Thebes’in zavallı kralı Oedipus ve onun kederli hikayesi, “Kader ya da Özgür İrade” sorunsalı ile uğraşan bizler için oldukça önemli bir düşünce deneyidir.
Atinalı Sophokles’in antik oyunlarından tanıdığımız Oedipus, efsanevi bir Yunan Kralı’dır. Her ne kadar bundan kaçınmak için uğraşmış olsa da kendisi, kaderinde, babasını öldürüp, annesi ile evlenmek ve kendisini ve şehrini felaket ve utanca boğmak yazılı olan birisidir. Klasik bir Yunan hikayesidir; Oedipus feleğin çemberinden geçer, ahlaki belirsizlikle sınanır ve kadere karşı çıkanların yüzleştiği o zavallı sonla boğuşur.
Oedipus’a sonra döneceğiz. Şimdilik Aristoteles ve onun De Interpretatione metnindeki kadercilikle ilgili öz değerlendirmesine geçelim.
İlk bakışta, Aristoteles’in De Interpretatione (Önerme Üzerine olarak da bilinir) eserinin öncelikli olarak dil felsefesi ile ilgilendiğini düşünebiliriz.
Dilin, bir fikrin doğruluğuyla nasıl bir alakası vardır? Onu betimleyen bir kelime olmadan bir fikir var olabilir mi? Kelimeler keyfi olarak mı oluşturulur, yoksa betimleyecekleri fikir ya da nesnelerle kayda değer bir ilişkileri var mıdır?
Aristoteles, metninin başlangıcında bu tür soruları göz önünde bulundurmuştur. Ve bunlar her ne kadar enteresan olsalar da, Aristo’nun kelimeler, cümleler ve gerçekle alakasına dair fikirlerini sadece kısaca tartışacağız,
Aristo’nun, konuşma seslerinin, ruhtaki eğilimlerin sembolü olduğunu söylemek yeterlidir. Bazı fikirleri, yerleri ve varlıkları betimlerler. Yazılı kelimeler, konuşma seslerini betimler ve benzer şekilde fikirlerin, yerlerin ve varlıkların sembolüdürler. Yazılı ve sözlü dil büyük ölçüde farklılık gösterebilir olsa da, betimledikleri fikirler değişmez. Hangi dilde kast edersek edelim, bir sandalye bir sandalyedir. İster İngilizce yazalım ister Antik Yunanca, Sokrates yine Sokrates’tir.
Bizim için daha da önemlisi, Aristo bize, bütün ifadelerin ‘öyle gerektiğinden’ ya doğru ya da yanlış olduğunu söyleyerek devam eder. Kabul edilebilir ve oldukça alenidir de. İster inanın, ister inanmayın, bu basit kuralın kabulü, bizim “özgür irade vs kader” tartışmalarımıza dair tasaların çoğunun kaynağıdır.
Görüyorsunuz, bu kuralı, gelecekte ortaya çıkacak olguların ifadelerine uyguladığımızda, kaçınılamaz bir problem ortaya doğuyor. Aşağıdaki ifadeleri göz önünde bulundurarak;
İfade 1: X meydana gelir
İfade 1: X meydana gelmez
Önceki kuralımıza göre, bu ifadelerden biri doğru, diğeri de yanlış olmak zorundadır. Tartışmanın selameti için, 1 numaranın doğru, 2 numaranın yanlış olduğunu söyleyelim. Bu “X meydana gelecek” ifadesinin doğru olduğu anlamına gelir. Daha kesini, ifade 1 HEP doğruydu, X’in ortaya çıkmasından önce bile.
O zaman da tuhaf bir şey gerçekleşiyor, ifade 1 hep doğruyduysa, X hep ortaya çıkacak durumda olurdu. Ama eğer X hep ortaya çıkacaktıysa, X’in ortaya çıkmaması durumu olasılık dışı hale gelirdi. Bu, X’in ortaya çıkmaması mümkün değil anlamına gelmektedir. Ortaya çıkamaması olasılıkdışı olan şey ister istemez ortaya çıkmak zorundadır. Ve bu sebeple de görüyoruz ki, X şans, talih ya da insan kararından dolayı değil, ‘öyle gerektiğinden’ ortaya çıkıyor.
…bir şeyin olduğunu ya da olabileceğini söylemek her daim doğru olsaydı, “olmaz” ya da “olamayacak” var olamazdı. Ama eğer bir şeyin gerçekleşmemesi olamaz ise, gerçekleşmemesi imkansız hale getirirdi; ve gerçekleşmemesi olamaz olan şey ‘öyle gerektiğinden’ gerçekleşirdi. O zaman da, olacak olan her şey ‘öyle gerektiğinden’ olurdu -Aristo (De Interpretatione)
Belki de bu fikir, en iyi lanetli Kral Oedipus örneğiyle açıklanabilir.
Eğer Oedipus gerçekten de babasını öldürüp annesiyle evlenirse, o zaman bu, “Oedipus babasını öldürecek ve annesiyle evlenecek” ifadesinin, olayların yaşanmasından da önce, doğru olduğu anlamına gelir. Ve eğer ifade daha olay yaşanmadan önce doğruyduysa, o zaman Oedipus’un babasını öldürmemesi ve annesiyle evlenmemesi durumu olamaz. Ve gerçekleşmemesi olamaz olan şey ‘öyle gerektiğinden’ gerçekleşiyor. Ve böylece, Oedipus’un babasını öldürmesi ve annesiyle evlenmesi önceden belirlenmiş bir şeymiş gibi görülüyor.
Böyle durumlarda, “determinizm (belirlenimcilik)”, “dini determinizm” ve “nedensel determinizm” gibi deyişler sık sık, birbirlerinin yerine kullanılır, gerçi çoğunlukla hatalıdır. Belki de bu düşünce yöntemini tanımlamak için kullanabileceğimiz en uygun terim; “kadercilik”tir, ya da her şeyin önceden belirlendiği ama yine de kaderimize tamamen teslim olmamamız gerektiği inancıdır.
Kadercilik görüşüne sunulan popüler bir karşı argüman, gelecekteki olaylara dair ifadelerin doğru ya da yanlış olamayacağı önermesidir. Ancak bu da mantıksal bir tutarsızlığına yol açar. Aristo deniz savaşı örneğini kullanır.
Eğer iki general anlaşmazlığa düşer de, biri “Yarın bir deniz savaşı olacak”, diğeri ise “Olmayacak” derse, biz, her ikisinin de doğru olmadığını hangi kanaate vararak söyleyebiliriz ki?
Diyelim ki, güneş doğar ve savaş sahiden de patlak verir, durumun asıl gerçeği tamamen haklı olduğuyken, birinci generalin haksız olduğunu sahiden diyebilir miyiz? Aristo, bunu absürd diye tanımlayarak reddeder.
Tartışmadaki bu imalar oldukça sarsıcı. Bu, yaptığımız her şeyin önceden belirlenmiş olduğunu, ne yaptığımız ve bize ne olacağı ile ilgili hiçbir hakimiyete sahip olmadığımızı iddia ediyormuş gibi görünüyor. Özgür irade sandığımız şeyin basit bir illüzyondan ibaret olduğunu iddia ediyormuş gibi görünüyor.
Dahası, zavallı Oedipus’un yaptıkları için suçlanamayacağını, onun, evrenin ihtiyaçları doğrultusunda sürüklenen basit bir piyon olduğunu iddia ediyormuş gibi görünüyor. Bu çeşit kadercilik bizi ayrıca her türlü sorumluluktan da kurtarıyor. Eğer bütün yapacaklarımız önceden belirlenmişse, yaptıklarımızdan ya da ihmallerimizden gerçekten de sorumlu olduğumuz nasıl söylenebilir ki?
Bundan dolayı da, üzerinde tartışmaya ya da bir şeyi yaparsak olacağını, yapmazsak olmayacağını düşünme zahmetine girmeye gerek olamayacaktır; bunun için de, onbin yıl önce birisi bunun olacağını söylemiş, bir başkası da karşı çıkmış ve böylece, o zamandan böyle olması gerektiği için öyle olacağını onaylamanın doğru olması olasıdır. -Aristotle (De Interpretatione)
Bu düşünme şekli, Aristo’nun ileriki felsefeleriyle büsbütün uyumsuzdur. The Nichomachean Ethics’te Aristo, ne tür davranışların takdire layık olduğunu ve olmadığını ortaya koymuştur. Ancak, bu da demektir ki, bizler anca ne yapacağı önceden kaderine yazılmış varlıklar değiliz ve bir şekilde de yaptıklarımızdan sorumluyuzdur.
Ve bu yüzden, Aristo mantıki tutarsızlıktan kaçınmak istiyorsa, özgür iradenin varlığına dair oldukça zorlayıcı bir savunma ortaya koymalıdır. En azından bizi, yaptıklarımız ve hayatımızın gidişatı üzerinde en azından bir parça hakimiyete sahip olduğumuza ikna etmelidir. Bu Aristo’nun, gerçekten de yapmaya çalıştığı bir şeydir.
Filozof, önceden kararlaştırılmış bir evrenin varlığına dair görüşümüzü oluştururken hayati bir hata yaptığımızı iddia eder. Aristo için, her şeyin “öyle gerektiğinden” olmadığı nettir. Biz, her zaman gerçekte var olan şeyleri görmeyiz, olanağı algılama yetisine sahibizdir. Buna olma ve olmama olanağını da içerir. Ayrıca gerçekleşme ve gerçekleşmeme olanağını da.
Bununla Aristo bize, bir varlık ya da bir şeyin vukusunun bizim için o şeyin ‘öyle gerektiğinden’ var olduğu ya da olayın ‘öyle gerektiğinden’ vuku bulduğu anlamına geldiğini söylemeye çalışır. Ancak, bu konudaki bağlayıcılarımıza fazla sığınıyoruz. ‘Öyle gerektiğinden’ var olan şeylerin, koşulsuz şartsız ‘öyle gerektiğinden’ var olan şeyler ile aynı olmadığını anlamamız gerekmektedir.
Azıcık da şekillenmiş mantık uygulamak adına; “X var iken, X vardır” sonucunu çıkarabiliriz. Ancak bundan “X var iken, X var olmalıdır” sonucunu çıkaramayız. X koşullu olarak gereklidir, kendiliğinden gerekli olmaz. Aristo, X’in ‘koşulsuz şartsız gerekli’ olmadığını kabul etmemizi söylerken kast ettiği budur.
İki generali ele aldığımızda, biri deniz savaşı çıkacağını söylerken diğeri aksini iddia ediyordu, her ikisinin iddiasının da doğru ve yanlış olma olanağını taşıdığını görüyoruz. Ama bu her ikisinin de doğru ya da yanlış olduğu anlamına gelmez, sadece her ikisinin de bunlardan biri olma olanağını taşıdığını anlamamız gerekir.
Açıkça söylemek gerekirse, bir deniz savaşının gerçekleşmesi ya da gerçekleşmemesi zorunludur. Ancak bu deniz savaşının gerçekleşmesi zorunlu değildir. Ve gerçekleşmemesi de zorunlu değildir.
Bizim lanetlemiş Kral Oedipus’u ele aldığımızda, “Oedipus, babasını öldürecek ve annesi ile evlenecek” iddasının doğru olma olanağını ve yanlış olma olanağını taşıdığını fark ediyoruz. Bu iddia anca, Oedipus bu iddiadaki olayları bifiil eyleme geçirince, doğru ya da yanlış olma gerçekliğini kazanıyor.
Aristo, özgür iradenin varlığına dair ikna edici örnekler sunmuş olsa da, bu kaderci felsefeye bağlı kalıp, onu ahlak felsefelerine katan başka felsefe okulları mevcuttur.
Stoacılar, bir zamanlar böyle bir gruptu. Evrenin önceden belirlendiğine ve bizim, mantıklı insanlar olarak, bunu kabul etmemiz ve kaderimize razı olmamız gerektiğine inanırlardı.
Ancak Stoacılar, ayrıca kaderci evrenin öyle pek de kötü bir şey olmadığına inanıyorlardı. Onlar için daha çok, evrenimizin mükemmel bir düzenle işletildiği, ve ne acı çekmemiz gerekirse çekmemiz gerektiği, biz ne düşünürsek düşünelim, bunun büyük resmin bir parçası olarak kesinlikle kabul edilir olduğu inanışı hakimdi.
Bu, eski Stoacı atasözünde şöyle özetlenir; “Bir sebeple gerçekleşen, sebepsiz gerçekleşenden daha mükemmeldir. Evrenden daha mükemmel bir şey yoktur, bu yüzden evren bir sebeple gerçekleşir.”
Bu konu filozofları binlerce yıl cezbetmiştir. Özgür irademiz bir illüzyon mu? Her şey önceden kararlaştırılmış mıdır? Hayatımın gidişatını seçmekte gerçekten de özgür müyüm? Kesin bir cevap yoktur.
Çevirmen: Emine Çınar
Kaynak: classicalwisdom
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.