlemek gerekirse, metafizik, yani bir şekliyle dogmatik bir anlayışla temellendirilmiş görüşler (felsefi dogmalar, din, etik, vb.), Viyana Çevresi’ nin yöntemine göre anlamsız olarak nitelendiriliyordu. Mesela, “Tanrı mutlak, tek ve ölümsüzdür” veya “Sentetik apriori yargılar vardır” gibi ifadelerin aslında dış dünyada bir şeye tekabül etmediğini, “boş” olduğunu mantık analizini kullanarak görebiliriz. Kısacası, Viyana Çevresi’nin “radikal” dönüşümünü, birleştirilmiş bilimi hedefleyerek, yani empirisizmi mantıksal analiz çerçevesinde inşa ederek gerçekleştirebiliriz. Bu sebeple bahsedilen görüşe “mantıksal empirisizm” veya “mantıksal pozitivizm” adı verilmektedir.

Sonuç olarak, Viyana Çevresi’nin anti-metafizik görüşünün höristik faydalarının yanı sıra bazı sıkıntıları da mevcut. Evet, değerlendirme yöntemlerimizi dogmatik, “gerici” bileşenlerden ayırarak daha dinamik ve bilimsel aktiviteleri anlama odaklı bir bakış açısını elde edebiliriz. Fakat mantıksal analizin, yani en basit deneysel ifadelere indirgeme işlemi bana göre sıkıntılıdır. İndirgeme işlemi soyut teorik terimlere uygulanabilir mi? Mesela, “ışık, elektromanyetik dalgadır” ifadesi, mantıksal analiz aracılığıyla “protokol” seviyesine indirgenebilir mi? Ayrıca, “en basit”in hangi seviye olduğunu belirlememiz de büyük bir mesele gibi gözüküyor. En önemli sıkıntı ise, soyut teorik terimlerin metafiziksel bir yana sahip olup olmamasına dair belirsizliktir. Bu terimlerin nesnel olarak bilgi taşıyıcı şeklinde nitelendirilmesine rağmen bilim insanları tarafından icat edilmesindeki (bizim anlam yüklememiz, bizim tarafımızdan “anlamlı” kılınması) ve de teori değişimleri sırasında ilk olarak onların geçersiz sayılmasındaki çelişkinin Viyana Çevresi tarafından açıklanamadığını düşünüyorum. Yine de, ne kadar unutulmuş ve önemsiz sayılsa da, mantıksal pozitivist görüşün sonradan gelen çoğu bilim felsefecisini etkisi altında bıraktığına inanıyorum.

Kaynakça:

Neurath, O. (1973). The Scientific Conception of the World: The Vienna Circle (together with Carnap, R. & Hahn, H.), in Neurath, M. and Cohen, Robert S. (eds.): Empiricism and Sociology, pp. 299 – 318.
Stadler, F. (2007). The Vienna Circle: Context, Profile and Development. In Richardson, A. and Uebel, T.E. (eds.): The Cambridge Companion to Logical Empiricism, pp. 13 – 40. New York: Cambridge University Press.
Uebel, T. (2014) Vienna Circle, in Edward N. Zalta (ed.): The Stanford Encyclopedia of Philosophy. URL = <http://plato.stanford.edu/archives/spr2014/entries/vienna-circle/>.

Yazar: Yevgeniya Kulandina

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş

Yevgeniya Kulandina

2004 yılında lise öğrenimini tamamladıktan sonra lisans eğitimi için Kazakistan'dan Türkiye’ye geldi. ODTÜ Felsefe bölümündeki yolculuğu o zaman başladı. Halen aynı bölümde, bilim felsefesi dalında Doktora çalışmalarını sürdürmektedir. Evli ve yemek pişirme meraklısıdır. Düzenli olarak dünya mutfaklarını araştırıp değişik yemekler yapar. Mutfağında şef bıçağı, büyük kesme tahtası ve bin çeşit baharat bulunur.