Yapay zekâ, temelde bilgisayar biliminin bir alt kategorisidir. Dar anlamı program geliştirmedir. Geniş anlamda ise akıl sahibi bir özneyi modelleyecek, insansı, özerk hareket edebilen bilgisayar makinalar üretmektir. Yapay zekâ ile ilgili felsefî tartışmalar bu anlamdan yola çıkılarak ortaya konulmaktadır.
Yapay zekânın zihin felsefesi açısından arka planına bakacak olursak ilk olarak karşımıza Descartes’ın ortaya koyduğu sorular çıkar. Descartes bizlere zihin ve bedenin iki ayrı töz olduğunu göstermiştir. Ama Descartes için bu iki tözün nasıl iletişime geçtiği sorunu muğlak kalmıştır. Descartes zihin ve bedenin birbirine indirgenemeyeceğini söyler. Bu görüşünün üç nedene bağlı olduğunu görürüz:
i. Qualia (nitelce) problemi: Kişisel tecrübenin kendiliği bize somut tanımlama imkânı vermez. Mesela rengin tecrübe edende nasıl ortaya çıktığı ile ilgili bir açıklamamız yok. Zihinsel olarak ortaya çıkan nitelcelerin açıklanamaması aynı zamanda felsefesinin zor problemlerindendir. Buradan yola çıkarak Descartes zihin ve bedenin birbirine indirgenemeyeceğini, farklı cevherler olduğunu söyler.
ii. Yönelimsellik: Zihinsel işleyiş yapısı fiziksel alanda gözlenememektedir. Böylece zihin ve beden birbirine yansımaları üzerinden açıklanmaz.
iii. Muhakeme ve dil: zihin ve beden ile ilgili olaylar birbirinden farklı bir muhakeme ve dil sistemine sahiptirler. Zihinsel verileri bedensel ifadelerle açıklamak doğru sonuçlar vermeyecektir.
Zihin-Beden Sorunun Dönüştürülmesi
Zihin-beden sorunu daha sonraları farklı fikirlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kimi zihin ve bedeni birer yapı olarak değerlendirmiş kimi ise mantık temelli bir sistem kurmaya çabalamıştır. Bu düşünceleri kısaca ele alabiliriz:
i. İşlevselciliğin yükselişi
Descartes’taki cevher fikri dönüşüme uğramıştır. Kant’a gelindiğinde ise onun şu fikre sahip olduğunu görüyoruz: “Biz aslında nesnelerimizi duyusal verilere göre kurarız. Düşünülürler (noeta onto) sabit bir varlığa sahip değillerdir.”
Yargı melekesi, tecrübesine yöneldiğinde kendisine bir telos kuralı verir ve her şeyi bir düzenlilik içerisindeymiş gibi görmek ister. Yaptığı sınıflandırma insanın kendi ilgilerinden gelir ve nesnel olduğunu söyleyemeyiz.
Peki her zaman nasıl yeni düzenlilikler bulunur?
Kant’ın bu soruya cevabı şöyledir: Arayan bulur. Hatta bundan haz duyar.
Kant’la beraber şöyle düşünülmeye başlanmıştır: sınıflandırmalar bana göre ve sabit ayanlar olmadığına göre eşyaların sınıflandırılması belli bir zaman içinde olmalıdır. Evrim buradan çıkmıştır.
Darwin ve James ile beraber bir yapı olarak zihin anlayışına geçilmiştir. Akıldan zekâya bir geçiş olduğunu görmekteyiz. Zekâ çeşitleri belirlenmesi, türlere göre ayrımlar yapılması etkileşimci bir anlayışın yansıması olmuştur.
ii. Mantığın Biçimselleştirilmesi
Terim, dilin temel unsuru olmaktan çıkıyor. Önermeler merkeze alınıyor. Mantığın biçimselleşmesiyle makinelerin de mantıksal hareketler ortaya koyabileceği düşünülmeye başlanıyor.
Frege bir matematikçi olarak matematiğin doğru önermelerinin bir mantık içinde açıklanabilir olduğunu savunuyor. Asıl derdi aritmetiği mantığa indirgemek. Bunun için de bağıntıları esas alan bir mantık geliştirmek lâzım.
“Aritmetiğin tüm doğru önermeleri belli bir mantık dizgesine oturtulabilir mi?” sorusuna cevap aranmaya başlanıyor.
Gödel ise içinde aritmetik yapılabilen bir mantık tam değildir görüşünde. Dilden aritmetiğe aritmetikten dile geçişler yapıyor.
Bu dönemlerde Alan Turing teorik bir makina geliştiriyor. Bu makina belli şerit üzerinde sağa sola hareket edebilen bir makina. Biçimsel dizgeye göre işleyen bu makine eline bir yönerge verildiğinde basit bir komut sistemini gerçekleştirebiliyor. Bu ise şunu ispatlıyor: Turing makinası ispat edilebilir fonksiyonları uygulayabiliyor. Mantığın dönüşümünün biçimsel dizgeye dönüşümü olduğunu görüyoruz.
Turing Testi
Turing testi, bir duvarın arkasında iki bilgisayar ve bilgisayarlardan birsinin klavyesinde yazı yazan bir kişi, diğerinde ise çalışan bir yazılım olması durumunda, verilen sorulara bakarak bir kişinin bu bilgisayarlardan hangisinde insanın cevap verdiğini, hangisinde bir yazılımın cevap verdiğini anlayıp anlayamamasıdır. Alan Turing, makinalar düşünebilir mi sorusunun cevabını aramaktadır.
Turing 1940’lı yıllarda yüzyılın sonunda düşünen makinalardan bahsedilebilecek öngörüsünde bulunmuştur.
Peki ama Turing testi ve Yapay Zekâ araştırmaları şu soruları göz önünde bulunduruyor mu?
i. Zekâ neden sadece konuşmayla özdeşleştiriliyor?
ii.Neden sadece teknolojik bilgisayarlar kullanılıyor?
iii. Bu test zekâ atfetmek için yeterli midir?
Turing’in Yapay Zekâ Çalışmalarına Getirilen Eleştirilere Karşı Ele Aldığı İtirazlar
i. Teolojik itiraz: Turing’in, yapay zekâların teolojik olarak mümkün olamayacağını savunanlara karşı verdiği cevap şöyledir: Belki de Tanrı makinaya da bir akıl verir. Bunu ancak Tanrı bilebilir.
ii. Kafaları kuma gömme itirazı: Yapay zekâların başımıza ne getireceğini bilemeyiz diyenlere karşı Turing diyor ki bu itiraz yapay zekâ meselesini bilimsel olarak ele almamıza engel değil.
iii. Bilinçlilik kanıtlaması: İnsandan başka bilinç sahibi canlı olmadığını savunanlara karşı Turing, bunun bilinmesinin mümkün olmadığını savunmaktadır.
iv. Lady Lovelace’in itirazı: Lady Lovelace, makinaların kendilerine ne yüklenirse onu yapacaklarını savunmuştur. İnsanın ise kendi iradesi ile hareket ettiğini söylemiştir. Turing’in cevabı ise şöyle olmuştur: insanlarda da bunların baştan yüklenmediğini ispat edebilme şansımız var mı?
Makineler Öğrenebilir mi?
Birçok araştırmacıya göre makineler belli komutlar dahilince çalışır. Searle Çince odası deneyinde bunu kanıtlamaktadır. Makine için Çincenin öğrenilebilmesi mümkün değildir. O sadece kendisine verilen komutları yerine getirmektedir.
Günümüzde ise makinelerin taklit ederek öğrenebildiği kanıtlanmaktadır. AlphaGo yapay zekâsı oynadığı binlerce Go oyunu sonucunda kendisine belli stratejiler belirlenmiş ve Go oyununda dünya birincisini bu stratejilerle yenmeyi başarmıştır. Bu durum tüm dünya için şaşırtıcı bir etki bırakmıştır. Çünkü Go oyunu sadece matematiksel hesaplamalara göre değil sağduyuya da dayanan bir oyun olarak nitelendirilmekteydi.
Alpha Go yazılımı hatalarından ders çıkarabilen bir sistem. Derin nöral ağlar ile kurulan bu sistem kendi kendine öğrenebilen bir yapıya sahip. Google da Alpha Go yazılımının bir üst versiyonu olan Alpha Go Zeroyu kullanıyor. Bu yazılımın önemli yanı ise yazılım geliştirmek için gerekli olan insan unsuruna ihtiyaç duymadan kendi kendini geliştirebilmesidir. Böylece şu iki soruna bir şekilde cevap üretilmeye çalışıldığını görmekteyiz:
i. Sağduyuya dayalı akıl yürütmenin biçimselleştirilmesi [monoton olmayan mantıklar]
ii. Zaman ve uzay karmaşıklığı sorunlarının çözülmesi [hesap karmaşıklığı]
Peki eğer yapay zekâlar düşünebilen ve öğrenebilen insandan daha üstün bir varlık hâline gelirlerse ne olur?
Bir kuramın genel yapısı içinde açıklanamayan vaka veya durumlara tekillik adı verilmektedir.
İnsan tarihi açısından bir tekillik düşünülebilir. Varsayalım ki biz bizim zekâmızdan daha üstün bir bilinç ortaya koyabileceğiz. Bunun anlamı şu insanlık tarihi burada biter. Biricik olarak gördüğümüz insanlık tarihi yerini yapay zekâlar tarihine bırakabilir.
(Bu yazıda Prof. Dr. Ayhan Çitil’in 07.03.2018 tarihli “Felsefe ve Yapay Zekâ” isimli konferansından yararlanılmıştır.)
Yazar: Refika Yanık
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.