• 27 Haziran 2018
  • Kaan Onur Kaftanoglu
  • 0
Paylaş

En basit Kanarya Adaları ya da banyo tozları reklamının arkasında parlak harflerle yazılı olan mutluluk, tüketim toplumunun mutlak göndergesidir. Tüketim Toplumu

(Jean Baudrillard)

Nesnelere bağımlı bir yaşantı içerisinde gerçekleştirilen seçimler genel anlamı ile yanılsamalara bağlıdır. Bir kişi “patates soyacağına ihtiyacım var” diye düşündüğü zaman aslında bu düşünce kendiliğinden ortaya çıkmıyor. Öyle ki bu ihtiyaç, endüstriyel sistem içerisinde ona çok önceden yaratılmaya başlanmıştı bile. Seçimler üzerine kurulu bu sistemde tüm ürünler reklamlar aracılığı ile ihtiyaç hâline getirilmeye başlanıyor ve kişi “bir patates soyacağına ihtiyacım var ve bu yüzden satın almalıyım” yanılgısına kapılıyor. Aslında bu süreç daha öncesinde sistem tarafından tamamı ile suni bir şekilde oluşturulmuştu ancak, tüketici yani satın alacak kişi bunun henüz farkında değildi. Hatta belki de bu seçimi özgür bir şekilde yaptığını düşünüyordu. Hâlbuki tüketici-satın alan kişi gizli bir ideolojinin içerisine hapsolmuş denek faresi gibiydi.

Gündelik yaşantımızı sürdürdüğümüz şehirlerde veya kentlerde kırsala nazaran daha farklı bir gizli ideoloji hâkimdir. Şehirde sürdürülen hayatlar tam anlamıyla endüstriyel bir ideoloji üzerinden devam eder. Kişi hayatını sürdürebilmek için bir diğerine ideolojik olarak bağlı olmak durumundadır. Bu bağlılık ve gelenekçi tüketim alışkanlığı, sistemi ayakta tutan temellerdir çünkü; şehirde “yaşamak”, “tüketmek” ile eş anlamlıdır.

Endüstriyel ideoloji kendi içerisinde gizli bir ahlaka sahiptir ve bu ahlak, ideolojinin kendisidir. Burada sorulması gereken soru şudur: Bir şeye sahip olma yöntemi toplumsal bir değer olarak kullanılabilir mi? Buradaki “değer” kelimesi hem ahlakî hem de maddî olarak düşünülebilir. Peki, bir şeyin değerini gerçekten ona nasıl sahip olduğumuz mu belirler? Bu sorunun cevabı elbette kimileri için göreceli olabilir. Ancak, günümüz toplumlarında bir şeye sahip olmaktan çok, o şeye nasıl sahip olunduğu daha önemlidir. Bunu bir örnek ile açıklamamız mümkün. Örneğin, bugün bir hırsız cep telefonu çalıyor diyelim. Ahlakî yönden bu eylemi hemen herkes kusurlu bulacaktır çünkü, hırsız bir kişinin mülkiyet hakkına karşı suç işlemiş sayılır. Ve eğer çalınan telefonu kullanmaya başlarsa ve yine bu kullandığı telefonun çalıntı olduğu bilinir veya anlaşılırsa burada şöyle bir durum ortaya çıkar: Ahlak gözlüğü ile bakan kişiler normal olarak, hırsızın telefona sahip olmasından çok, ona nasıl sahip olduğu ile ilgilenir. Yani burada telefonun değerini aslında sahip olma yöntemi belirleyecektir. Veya hayatını çöpçü olarak kazanan birini toplum normal ve ahlakî bulurken, yine hayatını çalışmadan çöpten topladıkları ile idare eden birini normal ve hatta ahlakî bulmayacaktır. Tüm bunlar kapitalizmin, endüstrinin ve hatta konvansiyonel ekonominin yarattığı yanılsamalardır. Diğer taraftan, sorunu mülkiyet hakkına karşı işlenen sözümona bir suç olarak ele almaktan ziyade, vurgu yapmak istediğim kısım sistemin yarattığı gizli ideoloji içerisinde “ahlaklı tüketim kültürü”nün sahip olma yöntemini belirleyen faktörlerden biri olmasıdır. Çünkü eğer bir ürüne ahlaklı bir şekilde sahip olmazsanız, demem o ki çalışarak, alnınızın teri ile almazsanız kapitalist sistemi ayakta tutan kolonlardan biri yıkılacaktır ve bir süre sonra da tüm sistem yok olacaktır. Bu yüzden gelenekçi endüstriyel kapitalist sistemin “ahlaklı tüketim” vaazı onu iyilik meleği yapmıyor aksine, kendi çıkarına uygun hareket eden içten pazarlıklı bir şeye dönüştürüyor. Buradan anlaşılıyor ki, empoze edilen bu ahlak yapısı insanı erdemli yapmak yerine, onu bir kobaya dönüştürüyor. Kişi iyi bir amaca hizmet ettiğini düşünerek hayatını devam ettirirken aslında ona emredilen bazı gerekli-gereksiz şeyleri yapmaktan başka herhangi bir şeye hizmet etmiyor.

Peki ne yapacağız da kendimizi bundan kurtaracağız? Pek tabii kimseye nasıl yaşayacağını veya düşüneceğini söyleyecek değilim. Ancak bahsedeceğim “yaşam tarzı” şu ana kadar anlattığım hemen her şeyin bir alternatifi olacak niteliktedir. Birçokları için bu yaşam tarzı çok uç bir nokta olsa da, endüstriyel kapitalizmin karşısında en dirayetli duranlar muhtemelen onlardır. İyi güzel de, başlıkta bahsedilen çöplerin tüm bu anlattıkların ile ne alakası var diye sorabilirsiniz. Ben de tam şu an o konuya geliyorum.

Aşağı yukarı son 20 yıldır tarihin belki de en eğlenceli, en farklı tüketim karşıtı ve anti-kapitalist hareketine seyirci oluyoruz. Özellikle Amerika ve Avrupa’da kendisini sık sık gösteren bu hareket ilk etapta biraz garipsenebilir ancak, biraz daha detaylı bakıldığında görülüyor ki, az önce bahsettiğim şeylerin farkındalığından yola çıkan bir topluluktan başka bir şey değil. Pek tabii, her kesimde olduğu gibi burada da çürük elmalar bulunabilir ancak yine de freeganların benimsediği bu duruşa saygı duymamayı gerektirmiyor. Çünkü bu öyle bir karşı hareket, bir diğer deyiş ile yaşam tarzı ki, en radikal kesimlerin bile biraz çekimser yaklaşmasına sebep oluyor.

Freeganizm veya freeganlık, en genel tabiri ile free ve vegan kelimelerinin birleşiminden ortaya çıkmış yeni bir kelime. İlk bakışta veganlığın bir türü olarak düşünülebilir ancak veganlık ile pek alakası yok. Freeganizm temelinde anarşizm ve punk kültürü barındıran yeni sayılabilecek anti-kapitalist ve anti-tüketici (anti-consumerism) bir hareket. Amacı ise endüstriyel kapitalizme dahil olmadan hayatta kalmak ve bu vesile ile sistemi çalışmaz hâle getirmek. Eh, endüstriyel kapitalizme dahil olmamaya, yani sistemin çarkını döndürmemeye çalışıyorsanız yapabileceğiniz çok fazla seçenek yoktur aslında; çöp karıştırmaktan başka.

National Resources Defence Council tarafından açıklanan verilere göre 2012 yılı içerisinde, yani 6 yıl önce, Amerika’da üretilen ürünlerin %40’ı çöpe gitti. Bu endüstriyel kapitalizmin yarattığı israfa en güzel örneklerden biriydi. Ortaya çıkan gereğinden fazla üretim ise maddî anlamda 165 milyar dolara denk geliyordu. Esasında fazla üretimin çöpe gitmesinin en önemli sebebi benimsenen tüketim şekilleridir. Gündelik yaşantımızda farkında bile olmadığımız onlarca uyarana maruz kalmamız; reklamlarda dayatılan onlarca şey, televizyon, radyo veya bizi etkisi altına alan diğer meşgaleler daima nasıl yaşamamız gerektiği konusunda öğütler ve vaazlar veriyorlar, yani başta belirttiğim ideolojiye sahip olmamız için uğraşıyorlar. Çünkü bu ideolojiye sahip olmadığımız durumda deyim yerindeyse sistemin şapkası düşüyor ve keli gözüküyor. Bir gıdanın nasıl olması gerektiğinden tutun da, onun nasıl yeneceğine kadar sürekli bir kültür empoze ediliyor. Bu yaratılan yeni kültür insanı sadece belli ürünleri tüketmeye yönlendiriyor ve ardında onlarca yenilebilir gıda, giyim veya diğer ürünlerin çöpte bırakılmasına neden oluyor. Bugün hemen hemen dünyanın her yerinde freeganist yaşam tarzı ile hayatlarını sürdüren insanlar süpermarketlerden veya herhangi bir alışveriş merkezinden para karşılığı bir şey satın almıyor. Bunun yerine çöpe dalarak (dumpster dive) ihtiyaçlarını gideriyorlar. Evet, satın almak yerine ihtiyaçlarını çöpten karşılıyorlar çünkü süpermarketten alışveriş yapma ihtiyacı duymuyorlar. Hâlihazırda yenilebilir gıdaları sadece kabuğu hafif karardığı için çöpe gönderen restorantların veya marketlerin ürünlerini topluyorlar. Ancak bunu evsiz veya fakir oldukları için değil, sadece belli bir amaca hizmet etmek için yapıyorlar. Her ne kadar Türkiye gibi ülkelerde çöp ayrıştırma konuları tam anlaşılmamış olsa da Avrupa ve Amerika’da bu şekilde konvansiyonel ekonomiye dahil olmadan da yaşamak mümkün. Çünkü çöpe gönderilen ürünler türüne göre ayrıştırılarak atılıyor. Yani bezelye yemeği ile muzu aynı çöpte görmek her zaman mümkün olmuyor.

Az önce bahsettiğim “bir şeye sahip olma yöntemi sahip olunan şeyin değerini belirliyor” fikri ise freeganizmde anlamını tamamı ile yitiriyor çünkü bu yaşam şekli yine ilk başta bahsettiğim fikirlerden besleniyor. Yani toplumların sahip olduğu tüketim ahlakına da bir başkaldırı olarak boy gösteriyor. Bir diğer deyiş ile genel kabul gören doğruları reddediyor. Her ne kadar toplumun bazı kesimleri tarafından “fırsatçı” veya “hırsız” olarak nitelendirilseler de alışverişini çöpten yapan freeganların sayısı her geçen gün artmaya devam ediyor. Ve bu artış hâlihazırda kısa süre içerisinde çökecek olan endüstriyel kapitalizmin yıkımını hızlandırıyor. En nihayetinde çöpe dalmak güzeldir diyor, herkesi çöplerini freeganlar için ayrıştırarak atmaya davet ediyorum.

Yazar: Kaan Onur Kaftanoğlu

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. 


Paylaş

Kaan Onur Kaftanoglu

92 yılının Mart ayında İstanbul Anadolu Yakası'nda doğdu. Lisans eğitimini İngiliz Dili ve Edebiyatı üzerine tamamladı. Lisans eğitiminin ardından kısa bir süre İngilizce ve edebiyat öğretmenliği yaptı. Şu an ise bir araştırma şirketinde çalışmaya devam ediyor.