• 14 Aralık 2017
  • Düşünbil Portal
  • 0
Paylaş

 

Bağlanma davranışı bebekle birincil bakım veren arasında gelişen ve bebekte güven duygusunu yerleştiren güçlü bir bağdır. Teorik bilgilere göre bebek ilk yılın ikinci yarısından itibaren kendisinin ihtiyaçlarına yanıt veren kişiye bağlanmaya başlar. Birincil kişiye olumlu tepkiler verilmesi, bu kişiye yönelme, arama, varlığının duyumsanmasıyla rahatlama duygusunun gelişmesi bu duygu ve davranış örüntülerini kapsamaktadır. Özellikle insan, diğer türlere göre yaşamını idame ettirmek için anne-babasına daha uzun bir süre muhtaçtır. Doğumdan hemen sonra insan yavrusu doğası gereği başlayan bağlanma emme, yakalama, anneye yönelme, beslenme saatlerini sezinleme şeklindedir. Sekizinci haftayla birlikte bakıcısına yönelmeye başlar, güler, göz teması kurar. Yedinci ayla birlikte çevrelerindeki ilişki örüntülerini anlamlandırmaya başlar. İyice daralmış bir sosyal yelpaze içine girer, davranışlarını bu birincil kişiye yönlendirir. Bu yakınlık sadece karnını doyurma, altını temizleme gibi davranışlarla ilişkili değildir. Aynı zamanda duygusal bağlamda bir ihtiyaçla ilintilidir (akt. Joseph, 1992). Bu durum kurumlarda her türlü temel ihtiyacının karşılanmasına rağmen yine de bağlanma geliştiremeyen, kaygılı ve sıkıntılı çocuk örneğiyle örtüşmektedir. Başka bir deyişle çocuk anneyle açlık güdüsü arasında koşullanma davranışı geliştirmez, aksine bağlanma doğum öncesine dayanmaktadır (akt. Bloom, 1995).  Anne, bebeği karnında hissetmeye başladığından itibaren olumlu duygularını bebeğine aktarması bağlanmanın ilk temellerini oluşturur. Bowlby (1988) tarafından yapılan bir araştırma sonucu yazılan raporda yaşamın ilk üç yılında anne yoksunluğunun çocuklarda fiziksel ve ruhsal hastalık riskine ittiği vurgulanmaktadır. Dahası Bowlby erkek çocuklarının annelerinden erken yaşta ayrılmalarının ergenlik ve ileriki yaşlarda suçluluk oranını artırdığını ileri sürmektedir.  Bu noktada ebeveyn-çocuk ilişkisi hayatî önem taşımaya başlamıştır. Ebeveynlerin birbirleriyle olan ilişkileri de oldukça önem arz etmektedir. Ebeveylerin kendi aralarındaki iletişimleri, çocukların hem babalarıyla olan ilişkisini hem de çocukların ileriki dönem psikopatolojilerini etkilemektedir. Başka bir deyişle anne-baba çocuk ilişkisinde duyarlılık önemlidir. Bunun yanısıra eşlerin ilişkilerine dair algıları ve aldıkları doyum önemlidir. Bu, bebeğin yabancılarla da ilişki kurabilmesine etki edecektir (akt. Biller, 1993).

Bu bilgiler ışığında DSM-1Vte belirtilen bebeklik ya da küçük çocukluk döneminde görülen bozuklukların içerisinde “Bebeklik ya da Erken Çocukluk Dönemindeki Tepkisel Bağlanma Bozukluğu” başlığı altındaki patoloji 5 yaşından önce başlar ve geniş yelpazede sorunlara vesile olur. Gelişim dönemine göre uygunsuz toplumsal ilişki kurma biçimi söz konusudur. Duygusal ve sosyal gereksinimin sürekli göz ardı edilmesi bu duruma sebep olabilmektedir. Bağlanmanın temelini oluşturan ve ilişkinin yapıtaşı olan anne ruh sağlığının özellikle hamileliğin başından doğumdan bir sene sonrasına kadar çok önemli olduğu vurgulanmaktadır. Campbell ve arkadaşları annenin depresyonunun bağlanma biçimleri üzerindeki etkilerini araştırırken depresif annelerin çocuklarına göre kontrol gruptaki çocukların daha güvenli bağlanma örüntüsü gösterdiklerini vurgulamışlardır. Annenin depresyonu ve duyarlılığı bu durumda çocuğun güvensiz ve kaçınan davranışlar göstermesine sebebiyet vermiştir. Binişik durum tablosunda ise TBB’ye benzer olarak travma sonrası stres bozukluğu, yıkıcı davranış bozuklukları ile dil ve zekâ sorunları görülmektedir. Soysal ve Bodur (2007) tepkisel bağlanma bozukluğuna dair yaptıkları incelemelerde bu bozukluğa yol açan en temel etkeni sağlıksız ve yetersiz bakım olarak belirlemişlerdir. Aileden uzak kalan ya da birlikte olsa bile ihmâle maruz kalan çocuklarda alıcı ve ifade edici dil gelişimi, bilişsel gelişimi ve dikkat süreçlerinin bozulması, kişilerarası yetersizlik ve sosyal davranış bozukluğu gibi problemlerle fiziksel hastalıklarla açıklanamayan geriliklere rastlandığı vurgulanmaktadır. Dahası erken doğan bebekler de riskli gruba dâhil edilmiştir. Bunun sebebi ise bu çocukların tıbbî gözlem sebebiyle aileden belli bir dönem ayrı kalmalarıdır. Soysal ve Bodur (2007) bağlanmayı bebeğin huy ve alışkanlıkların anlaşılmasında etkili görmüşlerdir. Bu noktada ebeveyn duygu durumunu ve demografik özelliklerini de konuya dâhil etmişlerdir. Öyle ki en başından beri dile getirdiğimiz özellikle annenin gebeliğin başından itibaren psikolojik durumu çocuğa yaklaşma tarzını ve duygusal yönden çocuğu kapsamasını dolayısıyla bağ kurmasını etkileyecektir. Soysal ve Bodur (2007) yeterince sevgi ve bakım gören ve güvenli bağlanma geliştiren çocuğun güvensiz bağlanma, gerilimli kaçınan ve gerilimli direnç gösteren çocuklara göre sosyal becerilerde daha iyi olduğu ve daha çok olumlu duygulanım gösterdiği düşüncesindedirler. Güvensiz bağlanma geliştiren çocuklar daha rahatsız, daha sinirli, daha saldırgan ve daha depresiftirler. Gerilimli direnç gösteren çocukların ise şiddete ve düzen bozucu davranışlara daha meyilli olduğu, kurallara düşünmeden karşı çıktığı ve öfke kontrollerinin az olduğu vurgulanmaktadır. Gerilimli kaçınan çocuklar ise çevrelerindeki kişileri kontrol altına alma eğilimde olup öfkelerini daha az ifade edebilmektedir. Bu özellikler annenin psikolojik durum odaklı yaklaşım tarzı başta olmak üzere, anne-baba ilişkisi ve çocuğa yaklaşımı ışığında gelişmektedir. TBB iki tipe ayrılmıştır. Ketlenmiş ve ketlenmemiş. Ketlenmiş tipte bebek gelişim basamaklarına uygun olarak iletişime giremez. Aşırı uyarılmış ya ambivalan başka bir deyişle bir kişiye hem sevgi hem nefret duyma gibi değişkenlik gösteren bir durum söz konusudur. Ketlenmemiş olanda ise bebek rastgele uygunsuz toplumsal ilişki kurar ve seçicilik yoktur. Çekingenlik söz konusu değildir. Soysal ve Bodur (2007) bu bozukluğu ele alırken ayırıcı tanı olarak Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunun (DEHB), yaygın gelişimsel bozukluk ve zekâ geriliğinin de ele alınması gerektiğini savunmaktadırlar. Ketlenmemiş tip genelde aşırı hareketlilik ve atılganlıktan ötürü DEHB’yi düşündürtür. Fakat bu çocukların yeni tanıdıklarına bile uygunsuz ve yapışkan ilişki kurma özellikleri tanıyı değiştirmektedir. Zekâ geriliğinde ise çocuklar gelişim düzeyine uygun bağlanma gösterirler, bakım vereni tanırlar ve biliş düzeyine göre iletişime geçerler. TBB’de bebek bunu reddeder sürekli bir kaçınma hâli ya da dağınık bir bağlanma örüntüsü vardır. Yaygın gelişim bozukluğundaki geri dönülmez dil ve sosyal gelişim geriliğine kıyasla bu çocuklar ilgi ve sosyal destekle bu durumu aşabilirler. Anne babanın eğitilmesi ve çocukla iletişiminin artırılması durumunda TBB aşılabilirdir. Fakat iyice kontrol altına alınmadığı müddetçe hem duygusal hem fiziksel sonuçlara sebep olmaktadır. Bu fiziksel sonuçlardan en yaygın rastlananlarından biri enürezistir. Tamamen anne babanın gelişim basamaklarını aşarken çocuğunu yeterince desteklemeyip yanlış tutum sergilemesi nedeniyle uyum sağlama açısından sorun yaşayan çocuk olarak bilinen “uyumsuz çocuk” olgusuyla ilgili bir sorun olmamasına rağmen bu tanının da TBB’ye benzer olarak yetersiz aile bakımı ve ilgisi sebebinden doğduğu düşünülmektedir. Enürezis, çocuklarda en az beş yaşından sonra istemsiz, yineleyici, gündüz ve/veya gece idrar kaçırma olarak tanımlanmaktadır. Çocukluk çağında sık görülen, çocuğu ve ebeveynini değişik açılardan etkileyebilen ve altta yatabilecek muhtemel bir sebep dolayısıyla önem arzeden sosyal ve tıbbî bir sorundur. Kasların gelişimi tıbbî yönü olmakla birlikte anne ile çocuk arasındaki gergin bağın da sorumlu olduğu diğer davranışsal sorunlar da mevcutsa durum uyumsuzluk olarak kabul edilmektedir. Örneğin kekemelik, dışkı kaçırma, tik gibi durumlar da mevcutsa ruhsal sağaltım gerekli görülmektedir. Bağlanma sorunları ile ilgili bir sorunun bulunurluğunda evde tek başına bırakılan bir çocuk altına kaçırmayı saldırganlık olarak kullanacaktır. Bunun yanısıra olgunlaşmasına izin verilmeyen dış çevreyle ilişkisi dar olan çocuklarda bu durum hâlen çocuk kalma istemine paralel olarak gözlenmektedir. Çocuğun itildiği, sevgiden mahrum bırakıldığı durumlarda rastlamak mümkündür. Ayrıca uyku bozukluğu olan çocuklarda da görülmektedir. Bunun sebebi bağlanmayla ilgili birtakım sorunlar olup özellikle kaygılı anne çocuk bağlanmasıdır. Bu bozuklukları önlemek için çocuğa bakım verenin sürekli değişmemesi, çocuğu kapsaması ve psikolojik durumunun yerinde olması çok önemlidir. Hastanede tedavi gören çocukların yoğun destek programına katılması, dokunma ve müzik terapilerine dâhil edilmesi çok yararlı olacaktır.

Çorapçı ve arkadaşları okul öncesi dönemde duygusal, davranışsal ve sosyal uyumu ölçmek için yaptıkları taramada elde edilen sosyal beceri ve duygusal denetleme güçlüğünün uzun vadede sebep olacağı olumsuz sonuçlar dikkate alındığında bu çocukların en erken dönemde belirlenmesi ve müdahale programlarına dâhil edilmesi gerektiğini vurgulanmaktadır. Bu araştırmada kullanılan Sosyal Yetkinlik ve Davranış Değerlendirme Ölçeği-30 (SYDD-30) testi erken çocukluk ve okul öncesi dönemlerde kızgınlık-saldırganlık, anksiyeteiçedönüklülük gibi duygusal ve davranış sorunları gösteren yani risk altındaki çocukları belirlemede ve bu dönemde gelişmesi beklenen sosyal becerilerin niceliğini değerlendiren bir tekniktir. Çalışmaya 417 çocuk, anneleri ve anaokul öğretmenleri katılmıştır. Çocukların yaşı 2.5-6 yaş arasındadır. Annelerin ise 22-48 olup, %74’ü lise ve üstü eğitim düzeyine sahiptirler. Annelerin %52’si babaların ise %97’si tam veya yarı zamanlı çalışmaktadır. Öğretmenlerin ise meslek deneyimi ortalama 12 yıl olmak üzere %60’ı üniversite mezunudur. Yetişkinlere karşı gelme, akran ilişkilerinde uyumsuzluk ve saldırganlık olarak nitelendirilen Kızgınlık-saldırganlık (KS), akranlarıyla birlikteyken gösterdikleri işbirliği ve anlaşmazlıklara çözüm yolları aramak gibi olumlu özelliklerle nitelendirilen Sosyal Yetkinlik (SY) ve üzgün, depresif, çekingen özelliklerle nitelendirilen Anksiyete-içedönüklülük (Aİ) alt ölçekler olarak belirlenmiştir. Bunun yanısıra duygusal tepkiselliği ve duyguların ortamına göre düzenlenip ifade edilmesini değerlendiren Duygu Düzenleme Ölçeği Değişkenlik/Olumsuzluk (DO) ve Duygu Düzenleme (DD) alt ölçekleri ile anneler ve öğretmenler tarafından gözlemlerine dair değerlendirilmiştir. Diğer ölçekler ise Kochanska ve arkadaşları tarafından geliştirilen oyun niteliğindeki etkinlik uygulaması ile Çocuk Davranış Değerlendirme Ölçeği’dir. Bu ölçek anneler tarafından duygusal ve davranış sorun belirtilerini çocuklarında ne sıklıkta gözlemlediklerine dair doldurulmuştur. Elde edilen verilere göre elde edilen cinsiyet ve yaş ilişkili sonuçlar diğer kültürlerle de eşleşerek değişkenlik ortadan kaldırılmıştır. Bu veriler ışığında; kendini denetleme becerisi yüksek olan çocukların sosyal açıdan daha yetkin, ilişkilerinde ise daha az öfkeli ve saldırgan oldukları söylenebilmektedir. Ayrıca anneler ve öğretmenler tarafından doldurulan D/O ve DD ölçekleri SYDD-30 ölçeği demografik değişkenler kontrol edildikten sonra anlamlı derecede ilişkili bulunmuştur. Başka bir deyişle Değişkenlik ve Olumsuzluk ile Duygu Düzenleme Sosyal Yetkinlikle ilişkili bulunmuştur. Elde edilen veriler ışığında varılan bu sonucun bu tarz sorunların erken zamanda tespit edilip müdahale edilmesine katkı sağlayacağı umulmaktadır.

Başka bir çalışmada ise bebeklik ve erken çocukluk döneminde gelişimsel risk tespiti amaçlanmıştır ve Sosyal İletişim Alanı Tarama Testi (SİATT) uygulanmıştır. SİATT 6-24 ay arası bebek ve çocuklarda gelişimsel risk tespit etmeyi amaçlayan 43 maddeli ebeveyn bildirimli bir tarama testidir. Gelişimsel geriliğin tespiti 3 yaşından önce yani bebeklik ya da erken çocukluk döneminde olmalıdır.  Bu araştırmada gelişimsel gecikmelerin tespitinde sosyal iletişim alanına ait becerilerin önemine dikkat çekilmiştir. Dil becerisi sosyal amaçlı bir beceri olarak ele alındığından sosyal bağlam içerisinde incelenmektedir. Dil gelişiminde beklenen yol ise konuşma öncesinde bakış, el-kol hareketleri ve işaretleri, sonrasında ise kelime üretimi ve kullanımı olarak çizilmiştir. Bu nedenle konuşma öncesinde iletişime yönelik becerilerin yakından takip edilmesi gerekmektedir. Gelişim değerlendirilmesinde beş temel alan vardır. Bunlar; kaba motor, ince motor, bilişsel, dil ve sosyal alanlardır. Başka bir deyişle farklı alanların birbiriyle bağlantılı ve birbiri üzerinde etkili olduğu görüşü savunulmaktadır. Testin alanı olan Sosyal İletişim Alanı buradan gelmektedir. Çalışma örnekleminde rutin kontrolleri yapılan ve çeşitli kontroller nedeniyle hastaneye gelen çocuklar ile sağlıklı çocuk polikliniğine gelen 6 aylık 2 yaş arası 442 çocuk katılmıştır. SİAT testi iki faktör altında hazırlanmıştır. İlk faktör “iletişime yönelik sosyal beceriler” ki bu faktör “konuşma öncesi beceriler” ile “kelime kullanımı” olarak ikiye ayrılmıştır. İkinci faktör ise “Farkındalık içeren beceriler” olarak adlandırılmıştır. Cevaplar “ara sıra”, “henüz değil” ve “sık sık” şeklindedir. Norm değerlendirmesi yapılırken sağlıklı çocuk izlem polikliniğinden 275, nöroloji kliniğinden 23 ve özel çocuk doktoru kliniğinden 12 çocuk katılmıştır. Her yaş aralığına uygun olarak her maddenin gerçekleşme oranı belirlenmiş, risk açısından uyarıcı ve ayırt edici maddeler belirlenmiştir. Durumu belirlenen gruplarla SİATT puanları karşılaştırılmıştır. Risk faktörü 4 ve üzeri faktörün bulunurluğu (+) olarak belirlenmiş, 3 ve altı ise (-) olarak belirlenmiştir. Bu riskli faktörler gelişime etki etmektedir. Böylece her yaş grubunda normal gelişim gösteren ve risk arz eden gruplar saptanmıştır. 84 çocuk riskli 214 çocuk normal olarak sınıflandırılmıştır. Bu gruplar arasında birinci faktör olan “iletişime yönelik sosyal beceriler” ve onun 2 alt faktörü olan “konuşma öncesi beceriler” ve “kelime kullanımı” ile ikinci faktör olan “farkındalık içeren beceriler” yönünden anlamlı farklılıklar bulunmuştur. Örneklemdeki kız ve erkek çocukları arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Bu durum ölçeğin cinsiyet açısından bir sınırlama teşkil etmediğini göstermektedir. Normal ve riskli davranım açısından cinsiyet farklarına bakıldığında erkeklerin %32.7’sinin kızların ise %23.4’ünün riskli olarak gruplandırıldığına rastlanmıştır. Anlamlı fark olmamasına karşın erkekler gelişimsel risk açısından fazladır. Bulunan riskli değerlendirme yüzdeleri testin kim tarafından (anne, baba ya da anne-baba) doldurulduğunun önem taşımadığını göstermektedir. Bu durumda hem anne hem babanın çocuğun gelişimi hakkında bilgi sahibi olduğunu göstermektedir. Bebeklik ve erken çocukluk döneminde gelişimsel değerlendirme için kullanılan BRIGANCE testinin risk faktörleri incelendiğinde SIATT ile benzediğine rastlanmıştır. Böylece çalışmanın başında savunulan risk etkenlerinin toplam etkisi ile gelişimsel olarak riskli olma durumu arasında ilişki desteklenmiştir. Bunun yanısıra konuşma öncesi iletişim faktörü olarak belirtilen el-kol hareketleri, işaret, bakış gibi motor hareketlerinde sorun yaşayan çocuklar konuşma öncesi beceriler ve farkındalık kısmında daha fazla gelişimsel riskli olarak değerlendirilmiştir. Özetle SİATT risk etkeni (+) olarak grubu ayırt edebilmiştir. Kaba motor gelişiminde kaygılı olan aileleri saptamıştır. Bu nedenle nörolojik açıdan sorun yaşayan çocuklar daha riskli bulunmuştur. Risk teşkil eden faktörlerin saptanmasında da başarılı bulunmuştur. Cinsiyet odaklı gelişimsel risk grupları ayrımında erkek çocukları daha fazla gelişimsel olarak riskli bulunmuştur. Bunun yanısıra doğum kilosu, erken doğum, takip edilen hastalık varlığı, doğumsal anomali, annenin yaşı ve anne baba akrabalık durumları gelişimsel risk arzeden faktörler olarak saptanmıştır. Babanın çalışıyor olması faktörünün gelişimsel alanda gerilik üzerinde risk faktörü olarak yer alması sosyal beceri safhasında anne gibi babanın da etkili olduğu fikrini doğurmaktadır. Bu çalışmanın erken girişim programlarında gelişimsel gerilik tanısı koyarken faydalı olacağı düşünülmektedir.

Belirtildiği üzere Tepkisel Bağlanma Bozukluğu ile binişik durum tablosunda ise TBB’ye benzer olarak DEHB, travma sonrası stres bozukluğu, yıkıcı davranış bozuklukları ile dil ve zekâ sorunları görülmektedir. Soysal ve Bodur (2007) tepkisel bağlanma bozukluğuna dair yaptıkları incelemelerde bu bozukluğa yol açan en temel etkeni sağlıksız ve yetersiz bakım olarak belirlemişlerdir. Aileden uzak kalan ya da birlikte olsa bile ihmale maruz kalan çocuklarda alıcı ve ifade edici dil gelişimi, bilişsel gelişimi ve dikkat süreçlerinin bozulması, kişilerarası yetersizlik ve sosyal davranış bozukluğu gibi problemlerle fiziksel hastalıklarla açıklanamayan geriliklere rastlandığı vurgulanmaktadır. Bir çalışmada DEHB ile birlikte Karşı Gelme Bozukluğu ve/veya Davranış Bozukluğu eş hastalanımında aile işlevleri ve psikososyal değişkenleri işlenmiştir.  Zekâ bölümleri ve davranışsal sorun alanlarıyla ana babanın psikopatolojileri ve aile işlevleri incelenmiştir. Örneklemde 6-11 yaş arası 92 çocuk bulunmaktadır. Ailelere 4-18 yaş arası Çocuk ve Gençler için Davranış Değerlendirme Ölçeği (ÇGDÖ) ile psikiyatrik sağaltım alıp almadıklarına ve eşlerinin alkol kullanıp kullanmadığına dair Aile Değerlendirme Ölçeği (ADÖ) doldurtulmuştur. ÇGDÖ formunda “içe yönelim” ve “dışa yönelim” olarak olarak iki ayrı davranış belirti puanı bulunmaktadır. İçe yönelim grubunda sosyal içe dönüklük, anksiyete/depresyon, somatik yakınmalar, dışa yönelimde ise suça yönelik davranışlar, saldırgan davranış ölçekleri bulunmaktadır. Ayrıca her iki gruba da girmeyen dikkat sorunları, cinsel sorunlar ve sosyal sorunlar ölçekleri de ele alınmıştır. Hepsinin toplam değerlendirmesinden “Toplam Sorun” puanı elde edilmektedir.  ADÖ ölçeğinde ise ailenin işlevlerini yerine getirip getirmediğine dair bir sonuca varıp sorunsal alanları bulmak amaçlanmıştır. Bu testte problem çözme, iletişim, roller, duygusal tepki verebilme, gereken ilgiyi gösterme, davranış kontrolü ve genel işlev ölçekleri bulunmaktadır. Puanlar 1 ile 4 arasında değişmekte, 2.00 üzeri puan ortalaması aile işlevinde sağlıksızlık mânâsındadır. Değerlendirmeler ışığında Dikkat Eksikliği ve Yıkıcı Davranış Bozuklukları çatısında bulunan DB tanıların sayıca azlığı nedeniyle genellikle KGB ile birleştirilmektedir. Bu araştırma sonucunda takip edilen sonuçlar bulunmuştur. Sonuçlar şu şekildedir; eşhastalanım tanısı yönünden erkek ve kızlar arasında anlamlı farklılıklar bulunmamaktadır. Fakat DEHB ile ek yıkıcı davranış bozukları tanısı alan erkek olgular anlamlı derecede fazladır. Her iki gruptaki çocukların gebelik süresi, yeni doğan sorunlarının olup olmaması benzerlik göstermiş hatta bu dönemde sorun olmadığına rastlanmıştır. Bunun yanısıra zekâ düzeyi, yürüme, konuşma yaşları ve kardeş sayıları açısından benzediklerine ulaşılmıştır.  Aile düzeni olarak ise tümünün çekirdek ailede büyüdüğüne rastlanmıştır. Tanılar ise şu şekildedir: DEHB alt gruplarına bakıldığında %73.9 oranıyla bileşik alt grup fazladır. %15.2 olgununu dikkat eksikliği grubunda %10.9 olgunun ise hiperaktivite dürtüsel grubunda olduğuna dikkat çekilmiştir. Ek tanı alan olgularda bileşik olarak hiperaktivite ile dikkat eksikliği görülme oranı %78’dir.  Öte yandan KGB ve/veya DB ek tanısı alan almayan tüm DEHB olgularının ÇGDÖ alt ölçeklerinde anlamlı farklılık gösterdiğine ulaşılmıştır. Bu ölçek DEHB alan olgulara kıyasla KGB ve/veya DB yıkıcı davranışlar gösteren olguların davranışsal sorunlarına değinmiştir. Bileşik grupta “dışa yönelim” anlamlı ölçüde fazladır fakat bu grupta “içe yönelim” de fazladır. Özellikle somatik yakınmalar ve anksiyete/depresyon fazladır. Bu kişiler ergenlik döneminde daha fazla depresyon ve anksiyete sorunu yaşamaktadır. Özellikle DB kaynaklı anksiyete ergenlikte yaygındır. ADÖ ölçeğinde ise KGB ve/veya DB ek tanılarını alan DEHB gruplarında sağlıksız aile işlevine rastlanmıştır. Özellikle Roller ve Davranış kontrolü açısından anlamlı farklılıklar bulunmuştur. Bu ailelerde davranışlara etkin ve ölçülü standart koyup kontrol etme yetisinde sorun görülmüştür.  DEHB ile DB tanısı alanlarda ailede kişiler arası çatışmalar daha fazladır, annelerin ruh sağlığı daha kötüdür. Bu durumla annelerin duygudurum ve anksiyete bozukluğu ve uyarıcı/kokain bağımlılığı durumun ilişkili olabileceğine dikkat çekilmiştir. Ayrıca bu anneler babalara dair daha çok sorunlu içicilik bildirmişlerdir. Sonuç olarak DEHB ile eş tanı gösteren KGB ve/veya DB tanısı alan çocukların annelerinde depresyon babalarda alkolizm durumunun daha yüksek olduğuna aile işlevinin ise daha sağlıksız ve sorunlu olduğuna rastlanmıştır. Başka bir deyişle eşhastalanım olup olmaması dışındaki diğer değişkenlerin ve ebeveyn sosyodemografik özelliklerinin benzerlik gösterdiği sadece aile işlevlerinin ve psikopatolojilerinin olumsuz farkları yarattığı vurgulanmaktadır. DEHB tanısı alan çocukların sağaltıma uyum ihtiyaç duyarken sorunlu anne babaya denk gelmesi daha az olumlu sağaltıma sebep olmakta ve eşhastalanıma yol açmaktadır. Bu nedenle özellikle yıkıcı davranım bozukluğu ek tanısında çocuğun sağaltım girişiminin yanısıra ana babanın da bu yönde beceri kazanması, denetlenmesi ve ana-babalık becerisi yönünden eğitilmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak; çocuğun 0-2 yaş döneminde çocuğun bakım verenle bağlanma geliştirmesinin ileriki yaşama etkisi ettiği ve bu süreçte bakım verenin demografik özelliklerinden, gebelik süresinin uzunluğundan çok ruhsal durumunun da etki ettiğine dair bulgulara rastlanmıştır. Aynı zamanda aile değerlendirmelerinde elde edilen verilere göre aile işlevinin sağlıksız olmasının birtakım sorunlara yol açtığı düşünüldüğünden ana-babalık işlevinin önemli bir yer tuttuğu savunulmaktadır. Bu dönemde sorun yaşayan çocukların okul öncesi dönemde, ergenlikte ve ileriki yaş evrelerinde problem yaşamaya meyilli olduklarına değinilmiştir. Kimi rahatsızlıklarda cinsiyet açısından sorunlar fark etmemekle birlikte; örneğin yıkıcı davranış bozukluğunda erkeklerin daha sorunsal bir yapıya sahip olduğu söylenmektedir.  Bu dönemde gelişmesi beklenen iletişim odaklı birtakım sözel ya da motor hareketleri (dil gelişimi öncesi) yetilerin sosyal gelişmeyi etkilediği düşünülmektedir. Tüm bu bilgiler ışığında özellikle anne olmak üzere bakım verenin psikolojik yönden denetlenmesi ve desteklenmesi çocukla olan bağı olumlu yönden etkileyerek ileriki yaşamını daha sağlıklı bir işlevsellikle sürdürmesi vurgulanmaktadır.

Yazar: Melin Uluç

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com