Giriş
Daha önceki portal yazımda iktisadın bağımsız bir bilim olarak var olma çabasının Adam Smith ile başladığını ve iktisadın bağımsız bir bilim olma çabasını yazmıştım. Özellikle marjinal iktisat anlayışıyla birlikte tamamen iktisadın felsefe, psikoloji, sosyoloji ve diğer sosyal bilimleri dışlayarak matematikle olan ilişkisine değinmiştim. Bu yazımızda ise aslında bunun o kadar da kolay olmadığını, iktisadın diğer sosyal bilimlere yönelişini ve sonuç olarak davranışsal iktisadı ele alacağız.
Davranışsal İktisadın Doğuşu
Davranışsal iktisadın temelleri Adam Smith’in 1759 yılında yayınladığı The Theory of Moral Sentiments (Ahlaki Duygular Teorisi ) adlı çalışmasına kadar dayanmaktadır. Smith eserinde insanın, yalnızca bireysel çıkar dürtüsüyle hareket eden bir varlık değil, aynı zamanda, istediğini diğer insanlarla değişim ilişkilerine girerek elde eden bir varlık olduğunu ifade etmiştir. Smith’e göre insanların diğer insanlar tarafından kabul görmek gibi bir çabası vardır. Smith bireysel davranışları insan psikoloji ile değerlendirerek Davranışsal iktisadın temellerini atmıştır. Bilindiği üzere Adam Smith bir klasik iktisatçı olarak klasik iktisadî görüşün öncülerinden olmakla birlikte aynı zamanda bir ahlak profesörüdür. Bundan dolayıdır ki geleneksel iktisadın üzerine basa basa vurguladığı insanın bencil olduğu konusuna Smith’in “Ahlaki Duygular Teorisi”nde hiç yer verilmez (Yılmaz, 2011).
Smith ile yakın dönemlerde yaşayan özellikle etik ve ekonomi alanlarındaki çalışmalarıyla ünlenmiş Hollandalı bir düşünür olan Bernard Mandeville 1714 yılında yayınladığı The Fable of the Bees or Private Vices, Publick Benefits (Arıların Öyküsü veya Kişisel Kötülükler Toplumsal Yararı Sağlar) başlıklı eseriyle psikoloji ve iktisat arasında önemli bir ilişki kurmuştur. Bu bağlamda düşünürün yapmış olduğu en etkili çalışma iş bölümü içerisinde toplum çatısı altında bir arada yaşayan insanları, bir kovan içinde yine iş bölümü çerçevesinde yaşayan arılara benzetmesidir. Mandeville bu eserinde, her insanın bencil olduğunu ve bunun aslında hem doğal hem de erdemli bir şey olduğunu iddia eder. Ona göre toplumsal refahı artıracak olan aç gözlü davranışlardır (Güngör, 2016).
19. yüzyıl boyunca dönem iktisatçıları psikoloji ve iktisat ilişkisine gönderme yapmaya devam etmiş, fakat 20. yüzyılın başlarına doğru ortaya çıkan Neo-Klasik İktisat anlayışıyla psikoloji-iktisat ilişkisi ciddi biçimde sorgulanmaya ve reddedilmeye başlanmıştır. Neo-Klasik İktisat ile birlikte sosyal bilimler arasında yer alan iktisat bilimi yeni bir yöntem arayışına yönelmiş, özellikle doğa bilimlerinin yöntemine yönelerek matematik ile iktisat problemlerini çözmeye çalışmıştır. Bu dönemde yaşanan gelişmeler Marjinal Devrim olarak kabul edilmiş ve Rasyonel İnsan davranışlarına vurgu yapılmıştır. Neo-Klasik İktisat ekolü maksimizasyonları belirleyebilmek veya faydayı ölçebilmek için yoğun matematik kullanılmaya başlanması, zamanla psikolojik unsurların iktisatta yabancılaşmasına neden olmuştur. Neo-Klasik İktisatçıların insanı “Homo Economicus” (Rasyonel İnsan) olarak tanımlamışlardır.
19. yüzyılda matematiğin ekonomide karşılaşılan karmaşık sorunların çözümünde etkin şekilde kullanılmaya başlanmasıyla birlikte bilim dalının adı “siyasal iktisat” (politicaleconomy) yerine “iktisat” (economics)’a dönüşmeye başlamıştır. Özellikle mantıksal pozitivizmin etkisiyle iktisadın somut ve gözlenebilir olgulardan hareketle daha matematiksel hâle gelmesi, diğer sosyal bilimlerle olan işbirliğini dışlamaya başlamıştır. Siyasal iktisat daha fazla insanî davranış ve iktisat dışı davranışları analize katarken, “iktisat” (economics) bundan uzaktır (Can, 2012).
Her ne kadar bu dönemde psikoloji bilimine kuşkuyla yaklaşılsa da 20. yüzyılda Fisher, Pareto ve Keynes gibi iktisatçılar, insan davranışlarının ekonomi üzerindeki etkilerine dair çalışmalar yapmıştır. Özellikle Keynes, finansal piyasalarda rasyonel olmayan spekülatif davranışlarda psikolojik faktörlerin rolüne değinmiştir.
Neo-Klasik ekolle birlikte iktisat sosyal bilimlerden uzaklaşma eğilimine girmiş olsa da bazı teorisyenlere göre iktisat, insan faktörlü sosyal bir bilimdir. İnsansoyunun karmaşık ve davranışlarının çoğu kez öngörülemez olmasından kaynaklı matematiğin insanı her zaman doğru analiz etmesi mümkün değildir. Matematiğin yetersiz kaldığı bu nokta Davranışsal İktisat, insanın ekonomik davranışlarının psikolojik unsurlarla incelenmesi gerektiğini vurgulayarak iktisada katkı sağlamıştır.
Birçok iktisatçıya göre ekonominin gerçeklerini ve karmaşık yapısını anlayabilmek için iktisat, matematik dışında farklı araçları da kullanmalıdır. Özellikle ekonomik davranışları incelerken toplumların kültürel yapılarına da bakılmalıdır. Psikoloji, sosyoloji ve antropoloji gibi bilimlerden yararlanmak iktisadın topluma daha da yakınlaşması ve çözüm üretmesine katkı sağlayacaktır.
Davranışsal İktisadın Gelişimi
Davranışsal iktisat 1980’li yıllara kadar egemen olan temel iktisadî görüşün varsayımlarını, özellikle de homo economicus varsayımını eleştirerek ortaya çıkmıştır. Davranışsal iktisadî teoriler oluştururken saf matematiksel verilerle analiz yapılmayıp ilgili teoriye psikolojik, sosyolojik unsurları da eklemek gerekir. İnsanlar her zaman kâr ya da fayda maksimize yapmak amacıyla karar vermeyebilir. Çünkü insanların her zaman rasyonel karar almaları mümkün değildir. Örneğin, asimetrik bilginin varlığı, riskler ve belirsizlikler, statü ve itibar kazanma isteği, popüler hâle gelmek, sevilmek ya da sayılmak gibi psikolojik nedenlerle insanlar rasyonellikten uzaklaşabilirler.
20. yüzyılda davranışsal iktisat alanında George Katona, 1951 yılında yayınladığı Psychological Economics adlı kitabıyla öncü çalışmalara imza attı. Herbert A. Simon 1947 yılında yayınlanan Administrati ve Behavior adlı çalışması ile ve Harvey Leibenstein 1966 yılında ortaya çıkan “X-etkinsizliği” (X-ineffciency) kavramı ile psikolojik ve sosyolojik öğelere yer vererek bu alanda önemli çalışmalar yapmışlardır. 2000’li yıllarda davranışsal iktisat alanında daha fazla çalışmalar yapılmış, Akerlof ve Rachel E. Kranton Economics and Identity adlı makalede psikolojik ve sosyolojik unsurların ekonomik davranışlar üzerindeki etkisini incelemişlerdir. Onlara göre davranışsal fiiller eğitimden tüketime, tasarruftan işçi-işveren ilişkilerine kadar pek çok ekonomik olayı etkilemektedir (Can, 2012).
Davranışsal İktisadın Konusu ve Yöntemi
Davranışsal ekonomi, insanların bazen neden mantıksız kararlar aldığını ve davranışlarının neden ekonomik modellerin tahminleri ile uyuşmadığını keşfetmek için psikoloji ve ekonomi üzerine kuruludur. Örneğin bir fincan kahveye ne kadar ödeyeceğimizi, hangi arabayı satın alacağımızı ya da sağlıklı bir yaşam sürdürmek için ne kadar birikim yapmamız gerektiği ile ilgili kararları salt ekonomik etmenlerle almadığımızı ortaya koymaktadır. Davranışsal ekonomi, bir bireyin seçim B yerine neden A kararını verdiğini açıklamak ister.
Davranışsal iktisatçılar gözlemi temel yöntem olarak kullansalar da psikolojik süreçlerin insan davranış ve tercihlerini nasıl etkilediğini direkt olarak ölçmek mümkün değildir. Bundan dolayı iktisatçılar bu noktada farklı yöntemlerle analiz yapmaktadırlar. Örneğin 2017 Nobel Ekonomi sahibi Thaler “Mental Accounting” (Zihinsel Muhasebe) kavramını literatüre kazandırmıştır. Bu teoriye göre insanlar değerleri mutlak yerine göreli olarak düşünürler. Teorinin altında yatan önemli kavram, mantıksızlıktır. Zihinsel Muhasebe teorisine göre bireyler kredi kartı faturalarında bireysel kalemlerinden, daha büyük bir tutarın küçük bir kısmı görüldüklerinde daha mutlu olurlar bundan dolayı bir malı peşin almak yerine kredi kartıyla almak daha caziptir (behavioraleconomics).
İnsanlar doğası gereği duygusal ve kolayca dağılmış varlıklar olduğundan bazen kendi çıkarlarına uygun olmayan kararlar verebilirler. Örneğin rasyonel seçim teorisine göre, herhangi bir X kişisi kilo vermek istiyorsa ve her bir gıdada bulunan kalorilerin sayısı hakkında bilgi alıyorsa, yalnızca en az kalorili gıda ürünlerini tercih edecektir. Davranışsal ekonomi, X’in kilo vermek istediği halde ve sağlıklı yiyecekleri yemeye karar vermesi fikrine sahip olmasına rağmen, son davranışının duygu ve sosyal etkilere tabi olacağını ortaya koymaktadır. Televizyonda cazip fiyata bir tatlı reklamı yayınlanırsa ve etkili bir şekilde pazarlanırsa örneğin, tüm insanlara günde 2000 kaloriye ihtiyaç duyduğundan söz ederse, ağzı sulandıran tatlı görüntüsü, fiyat ve görünüşte geçerli istatistikler, bir süre sonra X’in tatlının cazibesine yenik düşmesiyle sonuçlanacaktır.
Davranışsal İktisat Üzerine Bir TED Konuşması
2013 yılında Alex Laskey adlı konuşmacı onu izleyenlere şu soruyu sordu: “How behavioral science can lower your energy bill?” (Davranış bilimi, enerji faturasını nasıl düşürebilir?) Alex Laskey konuşmasına başlamadan önce kafasında şu vardı, enerji kullanımımıza yönelik tutumun sadece bir değişimle birlikte hepimizi kurtarabileceği. Çünkü bugün dünya üzerindeki optimal olmayan enerji tüketimi doğal kaynakları tüketmekte ve iklimin değişmesine neden olmakta. Laskey ve Opower’daki ekibi ile birlikte bir deney gerçekleştirdi. Bu deneyde amaç insanların enerji tasarrufu yapmalarını sağlayarak nasıl daha az enerji kaybını sağlayabileceklerini görmekti.
Bu amaç doğrultusunda bir bölgede yaşayan insanlara neden enerji tasarrufu yapmaya çalışmaları gerektiği konusunda üç farklı mesajdan birini üç farklı gruba verdiler. Bu mesajlar şu şekildeydi, yapacağınız tasarruflar sonucu:
*Bu ay 54 $ tasarruf edebilirsiniz,
*Gezegeni kurtarabilirsin,
*İyi bir vatandaş olabilirsin.
Peki, gruplara verilen bu mesajlardan hangisi başarılı oldu? Sonuç hiçbir mesaj istenen enerji tasarrufunu sağlamadı. Bunun üzerine araştırma ekibi gruplara dördüncü bir mesaj ekledi. “ Komşularınız enerji tasarrufu konusunda sizden daha başarılı.” Yeni mesaj sonrası daha önce sağlanamayan enerji tasarrufu bu kez istenilen düzeyde gerçekleşmeye başladı. Laskey bu durumu şöyle açıklıyor: İnsanlar bir şey sakıncalıysa, buna inansa dahi ikna olmazlar. Ama sosyal baskı var ise işte bu güçlü bir şeydir.
Laskey’in kurmuş olduğu Opower şirketiyle ABD’de her yıl davranış biliminin sayesinde enerji tasarruf projeleriyle yılda 2 terawat enerji tasarrufu sağlamayı hedeflemektedir. Bu enerji bir yıldan daha fazla bir süre St. Louis ve Salt Lake City’deki her eve güç yetirecek kadar enerji tasarrufu sağlayabilecektir. Sonuç olarak Laskey, sosyal davranışın gücünü kullanarak ekonomik anlamda ciddi bir enerji tasarrufunun nasıl sağlanacağını ortaya koymaktadır.
Sonuç
Davranışsal iktisat, insan faktörünü ön plana çıkarmaya uğraşarak ortaya koyduğu gözlemler ve deneyler sonucu her zaman neden rasyonel kararlar alınamadığı gerçeğini ortaya koymaktadır. Özelikle son yıllarda yapılan çalışmalar egemen olan iktisadî görüşün sorgulanmasına yol açmıştır. Sosyal bilimler arasında yardımlaşma sonucu bugün geçmişte açıklanamayan bazı ekonomik davranışlar artık daha anlaşılır hâle gelmiş ve çözüm imkânı ortaya çıkmıştır.
Kaynakça
CAN, Yeşim (2012), İktisatta Psikolojik İnsan Faktörü: Davranışsal İktisat, Hukuk ve İktisat Araştırmaları Dergisi, Cilt 4, No 2, Sf: 91-98
YILMAZ, Feridun (2011), Düşünceden Kaçış Çabasının Öyküsü: İktisadın Felsefeden Kopuşu, İktisatı Felsefeyle Düşünmek (Derleyenler Ozan İşler- Feridun Yılmaz), 39-40.
GÜNÖR, Batu Recep (2016), Bernard Mandevılle’in Arıların Masalı Adlı Eseri Hakkında Bir İnceleme, İdil Dergisi, Cilt 5, Sayı 22.
www.behavioraleconomics.com
https://www.ted.com/talks/alex_laskey_how_behavioral_science_can_lower_your_energy_bill Lazkey’in İlgili Konuşması.
Yazar: Deniz Çevik
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.