Bir balkonda, sanki sahnedeymiş gibi duran ufak tefek, kusursuz görünümlü bir adam, aşağısında toplanmış olan orduya hitap ediyor. Bu adam, Yukio Mishima, gerçek adıyla Kimitake Hiraoka’dır. 25 Kasım 1970’te Tokyo’daki bir ordu üssüne gidip komutanı rehin aldığında, ona garnizonu toplamasını emretti ve ardından bir darbe başlatma girişiminde bulundu. Bütün bu olaylar olurken Mishima, Japonya’nın yaşayan en ünlü roman yazarıydı. ABD’nin desteklediği devlete ve anayasaya veryansın etti, itaatkârlıklarından dolayı askerleri azarladı ve İmparator’u yaşayan tanrı ve ulusal lider olarak savaş öncesi konumuna geri döndürmek için onlara meydan okudu. Seyirciler, önce kibarca sessiz kaldı ya da sadece afalladı, kısa süre sonra onu ıslıklara boğdu. Mishima doğruca geriye, içeri girdi ve “Beni duyduklarını sanmıyorum” dedi. Ardından diz çökerek ritüelleşmiş bir Samuray intihar şekli olan seppuku [1] yaparak yaşamına son verdi.
Mishima’nın ölümü Japon halkını çok şaşırttı. O, ünlü bir edebiyatçıydı; baskın ve kışkırtıcı ama aynı zamanda oldukça absürt bir karakterdi. Belki de ABD’deki Norman Mailer’e veya bugünün Fransa’sındaki Michel Houellebecq’e benziyordu. Ama rol yapıyormuşçasına görünen o hareketi, birdenbire gerçek oldu. O gün, Japonya parlamentosu Ulusal Diet’in [2] 64. oturumunun açılış sabahıydı ve İmparator da oradaydı. Başbakanın önümüzdeki yıl için hükümet gündemiyle ilgili konuşması, elbette biraz gölgede kaldı. İkinci Dünya Savaşı’nın son günlerinden beri kimse seppuku yaparak intihar etmemişti.
Japon filozof Hide Ishiguro, 1975 tarihli The New York Review’daki yazısında bu olayı şöyle aktardı: “Bazıları onun delirdiğini düşündü; diğerleri ise bunun bir dizi teşhirci eylemin sonuncusu olduğunu, kötü şöhreti olduğu için insanları şaşırtma arzusunun bir başka ifadesi olduğunu düşündü. Siyasetin sağ kanadındaki birkaç kişi, onun ölümünü günümüz Japonya’sına karşı vatansever bir protesto hareketi olarak gördü. Diğerleri ise bunun, bir zamanlar vurdumduymaz olan ve orta yaşlarında sıradanlık içinde yaşamaya dayanamayan yetenekli bir kişi tarafından tasarlanan umutsuz ve ürkütücü bir saçmalık olduğuna inanıyordu.” Kendi adına Mishima, bir keresinde eşine şöyle söylemişti: “Hemen anlaşılmasam bile sorun değil çünkü 50 ya da 100 yıl sonraki Japonya tarafından anlaşılacağım.”
Mishima, 1949 yılında Japonya’nın edebiyat sahnesine, onu yirmili yaşlarının başında üne kavuşturan bir tür otobiyografi olan ve bir roman gibi hafifçe üstü kapalı bir şekilde kaleme aldığı Bir Maskenin İtirafları ile girmişti. Bu kitap, büyükannesi tarafından neredeyse esir tutulan narin ve hassas bir çocuğun hikâyesini anlatıyordu. O, hasta büyük annesine bakma zorunluluğu olan bir çocuktu. Dışarıda diğer çocuklarla oynamak yerine, yatak odasının hastalıklı ancak hoş kokan karanlığında yıllarca onunla birlikte kaldı.
Çocuğun zihni de elbette o odada gelişti. Düş ve gerçeklik hiçbir zaman tam olarak ayrılmadı; düş, daha güçlü olan ikiz kardeş gibi baskın hale geldi. Büyükannesi öldüğünde ve çocuk yapayalnız ortada kaldığında, hayatı bir tiyatro sahnesiymiş gibi görerek sürekli sahnedeymiş gibi yaşıyordu. Etrafındaki yaşamı düşlemeden duramıyordu. Yetişkin erkeklere ve çocuklara, özellikle kaslı ve açık sözlü olanlara, kendi içinde canlandırdığı ve genellikle şiddet içeren hayallerinde roller veriyordu. Bu arada olağandışılığını ve normal görünmesini bir saplantı haline getirmişti. Kendi rolünü nasıl oynayacağını öğreniyordu: “İsteksiz bir maskeli balo başlamıştı.”
Güzellik ve Yıkım
Bir Maskenin İtirafları, ana karakter olan çocuğun içsel ve dışsal yaşamının sarmal evrimini ve onun eşcinsel uyanışını detaylandırarak ergenliğinin sonuna kadarki yaşamını ele alır. Birçok yönden bu eser, Mishima’nın sonraki yaşamını ve eserlerini anlamak için bir anahtardır. Aynı zamanda, Mishima’nın yönetme takıntısı olduğunu kanıtlamakta ve cinselliğine çok bağlı olan estetik duyarlılığının köklerini ortaya çıkarmaktadır. Anlatıcı, Mishima’nın mecburi görevinin ve kendini kurban etmesinin yakın ve şüphesiz olduğu anda, “savaş zamanlarında popüler olan ölüm inancını duyumsayarak kabul ettiğini” söyler. Aslında Mishima, insanın bir ölümlü olarak güzel olduğuna ve daha da önemlisi her zaman bir yıkımın eşiğinde olduğuna inanır. Bu inanç, cesur savaşçıları ve onların kanlı ölümlerini kurgulamak için zayıf bir anlatıcının, sahip olmadığı bir erkek formuna duyulan hayranlıkla birleşir. “Gece ve Kan ve Ölüm”ün bu özel dünyası, tümünün soğukkanlı bir tarafsızlıkla anlatıldığı “en sofistike gaddarlıklar ve en zarif suçlarla” doluydu.
Ancak sonrasında Bir Maskenin İtirafları, Mishima’nın yaptığı ve yazdığı her şeyi karakterize eden performans ve gerçeklik arasındaki sağlam olmayan etkileşimi de ortaya çıkarıyordu. Bu durum, yazarın kendisiyle karanlık bir mücadeleye girdiğini açığa vuran bir izlenim verdi – bir yandan bunun sadece medya ve tanıtımın ustaca yapılmış bir manipülasyonu olabileceğini düşündürürken. Mishima’nın iki yönü vardı; o, bir tutam inkârla birlikte toplumu karalıyordu.
Ve bu formül işe yaradı. Bu durum, Mishima’yı savaş sonrası Japon edebiyatının vurdumduymaz çocuğu yaptı ve ona ülkesinde geniş bir okuyucu kitlesi kazandırdı. O, itibarını yitirmesine rağmen yüksek edebiyat eserlerinin ve düzinelerce Noh [3] oyununun yanı sıra birçok popüler kurgu ortaya çıkaran, disiplinli ve üretken bir yazardı. Şık bir imaj oluşturarak ve aynı adanmışlıkla Tokyo yüksek sosyetesine girdi. Sağlam kemikleri ve yumuşak gözleriyle yüzü, fotoğraflar için iyi bir görüntü oluşturuyordu. Ve kendini sevdirip biraz da başarıyla ününü Pasifik’e yaymak için Mishima, ne gerekiyorsa yaparak yabancı büroların ve onların temsilcilerinin bir arkadaşı oldu. Mishima’nın tercümanı olan ve daha sonra onun biyografisini yazan John Nathan, “Sony’nin Akio Morita’sı yurtdışındaki en ünlü Japon olarak kabul edilirse Mishima burun farkıyla ikinci sırayı alır.” diye yazdı.
Mishima’nın 50’lerdeki romanları, çoğunlukla Bir Maskenin İtirafları ile aynı düşündürücü, otobiyografik ögeleri barındırıyordu. Yasak Renkler‘de (1951), artık yaşlanan bir yazar, rahatlık ve para için nişanlanan genç eşcinsel bir erkeği manipüle eder. Altın Köşk Tapınağı‘nda (1956), tapınaktaki bir keşiş adayı, güzelliğiyle büyülendiği tapınağın bombalamalarla yok edileceğine inanır ve tapınak savaştan sağ kurtulduğunda, onu yok etmeyi kendine bir görev edinir. Kyoko’nun Evi‘nde (1959) bir boksör sağcı siyaseti savunmaktayken bir oyuncu ise sonunda çifte intiharla sonuçlanan sado-mazoşist bir cinsel ilişki yaşamaktadır.
Mishima’nın konu seçimi kendisine özgüydü ancak en azından üslup olarak, edebiyatın işlevini propagandacı değil sanatsal olarak gören Nobel ödüllü Yasunari Kawabata’nın yolundan gidiyordu. Mishima’nın yazılarının çoğu, her şeyden önce yoğun bir şekilde duyusal betimleye odaklanan resmî ve neredeyse geleneksel üslubuyla bu inanca tamamen bağlı görünüyor. Bedenlere, giysilere ve kokuya dönüşen bu seçici tasvir neredeyse fetişisttir. “Şeffaf naylonun sarsıcı kucaklaması ve kanepenin suni ipek kumaşı, odaya bir endişe hissi veriyordu… Bir yılanın uyarısı gibi gevşeyen kuşağın keskin tıslamasını, kimono yere düşerken daha yumuşak bir hışırtı sesi izledi.” (Denizi Yitiren Denizci, 1963)
Ancak sonra bir şeyler değişti ve 60’larda, Mishima’nın hayatının siyasi safhasının başladığı söylenebilir. Kendini saf bir estetikçi ve gözden düşmüş bir romantik olarak tasvir eden Mishima, hayatının son 10 yılında adeta bir dönüşüm geçirdi. O zamanlar vücut geliştirmeye başlamıştı, 160 santimetre uzunluğundaki zayıf bedenini kaslı bir hale getirmek için spor salonunda günde iki saat egzersiz yapıyordu. Güneşte bronzlaşmaya da başladı ve antrenman rutinleri boyunca bir grup sağcı erkek üniversite öğrencisine liderlik etti. Bu Kalkan Cemiyeti’nin belirtilen amacı, komünist bir devrim yapılmaya çalışılırsa orduya yardım etmekti.
Bu dönüşümün arkasında, ölümünden iki yıl önce yani 1968 yılında yayımlanan ve tam olarak anlaşılamayan Güneş ve Çelik: Sanat, Eylem ve Ölüm Ritüeli adlı makalesinde anlattığı, o yozlaşmış düşünce vardı. Mishima geriye baktığında, aşırı fantezinin ve kelimelerin içinde maddesellik ve eylem olmadan paslandığını ve zayıfladığını görmüştü. Bunu, “Sanırım, ortalama bir insanda beden dilden önce gelir” diye dile getirmişti. “Benim durumumda ise kelimeler her şeyden önce geldi, sonra da –gecikmeli olarak, her türlü aşırı isteksizlik görünümüyle ve zaten kavramlarla bezenmiş olan– beden geldi. Ne yazık ki bu bedenin kelimelerle heba olduğunu söylemeye, elbette gerek yok.” Kendini yeniden dengelemeye çalıştı ve eski bir Samuray konsepti olan “kalem ve kılıcın uyumu”nu tekrar canlandırdı. Mishima, bir “eylem insanı” olmayı ve bu şekilde görülmeyi çok istiyordu.
Son Bir Yaratıcılık Patlaması
Mishima, artık kırklarındaydı ve yaşının son derece farkındaydı. Aktör James Dean’in erken ölümü üzerine, “Güzeller genç ölmeli ve diğer herkes mümkün olduğunca uzun yaşamalı” diye yazmıştı. “Ne yazık ki insanların %95’i bunu ters yapıyor, göz kamaştırıcı insanlar seksenlerini görüyor ve son derece çirkin budalalar 21 yaşında ölüyor.” Mishima, bu dünyadaki vaktinin tamamlandığını hissetti ve son sahnesini planlamaya başladı.
Herkes, bir noktada, hayatı bir sahne olarak görür. Ancak çok azı, bunu yaşayıp bir tiyatro gibi hayatlarının koreografisini yapar ve daha da azı, performansını sonlandırmak için seppuku yapar. Ancak Mishima için bu, ömür boyu sürecek olan bir fantezinin doruk noktasıydı. Bir Maskenin İtirafları‘ndaki unsurlar en başından beri oradaydı: askerler, ölüm ve kan. Bir savaşçıya dönüşmesi Mishima’yı, kendi arzusunun nesnesi yani güzel bir şey, yok etmeye değer bir şey haline getirmişti. Ve seppuku’ya duyduğu takıntı, göz önüne gelişmişti. Mishima, kısa bir film olan Vatanseverlik’te bile bunu yazdı, oynadı ve ayrıntılı bir şekilde canlandırdı. Belki Mishima’nın son eylemi de politik bir protesto – ve yine de, kesinlikle sanatsal bir ölümdü.
Son gününün sabahında Mishima, Bereket Denizi tetralojisinin [4] son kitabını yayıncısına gönderdi. Çılgınca bir yaratıcılık patlamasıyla yazılmış olan bu dört kitap, emsali görülmemiş bir seriydi. 1912 yılında, Rus-Japon Savaşı’ndan kısa bir süre sonra başlayan ve 1975 yılında sona eren olağanüstü bir değişim dönemini, yani İmparatorluk Japonya’sının yükselişinden İkinci Dünya Savaşı’nın her şeyi yok edişine ve kapitalist, tüketimci bir Japonya’nın ortaya çıkışına kadar geçen dönemi ele alıyordu. Kitaptaki karakterlerden biri –belki de Mishima’nın kendi tasviri– olan Honda ile değişim ve çöküşün ele geçirdiği bir ruh olan çocukluk arkadaşının tekrarlanan reenkarnasyonu bir aradaydı.
Mishima’nın erken dönem çalışmalarıyla karşılaştırıldığında Bereket Denizi, çok yoğun bir felsefi düşünme içerir ve ikinci ciltten sonraki eserleri, giderek incelerek sanki aceleye gelmiş gibidir. Mishima, Meleğin Çürüyüşü adlı son cildinin çoğunu 1970 yılının ağustos ayında, bir deniz kenarında yaptığı aile tatili sırasında yazdı. Akıl hocası Fumio Kiyomizu’ya gönderdiği 18 Kasım 1970 tarihli bir mektupta Mishima, “Bana göre bu [kitabı] bitirmek dünyanın sonundan başka bir şey değil.” diye yazmıştı. Meleğin Çürüyüşü‘nün son satırları ise oldukça durgundur.
“Çarpıcı özellikleri olmayan, aydınlık, sessiz bir bahçeydi. Ellerin arasına sürtünen bir tespih gibi ağustos böceklerinin tiz sesi ortama hakimdi.
Başka tek bir ses dahi yoktu. Bahçe boştu. Honda, hatıraları, hatta hiçbir şeyi olmayan bir yere geldiğini düşündü.
Yazın öğlen güneşi, durgun bahçenin üzerinden parıldıyordu.”
Dipnotlar:
- İç organların dışarı çıkarılmasıyla gerçekleştirilen bir tür Japon intihar şekli. (ç.n.)
- Japonya’nın çift meclisli ulusal yasama organı. (ç.n.)
- 14. yüzyıldan beri oynanan bir Japon müzikal drama türü. (ç.n.)
- Yunanca “tetra” ve “logia”nın birleşmesiyle oluşan, üç tragedya ve bir komedyadan meydana gelen dörtlü oyunları anlatmak için kullanılan kelime. Günümüzde birbiriyle bağlantılı dört eseri anlatmak için dörtlü seri anlamında kullanılmaktadır. (e.n.)
©® Düşünbil (2022)
Yazar: Thomas Graham
Çeviren: Öznur Uçan Ateş
Çeviri Editörü: Selin Melikler
Kaynak: bbc.com