• 30 Ekim 2018
  • Düşünbil Portal
  • 0
Paylaş

 

Yeni bir filozof türü ortaya çıkıyor: Bu filozofları tehlike içeren bir isimle vaftiz etmeyi göze alıyorum. Sezdiğim ve onlar da kendilerini sezmeme izin verdikleri kadarıyla -çünkü bazı açılardan bir bilmeceyi devam ettirmek isteyen bir mizaca sahiptirler- geleceğin bu filozofları, doğru ya da belki de yanlış olarak girişimciler şeklinde tanımlanabilirler. Bu adın kendisi de nihayetinde sadece bir girişimdir ve eğer istenirse bir baştan çıkarmadır.

Friedrich Nietzsche

 

Martin Heidegger (1888-1976) ve Michel Foucault (1926-1984), yirminci yüzyıl Avrupa düşünce tarihinin en önemli filozofları arasındadır. Onları farklı kılan çok şey var. Heidegger hayatını tek bir soruya, varlık sorusuna adamıştır. Foucault, -basit birkaç örnek vermek gerekirse- delilikten edebiyata, söylem ve bilgiden iktidar olmaya, cinsellikten ahlaka ve gerçeğe kadar geniş bir yelpazede yer alan sorularını dönüştürmede sürekli değişkenlik gösteren biriydi. Heidegger, politik muhafazakardı, bilindiği üzere, 1930’lardan savaşın sonuna kadar Nazi Partisi’ne üyeydi. Foucault’nun siyasi yelpazede herhangi bir yere konumlanabileceği kadar Heidegger de en çok anarşist sol ile doğrudan ilişkiliydi. Heidegger, ilkel kökenler ve dünya-tarihselliğinin yeni başlangıçları hakkında çalıştı ve şimdiki zamanı, tarihin sona erdiği ve yeniden başlama şansının belirdiği zaman içerisinde benzersiz bir an olarak gördü. Foucault, şimdiki anın dünden veya yarından daha anlamlı olduğu varsayımını reddederken, radikal tarihsel kırılmaları vurgulayan tarihe karşı Nietzche’ci jeneolojik yaklaşımı savundu.

Bunlar ve diğer farklılıklar dikkate alındığında, bu yazının başlığı tarafından ortaya atıldığı üzere Foucault ve Heidegger arasındaki ilişkiyi anlamak görünüşte zordur. İki filozof arasında hiçbir ilişkinin bulunmaması ihtimali ise yok görünüyor. Ancak şu da var ki, Foucault 1984 yılındaki son söyleşisinde, Heidegger’i çalışmalarının ‘asli filozof’u olarak göstermiştir. Bu açıklama, Foucault ekolünü şaşkına uğrattı. Foucault, genellikle Fransa’nın başlıca Nietzsche’ci siması olarak görülmektedir. Foucault, sonuç olarak Nietzsche’nin eserindeki en önemli filozof olduğunu kabul ederken, ‘tüm felsefi gelişimi’nin Heidegger okumalarıyla şekillendiğini de iddia eder. Foucault’nun Heidegger üzerine son görüşleri, okuyucuları arasında epey tartışma yarattı. Birçok okuyucusu da bu açıklamaları tamamen görmezden gelmeyi tercih etti. Foucault’nun Heidegger’e borçlu olduğu meselesine ilişkin birkaç meşguliyet yaratma girişimleri de çok az şey üretebildi ve çoğu da tartışma olarak kaldı.

Bu yazı, sözü geçen tartışmaları sonlandırmak amacı taşımamaktadır. Bilakis, bu tartışmaları sağlam bir zemine oturtmak amacı içerisindedir. Foucault ve Heidegger çalışmalarının dönüşümsel bir uygulama olarak ortak bir felsefi görüşü yansıttıklarını düşünüyorum. Foucault’nun Heidegger’a olan borcunu anlamak için, bu filozofları dönüşümsel uygulama düzeyinde okumamız gerekir. 

1984’ten önce, Foucault, çalışmasının tipik felsefi bir çalışma olduğunu kesin söylemle reddetmekteydi. 1978 yılına ait aşağıdaki alıntı, bu konudaki düşüncesini göstermektedir.

Kendimi bir filozof olarak görmüyorum. Benim yaptığım şey ne felsefe ne de başkalarının felsefe yapma hevesini kırmaktır. Georges Bataille, Friedrich Nietzsche, Maurice Blanchot ve Pierre Klossowski gibi en önemli yazarlar -ki düşüncemi şekillendirmek istemiyorum ama onlar üniversite eğitiminden dönmemi sağladılar- dönemin terminolojisine göre filozof değillerdi. … Bende iz bırakan ve beni büyüleyen bu yazarları benim için önemli yapan şey onların sorununun bir sistem yorumlaması değil, kişisel bir deneyim yorumlaması oluşuydu.

Foucault, çalışma tarzını fenomenolojiden ayırmak için oldukça çaba gösterir. Bunu başarmak için, bu işle ilişkilendirdiği deneyim biçimlerini farklılaştırır. Foucault, fenomenolojinin ‘esasında geçici formda her gün “yaşanmış deneyim”in anlamını kavramak için bazı nesnelerine tutulan yansıtıcı bir bakış açısı kazanmak’ olduğunu iddia etmektedir. Fenomenoloji, ‘deneyimi anlamlarıyla birlikte bulmaya yarayan deneyüstü işlevlerinden gerçekten emin olduğum öznenin anlamını yeniden keşfetmek için günlük deneyimin anlamını tekrar ele geçirmeye çalışır.’ Tam tersine, Foucault’un Nietzsche, Bataille, Blanchot ve Klossowski ile bağdaştırdığı gelenek dahilinde ‘deneyim’ sahibi olmak hayatta “yaşanılmaz” olana ve tam olarak yaşanamayana olabildiğince yakın bir noktaya ulaşmak anlamına gelir.’ Bu ayrışma ile ilgili deneyim ‘öznenin artık kendisi olmadığını görerek özneyi kendisinden çekip koparma ya da parçalama veya dağıtmaya neden olma işlevine sahiptir. Bu bir özneleştirmeme projesidir.

Heidegger adı kesinlikle tartışmanın dışındadır. Mevzu bahis olsaydı, Heidegger’ı tartışmanın her iki tarafında görmek mümkün olurdu. Genç Heidegger, –Varlık ve Zaman’ın filozofu- Foucault’nun kaçmak istediğini iddia ettiği fenomenolojik geleneğin içerisinde bir yere konumlandırılabilir. İlerleyen zamanda Heidegger –Ereignis[1]’in filozofu, modern teknolojiyi eleştiren ve düşüncede Kehre[2]’yi savunan- hiç değilse, Foucault’un bağlanmak istediğini iddia ettiği edilgenleştirici post-felsefe tarzıyla uyumludur.

Altı yıl sonra, son söyleşisinde, Foucault çalışmasının felsefi durumuna ilişkin fikrini değiştirdi. Artık çalışmasını her zaman felsefi olarak değerlendirdiğini ve Heidegger’ın her zaman ‘asli felsefeci’ olduğunu iddia ediyordu.. Alıntılamaya değer konuşmasının tamamı şöyledir:

Benim için Heidegger her zaman asli felsefeci olmuştur. Hegel’i okumakla başladım, sonra Marx, 1951 veya 1952’de Heidegger’ı okumya koyuldum, sonra 1952 veya 1953’tü sanırım -artık hatırlamıyorum- Nietzsche okudum. Hala, Heidegger okurken aldığım notlar vardır -hem de bir yığın! Hegel veya Marx okurken aldığım notlardan çok daha önemliler. Tüm felsefi gelişimim Heidegger okuyarak şekillendi. Yine de Nietzsche’nin ağır bastığının farkındayım. Heidegger’i yeterince bilmiyorum: Ne Varlık ve Zaman’ı ne de son dönem yayımlananları iyi biliyorum. Nietzsche hakkında bildiklerim kesinlikle Heidegger hakkında bildiklerimden daha iyidir. Ancak, bunlar benim edindiğim iki temel deneyim. Heidegger’i okumamış olsaydım Nietzsche’yi de okumamam mümkündü. 1950’li yıllarda Nietzsche’yi okumaya çalışmıştım, ancak Nietzsche tek başına bana çekici gelmedi – oysa Nietzsche ve Heidegger: bu felsefi bir şoktu! Ancak Heidegger hakkında hiçbir şey yazmadım, yalnızca Nietzsche hakkında kısa bir yazı kaleme aldım; buna karşın onlar en çok okuduğum yazarlardı. Bence, kimisiyle düşündüğüm kimisiyle çalıştığım ancak haklarında yazmadığım bir avuç yazarın olması önemli bir şeydir. Belki onlar hakkında birgün yazarım, ama o zaman da onlar benim için artık düşünce aracı olmayacaklardır.

Bu alıntı; Foucault’un kariyerinde, Heidegger ile ilişkisine dair herhangi bir ayrıntı üzerine yorum yaptığı tek husustur. Bunun Foucault-Heidegger ilişkisiyle ilgilenenler için merkezi bir noktaya dönüşmesi ve muhtelif destekleyici yorumlara dayanak olması sürpriz değildir. Şaşırtıcı olan, Foucault’nun Heidegger ile ortaklığına ve felsefeye burada ne kadar az vurgu yapıldığıdır. Foucault, Heidegger’in ‘asli flozof’ olduğunu iddia etmektedir. 1950’li yılların başında Heidegger ve Nietzsche’yi birlikte okumak, Foucault’nun ‘tüm felsefi gelişimi’ni belirleyen ‘felsefi şok’u ateşlemiştir. Foucault’nun daha önce eserini felsefeyle ilişkilendirmeyi reddetmesi bu yorumları anlamlı kılan tek şey değildir. Asıl anlamlı kılan; bunları doğuran söyleşinin Foucault’un çalışmalarını kesin kez felsefi uygulama yönünden dile getirdiği kariyerinde ilk kez The History of Sexuality[3]’nin ikinci ve üçüncü ciltlerinin yayımlanmasıyla aynı döneme getirilmiş olduğudur. Foucault, araştırmasının amacını ‘kişinin kendi tarihini düşünme çabasının sessizce düşünmesinden ne derece daha özgür düşünme olduğunu öğrenmek ve bu sayede farklı düşünmeyi sağlamak’ şeklinde beyan etmektedir. ‘Bugün, felsefe nedir’, diye sorar Foucault retorikle ilgili olarak, ‘eğer bu, düşünceyi bizzat uygulamaya döken ciddi bir iş değilse?’ Zaten bilinenleri meşrulaştırmak yerine, farklı düşünmenin nasıl ve ne ölçüde mümkün olabileceğini bilmek için verilen çabadan oluşmuyorsa, neyden oluşur?’ (Foucault, The Use of Pleasure, s. 9).

Foucault’un zamansız ölümünün neden olduğu trajedi, onun ölümünü fark ettiğimiz anda daha ağır hale gelmekteydi. O an, Foucault eleştirel pratiği ile felsefi geleneği arasındaki önemli ve uzun bir süre karanlıkta kalmış ilişkiyi açıkça dile getirmeye başlıyordu. Öyle ki, Heidegger bu noktada Foucault’nun felsefi gelişiminde belirleyici düşünür olarak asli filozof rolünde ortaya çıkmalıdır. Foucault’un Heidegger hakkındaki yorumlarının tesadüfen doğmuş ve ironik bir biçimde tasarlanmış olduğunu ileri sürmek (her ne kadar çok ikna edici olmasa da) kolaydır. Bu nedenle, ciddiye alınmamalıdır. Bununla birlikte, Foucault’yu iyiye yorar ve yorumları görünen şekilleriyle ele alırsak Foucault’un çalışmasını yorumlayabilmemiz için kendimizi belirleyici çıkarımlarla birlikte sorular girdabında buluruz. Foucault’un Heidegger ve Nietzsche’yi birlikte okuyarak deneyimlediği şok neydi? Foucault’un Heidegger okumaları onun felsefi gelişimini nasıl etkiledi? Foucault’un Heidegger’i ile onun farklı düşünme pratiği olarak geliştirdiği felsefe kavramı arasındaki bağlantı nedir? En baş ağrıtıcı olanı, belki de, Foucault’un neden hayatının büyük bir kısmında bu konuyla ilgili tek bir şey bile söylemediği sorusudur.

Diğer yorumlar, Foucault’un son söyleşisindeki son soru karşısında, en azından felsefe hakkında bir öneride bulunmasıyla gelir. Foucault’nun felsefeyle yakınlaşmasının -özelikle bir askēsis olarak felsefe düşüncesi ile düşünce faaliyeti içerisinde kendi kendine gerçekleşen dönüşümsel bir test ve uygulama fikrinin- onun eski Yunan ve Roma ‘yaşam sanatı’ ile ilgili çalışmalarından türediği sıklıkla varsayılmaktadır. Bu doğru olsa da, son söyleşisinde Foucault’un konuya farklı bir bakış açısı sunduğuna dikkat etmeliyiz. Yaşam sanatı araştırması boyunca sürdürdüğü çalışmalarının felsefi özelliklerini keşfettiğini iddia etmekten ziyade, ilk yayınlarından beri radikal bir felsefe biçimi uyguladığını ileri sürmektedir. Foucault, The History of Madness[4], The Order of Things[5] ve Discipline and Punish[6] adlı eserlerinin, temelde felsefi bir söz dağarcığı, oyun ve kendini tamamen adama deneyiminden oluşan belirli bir değerlendirmeye dayandığını iddia etmektedir. Son zamanlarda, Foucault kendisini bu felsefe tarzından ayırmaya çalıştığını açıklamıştır. Bununla birlikte, amaç asla uygulamadan vazgeçmek değil, bilakis, felsefi bir uygulama olarak daha net ortaya çıkarmak olmuştur. Foucault, asıl amacın hayatının bu döneminin ve çalışmasının genel bir ‘incelenmesi, planlanması ve düzenlenmesi gereken bir deneyim alanı’ bağlamında sunulması olduğunu iddia eder. Böylelikle kimilerinin ‘radikal bir felsefe olmayan’ şeklinde değerlendirebilecekleri bu çalışma aynı zamanda ‘felsefi deneyim düşüncesinin daha radikal bir biçimi’ olarak da görülebilmektedir.

Foucault’nun Heidegger’a duyduğu minnet hakkında neden bu kadar yıl sessiz kaldığı aşikar bir sorudur. Belki de bunun tek cevabı Foucault’nun son söyleşisinde saklıdır: Heidegger, tartışmasız bir ‘düşünce aracı’ olarak işlev gördü. Gerçi, Foucault’nun son söyleşisindeki felsefeye dair görüşleri esas alındığında, Foucault’nun neden yalnızca hayatının son döneminde, felsefi bir ışık altında kendisini Heidegger ile ilişkilendirebildiğini hissettiği konusunda varsayımda bulunmaya cüret edebiliriz.  

Foucault’nun Heidegger’e dair yorumlarının onun felsefi söz dağarcığı, oyun ve deneyimden yararlanmaya ilişkin yorumlarına ait ürünler olduklarını varsayarsak Foucault’nun Heidegger hakkındaki suskunluğu ve nihai açıklaması müthiş anlam taşır. Foucault’nun son söyleşisinde değindiği söz dağarcığı, oyun ve deneyimin Heideggeryen bir söz dağarcığı, oyun ve deneyim olduğunu varsayarsak, Foucalt’nun Heidegger’a olan felsefi gönül borcunu son yıllarında daha iyi anlaması sürpriz olmaz. Foucault’nun felsefeyi öz-dönüşümsel bir düşünce faaliyeti olarak anlamaya başladığında, bir felsefeci kimliğiyle Heidegger’e olan minnetini tam anlamıyla kabullenecek olduğu fikri akla yatmaktadır.              

Yazar: Timothy Rayner
Çevirmen: İpek Çavuşoğlu
Kaynak: philosophyforchange

[1] Olay (Almanca), ç.n.
[2] Dönüş (Almanca), ç.n.
[3] Cinselliğin Tarihi
[4] Deliliğin Tarihi
[5] Şeylerin Düzeni
[6] Disiplin ve Ceza

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. 


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com