• 22 Mayıs 2022
  • Selin Melikler
  • 0
Paylaş

Üç psikolog; limbik revizyonun ve aşkın, beyni nasıl etkilediğine dair o şahane araştırmalarında, “Kim olduğumuz ve kime dönüştüğümüz, kısmen kimi sevdiğimize bağlıdır.” diye yazdılar. Ancak kimi sevdiğimiz aynı derecede, kim olduğumuz ve kime dönüşmek istediğimize de bağlıdır. Aşk, tıpkı zaman gibi bizim ona katkımız olduğu kadar işlevseldir.

Hem yoğunluğu hem de umulmadıklığı açısından bu eşdeğerliğin çok çarpıcı bir örneği, geleceğin Stoacı filozofu ve Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un (26 Nisan 121 – 17 Mart 180), öğretmeni Marcus Cornelius Fronto’ya ergenlik çağında yazdığı aşk mektuplarından gelir. Tarihin en harika LGBTQİ+ aşk mektupları arasında olan bu yazışmalar, iki bin yıl sonra Amy Richlin tarafından Âşık Marcus Aurelius’da [Marcus Aurelius in Love] toplanmış ve çevrilmiştir.

Çocukluğundan beri babasız olan Marcus Aurelius, varlıklı ve bekar annesi Domitia Lucilla tarafından yetiştirildi. 139 yılında annesi, o zamanlar dönemin önde gelen hatiplerinden olan ve Roma’ya Afrika’dan göç etmiş bir göçmen olarak kendisini “Libyalı göçebelerden biri” diye niteleyen Fronto’yu, on sekiz yaşındaki oğlu politik kariyerine hazırlanırken ona hitabet sanatını öğretmesi için tuttu.

Bir yanda sınıf ve rütbe, diğer yanda yirmi küsur yaş farkı bulunmasına rağmen iki Marcus birbirine âşık oldular.

Altı yıl boyunca yani Marcus Aurelius’un sosyal nedenlerle gerçekleştirmek zorunda olduğu evliliğine kadar birbirlerine yakın yerlerde yaşadılar. Bu sürede, birbirlerine entelektüel hayranlık ve erotik özlemle beraber karşılıklı bağlılık ve şefkat dolu mektuplar gönderdiler. Aşkları Roma Hukuku bakımından tehlike arz ediyor olmasına rağmen onları tehdit eden şey, ilişkilerinin eşcinsel nitelikli oluşu değildi: Gençlik çağlarındaki bir erkeği baştan çıkartan yetişkin bir adam zinayla suçlanabilirdi, bunun cezası ise sürgün ya da ölümdü. Ancak bu ifadenin, onların durumunu tanımlıyor olup olmaması bir tarafa, baştan çıkarma tam tersi yönde cereyan etmişti: Marcus Aurelius, Fronto’yu önceleri sadece ürkek bir yankının ev sahipliğini yaptığı bir şevkle doldurup taşırmaktaydı.

Bu koleksiyonun önsözünde Richlin, Roma Hukukunun bu sığ kavrayışının altında yatan daha derin kültürel bağlamı ortaya koymak için erken dönem Stoacı filozofların, cinsellikle ilgili unutulmuş görüşlerinden yararlanır:

“Zenon (MÖ 335-263) ve onun takipçisi Hrysippos (MÖ 280-207), saygı ve gerçek dostluğun uygun ilkelerini öğrenmiş insanlar arasındaki seksin, iyi bir şey olduğunu ve ideal bir toplumda seksin tadının, mülkiyetçi evlilik bağları olmaksızın özgürce çıkartılabileceğini savundular. Özellikle de prokopton denilen felsefeye yeni yeni adım atmaya başlamış genç kişi, hocası tarafından felsefi anlayışa dönüşecek olan cinsel bir ilişki vasıtasıyla başta eğitilmelidir.”

Ve böylece Marcus Aurelius ve onun akıl hocası olan aşığı için de aynısı gerçekleşti.

Genç adamın kalbini aşka doğru ilerletmesi, entelektüel bir hürmetten kaynaklanıyordu. MS 139’un sonunda, Fronto’ya çoktan tutulmuştu. Hocasının yazılarından birini aldıktan sonra oldukça sevinerek şöyle yazar:

“Bana bunu yazarken senin aşkınla yanmayayım mı? Ne yapmalıyım? Kendimi durduramıyorum.”

Kısa bir süre sonra genç adam, sevdiğine “Fronto’m” diye hitap etmeye başladı ve farkında olmadan ona “benim biricik tatlım”, “gözdem ve en çok sevdiğim”, “gökyüzünün altındaki en büyük var oluşum”, “hayatımın nefesi” diyordu. Fronto başlangıçta, belki de kendine hâkim olarak bu şevki büyük ölçüde ihtiyatlı karşılamıştı. Ama bu ihtiyat, değişken duygularla ikircikliydi. Marcus’a başka bir adam tarafından kur yapıldığının farkındaydı ki bu, o dönemde ve yaşadıkları yerde alışılmadık bir durum değildi. Ayrıca bu talip halihazırda Marcus’u “biricik sevgilisi” olarak görüyordu. Bunun üzerine Fronto, şöyle yazıyor:

“Sevgili çocuk, nedenini anlamak istiyor gibi görünüyorsunuz… Yalvarırım, sorarım size, âşık olmayan ben, neden âşıkların yaptıklarının aynısını elde etmek için bu kadar şevkle çabalıyorum ki. Bu yüzden önce size bunun nasıl olabileceğini anlatacağım. Zeus aşkına, size çok talip olan o zat, âşık olmayan benden daha keskin bir çift gözle doğmadı. Ancak doğrusu sizin güzelliğinizi, ötekilerden daha az hissediyor değilim hatta talibinizden daha kuvvetli bir şekilde hissettiğimi söyleyebilirim.

[…]

Benim size yaklaşmam ne sizi tehlikeye atmaktadır ne de sizin bana eşlik etmeniz size zarar verecektir, hayır, bu size her durumda iyi gelecektir. Gerçekten de güzelliklere onları sevmeyenler tarafından daha çok yardım edilir, tıpkı suların yeşil filizlere yardım etmesi gibi. Pınarlar ve nehirler, yeşil filizleri sevmezler ancak onların yakınına giderek ve yanlarından akarak onların büyüyüp serpilmesini sağlarlar.”

Fronto’nun çelişkili ve gelgitli mesajı, Marcus’u kendinden uzaklaştırmakta bir türlü başarılı olamadı. Marcus, onu bir gün büyük bir Stoacı filozof ve imparator yapacak olan aynı inatçı iyimserliği ve zorluklara karşı dayanaklılığıyla Fronto’ya cevap verdi:

“Hadi devam et, beni istediğin kadar bir yığın iddiayla tehdit edebilir ve suçlayabilirsin. Ama talibini yani beni, asla kendinden soğutamayacaksın. Fronto’yu ne daha az sevdiğimi ne de ona daha az âşık olduğumu söyleyeceğim. Çünkü daha az sevenlere yardım edilmesi ve onların daha fazla sevilmesi gerektiğini tuhaf, güçlü ve zarif ifadelerle kanıtlamış oldun.”

İki bin yıl sonra, W.H. Auden bu duyguyu, çarpıcı şiiri “The More Loving One” [Daha Çok Seven Biri]’da tekrar edecekti.

Marcus, sönmeyen ateşini daha da alevlendirerek:

“Tanrım, hayır! Sana olan aşkımdan ölüyorum ve senin prensiplerinden korkmuyorum. Seni sevmeyenler için daha davetkâr ve hazır olsan bile yaşadığım ve nefes aldığım müddetçe seni hâlâ seviyor olacağım.

[…]

Bugünlerde benim sırf seni görmek için yandığım kadar Sokrates, Phaidros’a duyduğu tutku için yanmadı. Günler mi dedim, ben? Aylar demek istedim. Mektubunuz bunu öyle bir düzeltti ki insanın size âşık olması için Dion [1] olmasına gerek kalmadı – tabii eğer anında size olan aşkıyla dolup taşmadıysa.”

Daha sonra, dokunaklı bir şekilde masum bir kapanış cümlesi ekliyor:

“Annem hanımefendi, size selam söylüyor.”

Fronto’nun doğum gününde ise Marcus ona şöyle yazıyor:

“Sizi kendim kadar çok sevdiğim için bugün kendi adıma bir dilek tutmak istiyorum.”

Antik dünyanın entelektüel ve ruhani merkezlerinden geçtiği hayali bir yolculuk yaparken sevgilisi için de bir dizi tatlı söz ve lütuf toplar:

“Atina’ya gidiyorum ve dizlerimin üzerinde Minerva’ya mektuplarla ilgili öğrenebileceğim her şeyin, bilhassa Fronto’nun ağzından kalbime ulaşabilmesi için yalvarıp yakarıyorum. Şimdi Roma’ya dönüyorum, yolların ve yolculukların tanrılarına çıktığım her yolcukta yanıma sizi de alabilmeyi ve şiddetle hissettiğim hasretinizden bu kadar sıklıkla harap ve bitap düşmemeyi diliyorum. Sonunda, tüm milletlerin koruyucu tanrılarından ve Capitolium Tepesi [2] üzerinde gürleyen Jüpiter’den, benim için doğduğunuz bugünü sizinle, mutlu ve güçlü bir sizle birlikte kutlamayı bize bahşetmesini diliyorum.”

Fronto, tepkisiz kalamadı. Nihayet “Kendimi iyi bir sebeple sana adadım,” diye yazıyor ve devam ediyor: “bana olan sevgini düşününce buna sahip olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum.” Kendi duygularının niteliği ve büyüklüğü ne olursa olsun bu kadar sevilmeyi sevdiğini inkâr ediyormuş gibi yapamazdı:

“Hoşça kal, Caesar. En çok beni sev, senin sevdiğin gibi. Yazdığınız her bir kelimenin her küçük harfini parçalara ayırmayı gerçekten seviyorum.”

1815 yılında Antik Çağ’dan kopartılarak keşfedilen el yazmalarında yer alan kırk altı mektup; kayıp sayfalara, okunmayan el yazılarına ve çevirisi mümkün olmayan duygulara rağmen Richlin’in itinalı akademik çalışmaları sonucu tekrar hayata döndürülerek Âşık Marcus Aurelius adı altında toplandı. Bu mektuplar, başka bir yerde gözlemlediğim temel bir olgunun da kanıtını oluşturmaktadır: İnsan kalbi, adı ne olursa olsun aynı tutkularla kükreyen ve mırıldayan kadim bir yaratıktır. Hem doğayı hem de insan doğasını sınıflandırmak ve kategorize etmek konusunda çok hevesliyiz. Sonsuz olanı sonlunun içinde tutmak, kaostan düzeni söküp çıkartmak, daha yüksek hakikate tırmanabilmemiz için bir dayanak oluşturmak güzel bir dürtüdür. Ancak diğer taraftan bu sınırlayıcıdır da çünkü bir şeyleri isimlendirirken çoğu zaman onlara verdiğimiz isimler ile isimlendirdiğimiz şeyleri birbirine karıştırırız. Çeşitli ve kuvvetli bir biçimde, bir türden diğerine dönüşerek bir döngüye giren, etkisi altında olduğumuz aşklara verdiğimiz isimler; iki kalp ve onları içinde taşıyan bedenler arasında akan duygu karmaşıklığını barındırmaya başlayamaz.

Zaman ve mekânın ötesinde daha fazla dolaşmak için Emily Dickinson’ın, Susan Gilbert’a yazdığı duygu yüklü aşk mektuplarının ve Herman Melville’in, Nathaniel Hawthorne’a duyduğu özlemle dolu, tutkulu mektuplarının tadını çıkartın. Sonrasında, bilgeliği Fronto’nun biçimlendirici güneşi altında olgunlaşmış Marcus Aurelius’un yetişkin olduğu dönemi ziyaret ederek mevcudiyetle yaşamanın anahtarı ve her güne, karşı konulmaz bir dinginlikle nasıl başlayacağınız hakkında söyleyeceklerini dinleyin.

Dipnotlar:

  1. Platon’un, öğrencisi olan Dion’la ilgili epigramından dolayı aralarında erotik bir ilişkinin olduğu düşünülür. (e.n.)
  2. Capitol Tepesi, Antik Roma’nın en önemli tapınaklarından biri olan Jüpiter Optimus Maximus Tapınağı’nın da yer aldığı, Roma kentinin yedi tepesinden biridir. Ayrıca, bu tepenin ortasında, Marcus Aurelius’un Roma İmparatorluğu’ndan günümüze dek ulaşmış atlı bir heykeli de bulunmaktadır. (e.n.)

©® Düşünbil (2022)

Yazar: Maria Popova
Çeviren: İrem Elçi-Bozkurt
Çeviri Editörü: Selin Melikler
Kaynak: themarginalian.org


Paylaş