Paylaş

Son yıllarda, toplumsal cinsiyet çalışmaları oldukça rağbet gören akademik bir konu haline geldi. Fakat gündelik hayatta, toplumsal cinsiyet rolleri bir stres kaynağı olabilmektedir.

Toplumsal Cinsiyet nedir?

Toplumsal cinsiyet genellikle biyolojik cinsiyetle karıştırılmaktadır. Fakat ikincisi, insanlar arasındaki biyolojik farklılıklardan bahsetmektedir. Yani biyolojik cinsiyet, mesela şöyle der; bir kadının belirgin göğüsleri, bir erkeğin ise penisi vardır; cinsiyetleri doğuştan belirlenmiştir. Fakat öte yandan, toplumsal cinsiyet, toplum ve kültür tarafından belirlenir.

Biri kadın diğeri erkek olan iki arkadaşınızı düşünün. Biyolojik farklılıkları hemen bariz bir şekilde görülebilir. Simon kıllı göğsü ve kaslı kollarıyla birlikte görece daha uzundur. Kate ise belirgin ve kılsız bir göğse, ince kollara sahiptir. Hormonları ve üreme organları da birbirinden farklıdır. Üstelik (şayet cinsiyet değiştirme operasyonu geçirmezlerse) bu farklılıklarına dair bir kontrol gücüne sahip değildirler de. İkisi de, erkek çocuklarının ağaca tırmanarak ve kavgalara karışarak cesur ve maceracı olması gerektiğine ve kız çocuklarının ise hassas, duygusal ve görünüşlerine takıntılı olması gerektiğine inanan küçük, muhafazakâr bir kasabada büyümüşlerdir. İdeal erkek güçlü, dediğim dedik ve iddialı iken ideal kadın romantik, nazik ve anaçtır. Diğer bir deyişle, doğuştan gelen bir cinsiyetleri vardır, fakat toplumsal cinsiyet rolleri, içine doğmuş oldukları kasaba tarafından belirlenir.

Fakat eğitim almak üzere kasabadan ayrıldıklarında, bu rolleri sorgulamaya başlarlar. Mesela Simon duygularını bastırmaktan dolayı yorulmuştur ve bir terapiste gider. Kate ise evlenmemeye veya çocuk sahibi olmamaya karar verir. Bunun yerine, kendi işini kuracaktır ve hafta sonları da kickbox derslerine başlayacaktır. Cinsiyetleri değişmemiştir. Kate’in hala belirgin bir göğsü, Simon’ın da bir penisi vardır. Fakat toplumsal cinsiyetlerinin tanımlanış biçimlerine meydan okumaktadırlar.

Elbette, bu tür bir koşullanmaya meydan okumak yeni bir şey değil. 19. yüzyılın sonlarında İngiltere’de, Oscar Wilde gibi yazarların öncülük ettiği “Estetik Akım”, sanatı her şeyin üzerinde tuttu. Onlara göre, değer ölçülerimizi din veya toplumun değil de sanatın belirlemesi gerekliydi. Aynı zamanda, toplumsal cinsiyet ile oynamaktan da keyif aldılar. Estetik akımını savunan erkekler genellikle, saçlarını uzatmak ve ipek elbise giymek gibi, kadınlara özgü kıyafet seçimi yaparlardı. Wilde, Oxford’daki odasını zambaklara boğmuştu. Dahası, bu estetik altkültür, sahnede ellerinde demet demet çiçeklerle beliren Morrissey, makyaj yapan Boy George, elbiseyle British TV’ye çıkan David Bowie gibi pop starlar arasında yeniden ortaya çıkmıştı.

Sorunlar

Toplumsal cinsiyet sayısız yollarla strese neden olur. Bu stres kaynağı dışardan da gelebilir (patronu tarafından ciddiye alınmadığı için, terfi söz konusu olduğunda, bir kadının görmezden gelinmesi), kişinin kendisine dayatması ile de (bir kadın, patronunun kendisini kale almadığına inanabilir, oysaki patronun yaptığı sadece bir kabalıktır). Sonuç itibariyle, kadın kendisini baskılayarak ve bunun hıncını eşinden ve çocuğundan çıkararak iki kat zorluk içinde çalışır.

Diğerleri ise tam tersi nedenlerden dolayı stresi deneyimler. Toplumsal cinsiyet rolleri onaylanmaktan ziyade gözardı edildiğinde sıkıntı yaşarlar. Bu durum özellikle de (kavga etmek için diğer erkeklere kafa tutarak, kas yaparak, vs.) erkekliklerini öne sürmekten gurur duyan erkekler için geçerlidir. Fakat günümüzde, bu tür maço duruşlar artık pek de saygı görmemektedir. Pek çok insan bu tavırlarla alay etmekte ve bunları küçümsemektedir. Şayet bir erkek babasını despotluğu ile veya annesini masada akşam sofranın başındaki haliyle hatırlarsa, aynısını kendi eşinden de bekleyebilir. Kadın ise bu tabloya sadece itiraz etmekle kalmayıp bir de böyle bir şeyi kendisinden beklemesi nedeniyle adama güldüğünde, adam kafası karışmış ve aşağılanmış hisseder.

Bu toplumsal cinsiyet meseleleri çeşitli bağlamlarda ortaya çıkar. En bariz örnekleri, iş yeri, okul ve aile gibi toplumsal kurumlarda görülür. Fakat toplumsal cinsiyetin neden olduğu stres belirli hayat düzeylerinde açığa çıkabilir. Toplum öyle hızlı değişir ki en hassas ve düşünceli bireyler bile sersemlik hisseder. Özellikle erkekler bir flört randevusunda nasıl davranacaklarını bilemezler. Restoranın girişinde kapıyı açıp kadını buyur etmeliler midir yoksa kadın bunu dayatmacı ve incitici mi bulur? Kafa karışıklığı, farklı bir kültürden biri ile ilişki kurulmaya çalışıldığında da meydana çıkabilir. Avrupa’nın sınırları içinde bile, kuzeyli ve güneyli erkekler arasında hala belirgin farklar vardır.

Toplumsal Cinsiyet Stresi ve Erkekler

Son yıllarda, “erkeklik krizi” denen şeyden çok çeşitli anlamlar çıkarıldı. Aslında bu, erkeklerin, bir erkek olmanın ne anlama geldiğini tanımlarken yaşadıkları zorluğa atıfta bulunur. Bu ifade genellikle genç, eğitimsiz işçi sınıfı erkeklerden bahsederken kullanılır. Geleneksel anlamda, erkek çocuklar eğitim veya maddi zenginlik eksikliklerini, “gerçek bir adam” olarak telafi ederlerdi. Çoğu için bu kas yapmak, dövüşmeyi öğrenmek ve hiçbir hakareti cezasız bırakmamaktı: Bu tahsilli budala benden daha çok kazanıyor olabilir fakat ne kadar donuk ve cılız olduğuna bir bakın; ben en azından gerçek bir adamım! Çoğu, kadınların “fazlasıyla hassas olduğu için yapamayacağı” türden ağır, bedensel işleri yapmakla övünürlerdi.

Aile birliği içerisinde, son söz onlarındı. Yakın zamana dek, işçi sınıfı erkekleri genellikle genç yaşta evlenir ve ardından birkaç çocuk sahibi olurlardı. Bu küçük dünyanın içinde, erkek kraldı. Karısı çocuklara bakardı, evi düzenli tutardı ve yemekleri pişirirdi. Karşılığında ise, erkek onları, (çocuğuna sataşmaları veya eşinin cinsel tacize uğraması gibi) dışardaki tehlikelerden korurdu. Bu model son yıllarda vahim bir eşiğe dayandı. Almanya, İngiltere, Kanada, ABD gibi ülkelerdeki çoğu genç kadın bu tür düşüncelere gülmektedir esasında.

Böyle olduğu halde, kadınların da kendi içinde anlaşılması zor olduğunu söylemek gerek. Kendileriyle baş başa kaldıklarında, aslında çoğu, feministler olarak adlandırılsalar da, “kadınsı” bir koca istemediklerini kabul edeceklerdir. Aksine, erkek iddialı olduğunda, öne atıldığında ve kadını diğer adamlara karşı koruduğunda ondan daha çok hoşlanırlar. Dolayısıyla erkekler sıklıkla ciddi bir kafa karışıklığı yaşarlar. Kız arkadaşları bir yandan, artık 19. yüzyılda olmadıklarını, kendi kendilerine hayatta kalabileceklerini, onun çamaşırlarını filan yıkamak gibi bir niyetlerinin olmadığını açık açık söylerler, öte yandan partnerleri “erkeksi” olduğunda bundan daha çok hoşlanırlar. Hayattaki pek çok şey gibi, rasyonel ya da toplumsal benliğimiz ilkel, akıldışı benliğimiz ile çatışır.

Kadın bir partnerin yanında erkek olmanın teşkil ettiği stres, özellikle de yapısı itibariyle iddialı veya kavgacı olmayan erkekler için ciddi anlamda strese neden olur. Erkekler, özellikle partneri veya çocuklarının yanındayken, daha yapılı, daha güçlü bir erkek tarafından aşağılanmaktan veya rezil edilmekten çok korkarlar; bu korku, daha sonrasında, aşırı şiddetin kıvılcımlarını harekete geçirebilir. Aynı zamanda tamamiyle nahoş davranışlara da neden olabilir. Çoğu kimse, ortada bir neden yokken, sırf karısını veya kız arkadaşını etkilemek için, bir garsona ya da mağaza görevlisine bağıran minyon, fiziksel anlamda zayıf bir erkeğe denk gelmiştir. Bunu bir barda yapmaya cesaret edemez, fakat bir mağazada ya da restoranda güvende olduğunu bilir.  

Toplumsal cinsiyet, çocuğun velayeti için mücadele ederken de strese neden olur. Mahkemeler genellikle kadının yanındadır ve çoğu ülkede erkekler çocuklarını istedikleri kadar görmek için mücadele ederler. Eğer karısı, daha zengin olan başka biri ile görüşmeye başlarsa ve bunu takiben kadın ilgisini ve bağlılığını üvey babaya yöneltirse, çocuk bu durumdan fazlasıyla etkilenebilir. Yine, bu da bir erkek olarak küçülmüşlük veya düşmüşlük hissine, aşağılanmışlığa neden olabilir.

Geleneksel düşünce erkeklerin kadınlara nazaran daha az duygusal olduğu yönündedir. Aslında, duygusal olmak hala kadınsı bir nitelik olarak düşünülür. Örneğin ağlamak ya da birine onu sevdiğini söylemek, erkekler için kolay şeyler değildir. Günümüzde bile, bir erkek başka bir erkeğin gözü önünde ağlamamak için her şeyi yapabilir. Özellikle yakın erkek arkadaşlarının yanında da duygularını bastırırlar. Ağlamak veya duygusal olmak hala kadınsılık ve “zayıflık” alameti olarak görülür. Bu tutum, kadınlar daha çok depresyondan mustaripken, neden erkeklerin kendilerini öldürmeye daha eğilimli olduklarını açıklayabilir.

Rekabet ise diğer bir stres kaynağıdır. Erkek çocuklar, küçük yaşlardan itibaren, bir diğeri ile yarışma konusunda yüreklendirilirler. Gençliklerinde ise sadece partner için değil aynı zamanda iş ve terfi konusunda da diğer erkekleri rakipleri olarak görme eğilimindedirler. Ve iş yeri de genellikle alıngan ve incinmiş egolar ile dolup taşmaktadır. Genellikle, tıpkı işe ilk başladıklarında kendilerine yapıldığı gibi, güçlerini ve konumlarını, altındakilere kabadayılık etmek ve onları küçümsemek için kullanırlar. Geleneksel anlamda erkeklere mahsus olan çoğu mesleğe kadınlar da dâhil olduğundan beri, aşağılanma korkusu şiddetlenmiştir.

Toplumsal Cinsiyet Stresi ve Kadınlar

Kadınlar da toplumsal cinsiyet temelli stresi ciddi anlamda deneyimlerler. Örneğin iş yerinde, bir kadın, zayıf olduğu düşünülür korkusu ile, cinsel tacize uğradığına dair şikayette bulunmaktan çekinir. Kadınlar, bankacılık veya pazarlama gibi erkek mesleklerine ilk dâhil olduğunda, genel kanı kadınların bu işle baş etmek için fazlasıyla duygusal oldukları yönündeydi. Açıkça görülüyor ki, kadınlar buna teessüf ettiler ve aksini ispatlamak için sıkı çalıştılar. Ne yazık ki, bu durum, özellikle erkek egemen bir çevrede, endişeleri ve sorunları bastırmak anlamına geliyor. Eğer bir kadın maruz kaldığı bir zorbalık ya da cinsel taciz konusunda şikâyetçi olursa, hem kadın hem erkeklerden korkunç bir tepki görmeyi göze alır. Erkek meslektaşları tipik bir kadın olduğunu ima edeceklerdir. Öte yandan, kadın meslektaşları ise kendilerini utandırdığı için ona kızacaklardır.

Annelik de bir stres kaynağıdır. Son zamanlardaki değişikliklere rağmen, kadınlar genellikle ev işlerinin çoğunu yapmaktadırlar ve zamanlarının çoğunu çocuk bakımı için sarfetmektedirler. Şayet bir de iş sahibiyseler, ikisini birden dengelemek yorucu olabilir. Doktor ya da öğretim görevlisi gibi eğitimli, meslek sahibi kadınlar bu durumu özellikle can sıkıcı bulur. Ve çoğu da yeteneklerini ve eğitimini kullanamamaktan dertlidir. Bu hayal kırıklığı, kimi zaman insanların yeni annelere dayatmacı bir ses tonu ile konuştuklarında daha da kötü bir hal alır.

Diğer bir genel şikâyet ise erkeklerin (ve elbette diğer kadınların) kadınları dikkate almadığıdır. Bu durum özellikle de kriz zamanlarında belirgindir. Günlük hayatta erkekler kadın meslektaşlarını ötelemezler, onların görüşlerini dikkate alırlar. Fakat stres veya ciddi dram içeren anlarda, yüzyıllık koşullanma yeniden yüzeye çıkar ve erkek yönetimi ele geçirir.

Bedensel imge bir diğer başlıca stres nedenidir. Reklamcılar cinselliğin rağbet gördüğünü bilirler ve bu nedenle reklamlarını genellikle yarı çıplak, ince ve sağlıklı, güzel kadın imgeleri ile doldururlar. Bu şekilde görünmeyen kadınlar gayet doğal olarak kendilerini aşağı hissederler. Feministler, kadının nesneleştirilmesine karşı uzun süre mücadele etmişlerdir. Zira, bir kadının değeri nasıl göründüğüne bağlı olmamalıdır. Topluma erkek egemen olduğunda, kadınlar kendilerini bu şekilde değerlendirmeleri konusunda ikna edilir. İnternet pornografisi ve reklamcılık da erkekleri, kadınları cinsel nesnelerden başka bir şey olarak görmemek konusunda destekler niteliktedir.

Çocuk sahibi olmamayı seçen kadınlar da düşmanlık ile karşılaşır. Öte yandan, çocuksuz bir erkek “özgür bir ruh” olarak düşünülür! Erkekler sıklıkla evlilik prangasından kaçmak konusunda şaka yaparlar. Fakat bir kadın bu tür bir yaşam tercih ettiğinde, acıyan bakışlara maruz kalır. Çünkü genel varsayım şu şekildedir; bekar ve çocuksuz bir adam kendi tercihleri neticesinde böyledir, fakat bekar ve çocuksuz bir kadın bir partner bulmaya çalışmıştır ve başarısız olmuştur.

Kimileri, toplumsal cinsiyet sorgulandığında kendisini tedirgin hisseder. Fakat netice itibariyle, bu bir özgürlük meselesidir. Önümüzdeki yıllarda, insanlar toplumsal cinsiyeti kendilerine uyacak şekilde tanımlama konusunda özgür olacaklardır. Ve bu durum ancak iyiye yorulabilir.

Yazar: Mark Goddard
Çeviren: Müleyke Vural
Kaynak: healthguidance

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. 


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com