Paylaş

Sanatçıların neden belirli bir sanat türünde ürün verdiklerine dair birçok teori vardır. Bu teorilere yönelik geliştirilen fikirler, çok çeşitli ve farklı türleri içine alır. Bu fikirlerde kullanılan kavramlar genellikle temsil, illüstrasyon, güzelliğin enkarnasyonu, kendini ifade etme, duygusal ifade ve küresel önem olarak etiketlenmiştir.

Duygusal ifadeler (emotional expressivism) teorisinde, duygular çoğu kez sanatın asıl amacı olarak işlev görür. Bu anlamda, ifadecilik (expressivism), sanat eserlerinin kişisel bir ifadenin ürünü olduğunu savunan estetik tezdir. Duyguların ifadelerini savunan teorilerin, Avrupa düşüncesinin Yunan kökenli mimetik kuramlarına ilk gerçek alternatifi oluşturduğu söylenebilir. Bu yeni kuramların, hümanist düşüncenin bireye verdiği önem ile birlikte Rönesans’tan sonra ortaya çıktığı söylenebilir. Ekspresivist düşünce, daha sonra rasyonalizme ve Aydınlanma’nın faydacılığına karşı direniş vektörlerinden biri haline gelir ve on dokuzuncu yüzyılda Romantizm’le birlikte zirveye ulaşır. Bu bağlamda, Tolstoy, modern çağa geçişteki yazarlardan biridir ve ifadeci sanat teorisinin öncülerinden biridir. Bu teoride geliştirilen sanat eleştirisinde, duyguların ifadesinin sanat eserinin estetik değeri için bir criterion olması gerekip gerekmediği sanat ürünlerine yönelik ortaya atılmış temel sorulardan biridir.

Bu yazıda, ekspresivist kuramın savunucuları olan Tolstoy ve Croce gibi yazarlara atıfta bulunarak, duyguların ifadesinin bir sanat eserinin estetik değeri için kriter olarak ele alınmaması gerektiği iddia edilecektir. Bu iddiadaki ilk sav öncelikle sanat eserlerinin duygu içermeyişine, ikinci sav ise ifadecilik teorilerinin, bir sanat eserinin takdir edildiği süreçteki hayal gücünü göz ardı etmesine dayanmaktadır.

Lev Tolstoy zamanının estetik teorilerinin güzellik gibi oldukça sorunlu bir kavram üzerine çok fazla kafa yorduğunu düşünüyordu. 1898 tarihli sanat üzerine yazmış olduğu What is art? (Sanat nedir?) başlıklı makalesinde, Tolstoy sanatın esas olarak bir iletişim biçimi şeklinde görülmesi gerektiğini savunmaya çalışır. Ona göre sanat, başlangıçta sanatçının eserini yaratması için ilham aldığı duyguları izleyici kitlesine aktarmalıdır. Deneyimin bu yolla paylaşımı sayesinde, sanatçı ve izleyici birbirlerine bağlanacaktır.

Kişinin kendisinde daha önce deneyimlediği bir duyguyu uyandırması ve bu duygunun, kişinin kendisinde uyandırılmasından sonra, hareketler, çizgiler, renkler, sesler ya da formlar aracılığıyla sözcüklerde ifade edilmesi ve böylelikle aynı duygunun başkaları tarafından deneyimlenmesi için aktarılması – (işte) bu sanat eylemidir. Sanat bir insanlık faaliyetidir ve bu faaliyet, bir kişinin bilinçli olarak bazı dışsal işaretler vasıtasıyla deneyimlediği bu duyguyu başkalarına devretmesini ve bu duyulardan etkilenmiş olan başkalarının da bu duyguyu deneyimlemesini içerir.” (Tolstoy: 1898, p.511)

Tolstoy, böylece ifade teorisinin bir versiyonunu geliştirmiş olur. Ne var ki Tolstoy, hangi duygu türlerinin iletilmesi gerektiği konusunda ya da iyi bir sanatın ne olduğu konusunda güçlü görüşlere sahip değildir. Ona göre, en iyi sanat, herkesin paylaşabileceği duyguları ifade eder: bu bağlamda özel kullanıma has ya da elitist değildir. Bu nedenle, Tolstoy, tüm sanatların içindeki en iyi sanatın, ortak duygu olan kardeşlik ile bütün insanlığı ortak payede buluşturabilme kapasitesine sahip olan sanat olduğunu savunur. Bu teorinin temel iddiası, bir sanat eserinin bir psikolojik durumun ifadesi olmasıdır ve burada kastedilen psikolojik durum, zorunlu olmamakla birlikte genellikle o sanat eserinin yaratıcısının psikolojik durumudur. Psikolojik durum, ya bilişseldir (ör. bir inanç veya bir kavram olabilir: geleneksel olarak “fikir” dediğimiz şey) ya da bilişsel değildir (ör. bir his, bir ruh hali ya da bir duygu gibi). Psikolojik durum, ifade yoluyla doğrudan olabilir ve bu nedenle yorumlamayı gerektirir (ör. metafor, sembol, imaj ya da diğer retorik kullanımlar). O halde, bu bakımdan, Tolstoy’un ekspresivizimi, sanatın ifadesi teorisi cinsinin ayrı bir türü olduğunu söyleyebiliriz. Görünen odur ki bu ekspresivist teoride, bir sanat eserinde ifade edilen psikolojik durumun bir duygu olduğu ve bu ifadenin dolaysız olduğu, bu sebeple de yorumlama sıfatıyla temellendirmeye gerek olmadığı ileri sürülmektedir. (Pickfod 2016, p.55)

Tolstoy’un bu görüşü şu şekilde özetlenebilir: ‘Sanatçı hissettiği duyguyu, eseri yoluyla izleyiciye aktarır’. Burada iki kavram var: (1) sanat eserinin ifade ettiği şeyler, (2) sanatçının ifade ettiği şeyler. Klasik ifade teorisi görüşü (1)’i (2) üzerinden tanımlamaya ve açıklamaya çalışır. Beardsly bu tutumu şöyle açıklamıştır: “İfade eden araca örtülü gönderme taşıyan eserdeki ifade veya ifade sürecidir”. (1981, p. xii)

Benedetto Croce‘ye göre ise sanat, esas olarak sezgidir ve “birbirine bağlılığı ve sezgiyi birleştirmeyi sağlayan şey yoğun duygulardır. Sezgi gerçektir çünkü yoğun bir duygu ifade eder ve yalnızca bu yoğun duygu onun kaynağı ve tabanı olduğunda sanat ortaya çıkabilir. Fikir değil, yoğun duygu, sanata sembolün eterik hafifliğini veren şeydi “. (Croce: 1965, s.25) Burada kullanılan “sezgi” sözcüğünün anlamı belirsiz olsa bile yine de Croce için, onu sanat bağlamında özel ve ayırt edici olan her şey için bir işaret olarak almalıyız. Croce, ‘Sanat nedir?’ sorusunun cevabını bulmak için farklı bir metodoloji izliyor: via negative –  yani öncelikle ‘sanatın ne olmadığı’ sorusunu cevaplandırmaya çalışıyor. Ve sanatın; fiziksel, faydacı, ahlaki ya da bilginin bir üretimi olmadığı gibi çıkarımlarda bulunuyor. Böylelikle, sanatın ne olduğu konusunda şöyle bir iddiada bulunuyor: ‘sanat bir semboldür’ ve ‘bütün semboller signifikatiftir’. Fakat neyin sembolüdür? Neyi imler? Sezgi tümüyle sanatsaldır ancak kaotik imajlar bütünü değildir. (Croce: 1965, p.23) Kısacası Croce’de, gerçek sanatın imajları, sembolik duygu ifadeleridir.

Croce’nin önermesinde iki ana bölüm vardır:
1- Yaratılış sürecinde, sanatçı F zihinsel durumundadır.
2- P özelliğine sahip olmasına binaen, sanat eseri F duygusunu ifade eder.
Bu iki iddia, sanatçının F’yi ifade edişi, sanat eserinin P özelliğine sahip olmasına sebebiyet vermesi dolayısıyla birbirine bağlıdır.

Ekspresivist teorilerin bu tarzdaki argümantasyonunda karşılaşılan başlıca zorluk, sanat eseri içinde somutlaştırılması gereken sanat eserinin (yansıttığı) bir hissinin olmasıdır. Sanat eserinin yaratılışının duygusal bir deneyim olduğunu ve bunun alımlanmasının izleyici tarafından bir duygu yoluyla olduğunu söylemek doğru olabilir. Ancak duygunun sanat eserinin içeriği olduğunu söylemek yanlıştır. Duygunun sanat eserinin içinde olduğunu söylemek absürttür zira öyle olsaydı insan eylemlerinin kullanımında olan herhangi bir şeyin duygu sahibi olduğunu söylemek de gerekirdi. Örneğin taşa yanlışlıkla su döktüm ve üzüldüm, suyu dökmem dolayısıyla ortaya çıkan şey ya da taşın kendisi üzgün değildir. Kaldı ki sadece ‘Sanatçı F’yi hissettiğinde P’ye sebebiyet verdi’ şeklinde kurulmuş olan ifadeler ile de bu durum açıklanamaz. Örneğin her üzgünken yaptığımız şey üzüntüyü ifade etmez. P (yani sanat eserindeki duygu) nasıl sanatçının duygusunu (bütün duygularını) ifade edebilir?

Ekspresivist teoride genel savlardan bir diğeri duyguların dışavurumlarının içsel bir duruma bağlı olduğudur. Bu sav gülümseyen bir yüz gördüğümüzde, o insanın mutlu olduğunu söylemek şeklinde örneklenebilir. Ancak görünürdeki bir ifade biçimi yani dışavurum her zaman içsel durumu göstermez. Örneğin soğan doğrayan birinin ellerini görmesek; ağladığını, burnunu çektiğini ve bu yüzden üzgün olduğunu söylememiz gerekir ancak aslında soğan kesme dolayısıyla gerçekleşen bir dışavurum söz konusudur. Bu noktada ekspresivist teorilerin hayal gücünü öldürdüğünü de söyleyebiliriz. Bütün bunlar bir yana sanat eserinin takdiri için o duyguyu hissetmek de şart değildir. Ve sanat eserinde ifade edilen duygu illaki sanatçının o anki ruh hali olmak durumunda da değildir hatta kendi ruh hali olma zorunluluğu da yoktur.

Kitsch, Fluxus, Nanar

Seçilen konu itibariyle, bir eser kullanılan teknik anlamında yahut estetik açıdan düşük seviye bir sanat eseri/bayağı olarak görülse bile çok sayıda insanın hoşuna gidebilir. Bu tarz ürünlere kitsch denir. Kitsch eserlerde çoğu zaman izleyicinin duygularına hitap etmesi amaçlanır. Kitsch eserlerin üreticileri çoğu zaman belirli bir hissiyat altında eserlerini icra etmezler, daha çok, satış yapabilmek için izleyicinin duygularına hitap edecek şekilde ürünler ortaya koyarlar (Giovanni Bragolin, Thomas Kinkade). Fluxus kavramı ise genelde bazı deneysel filmler, resimler, müzikler gibi kimi zaman izleyicide duygu uyandırmasa da sanat eseri kabul edilen eserler için kullanılan bir kavramdır. Bu bakımdan bir eserin izleyicide duygu uyandırmıyor olması, o eserin sanat eseri olmadığı anlamına gelmemelidir (Giuseppe Chiari, John Cage, Yoko Ono). Nanar ise çok kötü olup, kötü olmaları dolayısıyla pek çok kişi tarafından paylaşılıp izlenen ve bu sayede ünlü olan filmlerdir. Eser ile izleyici arasında eser üzerinden aktarılan bir duygu söz konusu olmasa da (daha doğrusu aktarılan duygunun ilgisiz olması durumu söz konusu olsa da) eser dolayısıyla yine de bir duygu söz konusu olabilir (Dünyayı Kurtaran Adam). Ancak bu hissin ekspresivist teori savunucularının önermesindeki duygunun ifadesi kavramıyla örtüşmediğini düşünüyorum.

Kaynakça:

Monroe Beardsley “Aesthetics: Problems in the Philosophy of Criticism” Ch.7
Leo Tolstoy “What is art?” (1898) in The Philosophy of Art: Readings Ancient and Modern (1995)
R.G. Collingwood “Principles of Art” (1938)
Bendetto Croce “What is Art” (1965)
Gordon Graham “Expressivism” in The Routledge Companion to Aesthetics (2007)
Tomas Kulka “What is Kitsch” in Kitsch and Art (1996)
Henry W. Pickford “Thinking with Tolstoy and Wittgenstein / Expression, Emotion, and Art” (2016) ch.3 Tolstoy’s Expressivist Aesthetic Theory: What Is Art?

Yazar: Elif Erdoğan

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. Düşünbil Portal’da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.


Paylaş

Elif Erdoğan

Saint Joseph Fransız Lisesi ve Bilkent Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde eğitim gördü. Grafik-tasarım, çeviri, sanat felsefesi, teorisi ve eleştirisi alanlarıyla ilgilenmektedir. Plastik sanatlar alanında çalışmalarda bulunmaktadır