Paylaş

Ütopya’ sözcüğü köken olarak Antik Yunan’a dayanıyor olsa da ilk olarak Thomas More tarafından 1516’da kullanılmıştır. Ütopya sözcüğü daha sonra bu türden eserler için kullanılan ortak bir kavram halini almıştır. Ütopyalar ilk ortaya çıktıkları zaman özellikle Thomas More ve Thommaso Campanella ile birlikte, içinde bulundukları sosyolojik, ekonomik ya da siyasi durumdan memnun olmayan insanların, bu durumu eleştirme biçimi olmuştur. Ütopyanın tam da bu nedenden ötürü eleştirel yönü ağır basar ve eleştireceği konuların da belli bir sınırı yoktur. Bir ütopya yazarı bir yönetim biçimini, toplumun bağlı olduğu gelenekleri veya iktisadi yapıyı eleştirebilir.

Bu yazıda eserinin bir kısmını ele alacağımız Begum Rokeya Sakhawat Hossain da yukarıda yazılan şeylere paralel olarak eleştirel bir ütopya kaleme almıştır. Klasik ütopyalar, her ne kadar yenilikçi ya da eleştirel olmaya çalışsa da bunu tam olarak gerçekleştiremeyebilirler. Ütopyayı yazan kişi eleştirel ve ilerici olmasına rağmen, içinde bulunduğu dönem ve kültürden bağımsız değildir. Bu durum özellikle kadına ve erkeğe yüklenen toplumsal cinsiyet rolleri açısından yeterince ilerici değildir.

Kültür tarafından belirlenen kadının rolü, toplumsal hayatta olduğu gibi ütopya tarzı eserlerde de görülmektedir. Platon’un Devlet adlı eserini buna örnek olarak gösterebiliriz. Platon, kadın ve erkeği toplumsal hayatta her ne kadar eşit bir konuma getirmeye çalışsa da bunu beceremez. Çünkü Platon, erkeğin yaptığı her işi kadının da yapabileceğini gerçekte düşünmez.

Buna benzer bir diğer örneği Thomas More’un Ütopya’sında da görmek mümkündür. Bu ütopyada kadın ve erkeğe toplumda verilen roller eşit olarak görülür. Fakat bu eşitlik yalnızca belli meslek ya da çalışma alanlarındadır. Oysa kamu kuruluşlarında ya da ülke yönetimi gibi alanlarda kadının yeri yoktur. More’un ütopyasının eril bir yönetim oluşu, inanılan Tanrı ile yeterince anlaşılmaktadır. Çünkü More’un ütopyasında insanlar Tanrı’ya ‘baba’ demektedir. Tanrısı erkek olan bir dinin dini görevlileri de doğal olarak erkektir.

Rokeya’nın karşı olduğu ise ütopyalar gibi eleştirel bir anlayışta kadına atfedilen rolün tam olarak değişememesidir. Rokeya kadına dayatılan rolü yalnızca Sultana’nın Rüyası’nda değil, tüm hayatı boyunca değiştirmeye çalışmıştır. 1880’de dünyaya gelen Rokeya yaşadığı yer olan Bangladeş’te ilk kadın yazar olmayı başarmıştır. Savunuculuğu yaptığı anlayışa karşı olan pek çok baskı, sansür ve engele rağmen düşlediği ya da tasavvur ettiği dünyaya yaklaşma çabası hiçbir zaman azalmamıştır. Yaşamı boyunca çevresinde kadınlara dayatılan toplumsal rollere şahit olmuştur. Rokeya tüm bunları yalnızca gözlemlemedi, aynı zamanda bizzat kendisi bu zorluklara maruz kaldı. Yine de kadınlar için bir okul açtı.

Klasik ütopyalardan faklı olarak Rokeya’nın kaleme aldığı Sultana’nın Rüyası’nda, erkeklerin ve kadınların toplumsal alanda radikal bir şekilde yer değiştirir. Sultana’nın Rüyası, kadın ve erkeklerin eşit bir biçimde yaşadığı bir dünya değil, erkeklerin kamusal alandan tamamen silindiği türde bir ütopya olarak karşımıza çıkar. Sultana, rüyasında bir tür yolculuğa çıkar ve bu yolcuğu sırasında kendisine eşlik eden Rahibe Sara ile birlikte biz okuyucular bu dünyayı keşfederiz. Sultana, Rahibe Sara ile birlikte gün ortasında sokakta yürür. Fakat diğer kadınların tuhaf bakışlarına maruz kalır. Diğer kadınlar Sultana’nın erkeksi olduğunu düşünürler. Çünkü Sultana, haremde yaşadığı için sokakta böylesine özgür dolaşmaya alışkın değildir. Sultana hikayenin başında haremde yaşayan bir kadın olduğundan dolayı erkek egemenliğini kabul eden taraf olarak görünür. Rahibe Sara ve diğer kadınlar ise bu egemenliği yıkıma uğratmış tarafta görünürler. Bu durum özellikle diyaloglarda göze çarpar. Rahibe Sara, Sultana’ya “Neden erkeklerin sizi hapsetmesine izin veriyorsunuz.?”gibi sorular yöneltir. (1) Sultana ise bu soruya yönelik olarak “Erkekler kadınlardan daha güçlü oldukları için başka yolu yok.” cevabını verir. (2)  Tüm bu düşüncelere rağmen erkek egemenliğini kırmış bu yerin Sultana ile çatışmasını görürüz.

Rokeya’nın bu türde bir ütopya yazması tesadüfi değildir. Daha öncede söz ettiğimiz gibi ütopyaların temelinde bulunan eleştiriyi Rokeya, son derece zekice kurgulamıştır. Üstelik bu eleştirel tavır yalnızca siyaset, din ya da kültüre değil, insanın bilinçli bir varlık olmasından bu yana var olan her şeye bir eleştiridir. Eleştirilen şey tüm dünya kültürlerinde bulunan, sadece günümüzde değil eski tarihlerden beri var olan erkek egemen sistem eleştirisidir.

İnsan yaptığı eylemden her zaman sonuç bekler. Rokeya da böyle yaptı; çünkü yaptıkları diğer çalışmalar da dâhil, Sultana’nın Rüyası’nı yazmasının en büyük sebebi var olan bu yanlış sistemi değiştirmektir. Değişim bir anda ya da kısa vadede gerçekleşecek bir şey olmadığından dolayı Rokeya, tıpkı Sultana’nın Rüyası’nda verilmesi istenen mesajlar gibi bunun üzerine kafa yormakta ve bunun hakkında değiştirici bir tavır almaktır. Bu nedenle 1905’te yazılan bu kitap yalnızca Hintli müslüman kadınlar için değil, tüm kadınlar için yazıldı.

Dipnot:

(1) Hossain, Begum Rokeya Sakhawat (2007) Sultana’nın Rüyası- Padmarag (Billur C. Yılmazyiğit, Çev.). Versus Yayınlar, s. 18.
(2) Hossain, Begum Rokeya Sakhawat (2007) Sultana’nın Rüyası- Padmarag (Billur C. Yılmazyiğit, Çev.). Versus Yayınlar, s. 18.

Yazar: Abdullah Gülsever

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. Düşünbil Portal’da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.


Paylaş

Abdullah Gülsever

Ege Üniversitesi felsefe bölümünden mezun oldu. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Felsefe Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yapmaktadır. Felsefe, pozitif bilim, sosyoloji ve psikoloji ile ilgili pek çok konuya meraklı, öğretmekten çok öğrenmeyi sever ve öğrendiği şeyleri paylaşmayı tercih eder.