• 23 Ocak 2018
  • Aziz Ardıç
  • 0
Paylaş

Walter BenjaminKendi Başına Dil ve İnsan Dili Üzerine denemesine “İnsanın tinsel yaşamının her dışavurumu bir dil olarak kavranabilir” cümlesiyle başlar. Daha ilk cümleden kavramları yerli yerine oturtmaya çalışmakla beraber, denemesinin dikkatli okunması gerektiğine dair okuyucuyu uyarır. Burada iki önemli nokta vardır. Birincisi, insanın tinsel bir yaşamının bulunduğu kabulüdür. İkincisi ise buradaki dilin, insanın konuşma dili olmadığıdır. Benjamin, müziğin yahut heykelin -yani sanatın, tekniğin, hukukun veya dinin de tinsel bir içeriği olduğunu düşünür ve bu tinsel içeriğin dışavurumu ya da aktarımına dil der. Daha sonra anlaşılıyor ki Benjamin burada “insan dili”nden söz etmektedir. Başlı başına “dil” ise varoluşsal bakımdan canlı ve cansız olmak üzere her şeyi kapsar. Çünkü ona göre her şeyin bir tinsel içeriği vardır ve bunun iletimi her şeyin özünde bulunur. Fakat buradaki “şey” görünürde olan ya da gerçekte olan şeydir, bir idea değildir. Belki de daha önemlisi, her şey aynı ölçüde kendinin tinsel içeriğini iletmez. O şey, tinsel içeriğini ilettiği ölçüde dil olarak anlaşılabilir.

Spesifik insan dillerine gelirsek eğer, örneğin Türkçe’de şeyleri ifade edebildiğimiz ölçüde dilden söz edemeyiz, yalnızca kendisini bu dille ileten şeylerin dolaysız bir şekilde dışavurumundan söz edebiliriz. Yani biz çiçeğe “çiçek” dediğimiz için çiçek olmuyor, aksine çiçek bize tinsel özünü sunduğu için biz ona “çiçek” diyoruz. Kaldı ki bize kendini sunmayan tinsel özleri adlandırmamız bu noktada Benjamin için olanaksız. Çiçeğin tinsel özü “çiçek”ten bağımsız değildir. Bu bakımdan dil kendisine karşılık gelen olguyu değil kendisine karşılık gelen tinsel özü iletir ve biz dil aracılığıyla onu iletmiyoruz, çiçek tinsel özünü dilin içinde iletiyor. Yine, dili aracılığıyla kendini iletmek ile dili konuşmak arasında bir ayrım vardır. Tinsel öz ile dilsel özün özdeşliği, onun iletilebilir olduğu ölçüde kurulur. Fakat bu “şey”lere özgüdür, idealara özgü değil. Dilsel özün tinsel özü ilettiğine ve bu ikisinin özdeş olduğuna dair öncüllerden, dilin kendini ilettiği sonucunu çıkarırız. Benjamin burada lamba örneğini verir. “Lamba” lambayı değil, dil-lambayı, dışavurulan lambayı iletir. Lamba bize kendini ilettiği kadar “lamba”dır. “Lamba” kesinlikle lambanın kendisi değildir. Lambanın “lamba” olması –dır/dir ekine bağlıdır. Onun özü dilde iletildiği kadardır. O halde şeyin varlık mekanı dildir. Fakat insan da bir şey olduğundan insanın da tinsel özü dilidir. İnsan da kendi dilini kullanarak tinsel özünü dilde iletir. Bu özler sözcüklerde iletilir. Sözcükler de, insan ve tüm diğer şeylerin özü insanın adlandırmasıyla iletir. Eğer insan dilleri dışında adlandırma yetisine sahip başka dil bilmiyorsak; insanın adlandırıcı dili, dille özdeştir. Sonuç olarak şeyleri adlandırmak, insanın dilsel özüdür. Şeyler kendini adlandırma yetisi sayesinde insana, insan da kendini onları adlandırmakla kendini Tanrı’ya iletir (Benjamin, 2001: 168-169).

Tam bu noktada çok dikkat etmemiz gerekiyor. Benjamin’e göre kendini iletenin bir “şey” olması gerekirdi, idea değil. İletilenin “şey” olduğunu söylememişti. Yani burada dikkat etmemiz gereken Benjamin’in bir Tanrı kanıtlamasına gitmediğini bilmektir. Tüm doğa kendini dilde ilettiği ölçüde -yani bir ad olduğu ölçüde- “doğa” iken, insanın tinsel özü insanın dilinden bağımsız kendi başına dildir. Tüm doğa kendisini ilettiği ölçüde dilde, yani son tahlilde insanda iletir. İşte, Benjamin’in buradan vardığı sonuç şudur: insan şeyleri adlandırabilir ve doğanın efendisidir. Biz, bir şeyin bilgisine sahip olmak istiyorsak onun “ad“ına bakmalıyız. Eğer Tanrı “yaratan” ise ve insan adlandırma eylemine sahipse, kendi başına dilin dile geldiği insan dilinin adlandırmasıyla Tanrı yaratısı tamamlanır. Burada Benjamin bağlamında fakat ondan bağımsız bir yorum eklersek, Tanrı’nın yaratısı insanın adlandırdığı ölçüde vardır. Bu durumda Tanrı kendini insanda açığa çıkarır. Tanrı-insan ilişkisi var-eden ve var-olan ilişkisi değildir. İnsan kendisini Tanrı ideasına ileterek, Tanrı da insanın adlandırma yetisiyle var-olur.

Kaynakça:

Benjamin, W. (2001). “Kendi Başına Dil ve İnsan Dili Üzerine”, Gürbilek, Nurdan (der.): Walter Benjamin Son Bakışta Aşk içinde, çev.: Haluk Barışcan, Metis, İstanbul, s.169-183.

Yazar: Aziz Ardıç

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. Düşünbil Portal’da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.


Paylaş

Aziz Ardıç

İstanbul Üniversitesinde Antropoloji, Latin Dili ve Edebiyatı ve Felsefe alanlarında eğitim aldı. Lisans tezini insanın dil yetisi üzerine yazdı. Şu anda aynı üniversitenin Felsefe bölümünde yüksek lisans öğrencisi. Felsefenin dil, politika, bilim, matematik, epistemoloji, etik; Roma düşünce tarihi ve etnografya alanlarında akademik çalışmalar yayınlama ve ayrıca Latince kitaplar çevirme hedefleri var. Düşünsel anlamda en çok etkilendiği kişi Michel Foucault'dur. Aynı zamanda çeşitli STK'larda gönüllülük faaliyetleri yürütmekte, tiyatro asistanlığı yapmakta ve tarımla ilgilenmektedir.