Site icon Düşünbil Portal

Eski Yunanlar özgürlüğe inanıyorlar mıydı?

freedom
Paylaş

Kısa bir bilgi:

Yunan filozoflar ve toplum düşünürleri genellikle “adalet”, “erdem”, “iyi olan” ve “güzel olan” gibi sorgulamalarla ilgilenmişlerdir. Ancak Yunan toplumunun ve eski Yunan ekonomisinin köle iş gücüne dayandığını hatırlatmakta da fayda var.

Eski Yunanlar, bilim, mantık, felsefe, edebiyat ve güzel sanatlar gibi birçok konuyu ele alan ve günümüze kadar ulaşan yazılarıyla bir bilgi serveti bırakmışlardır.

Ayrıca Atina şehir devleti, entelektüel özgürlüğün ve demokrasinin (Batı medeniyetinin gelişmesini etkileyen fikirlerin şekillenmesini sağlayan kalıcı kanunların) ortaya çıktığı yer olarak bilinmektedir.

Ancak eğer bir karşılaştırma yapacak olursak, ekonomi konusunda çok fazla tartışma yapılmıyordu ve yapılan tartışmalar da neredeyse her zaman sistemsizdi. Bunun en önemli sebebi, eski Yunanlara göre, “ekonomi” konusundaki soruların, insan hayatı ve toplum için çok daha önemli olan diğer konulardan daha alt bir düzeyde olmasıydı.

Yunan filozoflar ve toplum düşünürleri genellikle “adalet”, “erdem”, “iyi olan” ve “güzel olan” gibi sorgulamalarla ilgilenmişlerdir. Bugün “ekonomi” olarak adlandırdığımız sorgulamalar ve sorunlar, ekonomik kurumların ve organizasyonların “daha yüksek” hedeflere ve amaçlara hizmet etmek için nasıl tasarlanmış veya düzenlenmiş olabileceği değerlendirmesine indirgenmişti.

Yunanların toplumu bireyden üstün görüşü

Bu görüşün daha geniş bir hali eski Yunanların toplumdaki bireyle ilgilendiği yönündeki genel düşüncedir. Yunanlar için, birey, içinde doğduğu ve yetiştiği topluma bağlıdır. Yani toplum, bireyi yetiştirmiş ve “medeni” bir insana dönüştürmüştür.

Yunanlara göre toplum, birey üzerinde üstünlüğe ve önceliğe sahiptir. Birey doğmuştur, yaşamıştır ve ölmüştür. Toplum ve devlet ise devam etmiştir.

Kendi sonunu seçen, arzu ettiklerini elde etmek için izlediği yolları kendi bulan ve genel olarak kendisi için yaşayan özgür ve özerk olan insanın daha modern anlayışı, eski Yunanlara göre oldukça farklı bir konuydu.
19. yüzyılın başlarında bireysel özgürlüğün Avrupa’daki en önemli savunucularından biri, toplum filozofu Benjamin Constant’tı (1767-1830). Constant, 1819 yılında Paris’te “Eskilerin Özgürlüğü ve Modernlerin Özgürlüğünün Karşılaştırılması” (The Liberty of the Ancients Compared with that of the Moderns) üzerine çok önemli bir ders vermiştir.

Constant’a göre eski Yunanlarda, örneğin şehir devleti olan Atina’da “özgürlük”, özgür vatandaşın konuşma, tartışma ve oy verme gibi şehir meselelerine dair siyasi müzakerelere katılma hakkıydı. Ancak bu müzakereler bittiğinde ve oy alındığında, birey, çoğunluğun kararlarının “köle”si olmaktaydı. Constant bu durumu şu şekilde açıklamaktadır:

“Eski Yunanların amacı [siyasi] gücün yurttaki vatandaşlar arasında paylaşılmasıydı. Onlara göre özgürlük buydu. [Ancak] toplumsal meselelerde neredeyse her zaman egemen olan vatandaş, tüm kişisel ilişkilerinde köleydi. Bir vatandaş olarak barışa ve savaşa karar verirdi, özel bir birey olarak ise tüm hareketlerinde sınırlanmakta, izlenmekte ve baskı görmekteydi. Aynı şekilde kolekif bir topluluğun bir üyesi olarak sorgulanmakta, kovulmakta, yoksullaştırılmakta, sürgüne gönderilmekte veya sulh hakimleri ve amirler tarafından ölüm cezasına çarpıtılmaktaydı. Aynı topluluğun öznesi olarak ise ait olduğu zümrenin keyfi isteği sonucunda pozisyonundan mahrum edilebilir, ayrıcalıklarından yoksun bırakılabilir, sürgün edilebilir, infaz edilebilirdi. Condorcet’in dediğine göre, eski Yunanlarda bireysel haklar anlayışı yoktu. İnsanlar deyim yerindeyse dişlileri ve çarkları kanunlara göre düzenlenmiş makinelerdi. Birey, millet içinde; vatandaş da şehir içinde bir nevi kaybolmuştu.”

Benjamin Constant “eskilerin özgürlüğü” konusunu, “modernlerin özgürlüğüyle” yani özgürlük kavramının ve idealinin, kendisinin de içinde yaşamış olduğu 19. yüzyılın başlarındaki durumuyla kıyaslamıştır. Kendi ifadesiyle, onun yaşadığı dönemde, özgürlük fikri, bireyin yalnız kalma hakkıydı. Birey, kendi hayatını yönlendirebilir, kendi hedeflerini belirleyebilir ve istediği gayenin ve kariyerin peşinden gidebilirdi. Seçtiği kişisel ilişkileri şekillendirebilir veya kendi yolunda ilerleyebilirdi.

Benjamin Constant siyasi özgürlüğün, özgürlük kavramının önemli bir parçası olduğunu savunmuştur. Ancak, “modern insanlar” için özgürlüğün özü, bir bireyin hayatını hiçbir müdahale olmadan veya siyasi azınlıkların veya çoğunlukların “dikta”sı olmadan istediği gibi yaşama hakkıdır. Kendisi bu konuyu şöyle açıklamaktadır:



“Bir İngilizin, Fransızın ve bir ABD vatandaşının ‘özgürlük’ kelimesinden ne anladığını açıklayalım. Bu bireylerin her birine göre özgürlük, kanunlara tabi tutulan ve kimsenin, bir veya birden fazla kişinin keyfi isteği sonucu tutuklanmama, alıkoyulmama, infaz edilmeme veya kötü muamele görmeme hakkıdır. Özgürlük, herkesin kendi düşüncesini ifade etme, istediği mesleği seçme ve o meslekte çalışma, mülkünü elden çıkarma ve hatta onu istediği gibi kullanma; izin almadan ve kendi gerekçelerine veya girişimlerine açıklama getirmeden hareket etme hakkıdır. Diğer insanlarla ilgi duyduğu şeyleri konuşmak veya tercih ettiği dini açıklamak veya günlerini veya saatlerini sadece kendi eğilimleri ve istekleri ile bağdaşan şekilde geçirmek için diğer bireylerle ilişki kurmak herkesin hakkıdır.”

Köleliğe indirgenen dürüst iş ve zayıflatılmış teşvikler

Yunan toplumunun ve eski Yunan ekonomisin köle işçiliğine dayandığını hatırlamakta fayda vardır. Bu durumun iki sonucu vardır:

İlk olarak, el işçiliğini gerektiren her şey, geçinmek için çalışmak, aynı şekilde günlük para ticareti yapmak ve malları ve hizmetleri takas etmek, Yunan şehir devletinin kültürlü ve özgür bir vatandaşının yapması gerekenin daha altında bir iş olarak görülmekteydi. Bu işler, Yunan vatandaşını onun birinci ve en önemli görevi olan devletin siyasi, felsefi ve sanatsal işlerine dahil olmasından ve ilgi göstermesinden alıkoymaktaydı. Bu, ekonomik ilişkileri ve kuruluşları, önemli tesir ve düşünceler için saygın bir mecraya dönüştürmeye olanak sağlayan entelektüel bir iklime yol açmadı.

İkinci olarak, köle işçiliğinin kullanılması, düşünme konusundaki güdüleri ve teşvikleri azaltmakta, özgür vatandaşı işçiliğin nasıl idareli ve etkili kullanılması konusundaki soruları düşünmekten alıkoymaktadır. Bir kişinin tutsak olarak alınmasından ve köle olarak satılmasından sonra çalışmayı reddetmesi, daya yüksek bir maaş veya daha iyi çalışma koşullarını talep etmesi veya daha iyi iş fırsatlarını araması yasak olduğundan, işçileri, daha iyi sosyal ve ticari düzenlemelerle işe almanın yollarını bulma isteği çok azdı.

Yazar: Richard M. Ebeling
Çeviri: Deniz Saldıran
Kaynak: #Swarajya


Paylaş
Exit mobile version