• 13 Temmuz 2018
  • Abdullah Gülsever
  • 0
Paylaş

George Wilhelm Friedrich Hegel’in felsefi sisteminde herhangi bir konuyu tek başına ele almak ve onu sisteminden ayrı değerlendirmek olanaksızdır. Ancak bizim burada bu felsefi sistemi bütünüyle ele alma olanağımız yok. Bu nedenle biz, onun felsefi sisteminde “yabancılaşma” kavramının nasıl ortaya çıktığı ve nasıl bir değişime uğradığını incelemeye çalışacağız.

Hegel’den önce “yabancılaşma” kavramını ilk kez J.J. Rousseau kullanmıştır. Fakat felsefe tarihinde yabancılaşma kavramını sistematik hale getiren ilk düşünür Hegel’dir. Tinin Fenomenolojisi adlı eserinde yabancılaşma düşüncesini felsefi sisteminin temel problemlerinden biri olarak ele almıştır. “Ve Görüngübilim* Gerçeğe giden bilincin yoludur. Bilincin en yalın biçiminden, dolaysız duyusal bilinçten başlayarak saltık bilgiye dek zorunlu tinsel şekillenmeler sürecini sunmaktadır.”(1)

Böylece Hegel’in felsefi sisteminin “Tin” in tarihsel serüveni üzerine kurulmuş olduğunu söyleyebiliriz. “Dünya Tarihi, tinsel alanla ilerler” (2). Tarih ise “varlığın varolma yolundaki sürecinin ta kendisidir” (3). Hegel, Tin’in kendisini gerçekleştirme sürecini diyalektik yöntemle anlatmaya çalışmıştır. Bu anlamda diyalektiği, felsefi sisteminin yapı taşını haline getirmiş olduğunu söyleyebiliriz. Diyalektik yöntem; tez, antitez ve sentez basamaklarından meydana gelir. Böylece Hegel, temelde üçlemeci bir filozof olarak karşımıza çıkar. Çünkü varolan her şeyin kendisinden çıktığı bütün gerçeklik olan Tin, kendisini üç şekilde açığa çıkarmaktadır. Bu aşamalara geçmeden önce Tin’in ne olduğundan bahsetmek gerekecektir.

Tin kendi kendisini irdeleme, kendi üzerine ve ondan kaynaklanan her şey üzerine bir bilinç ve dahası düşünen bir bilinç taşıma yeteneğidir” (4). Dolayısıyla Tin’in Tin olması için bir özbilince ulaşması gerekir. Hegel’e göre özbilinç, bilincin kendi kendisinin farkında olmasıdır. Hegel’in bilinç dediği şey aslında zihin ve bu zihnin işlevi, özbilinç dediği şey ise bu bilincin farkında olmamız. Dolayısıyla kendi üstüne düşünüyor olmak, kendi hayatının bilincine varabiliyor olma ve kendimizi başkalarının dolayımında görmenin nedeni bir özbilince sahip olmamızdır. Bu nedenle onun için tinsel olan özbilinçli insan varoluşudur. Başka bir deyişle, “özbilinçli insan varoluşunun mührünü taşıyan her şey tinseldir” (5). Aynı zamanda Tin’in özbilince ulaşması ve kendisini özgür olarak tanıması onun sahip olduğu özünü gerçekleştirmesi anlamına da gelmektedir. Başka bir deyişle, “Özgürlük kendi için kendisinin yerine getirdiği Erek ve Tinin biricik Ereğidir. Yalnızca bu Erek Dünya Tarihinin ona doğru çabalamış olduğu şeydir ve çağlar boyu yeryüzünün engin sunu tası üzerine bırakılan tüm adaklar ona sunulmuşlardır” (6). Dolayısıyla Tin’in kendi özbilincine ulaşması aslında onun kendi özgürlüğüne de kavuşmuş olduğu anlamına gelir.

Hegel, Tin’in kendisini bilmesi için kendi kavramına uygun olarak nesneleşmesi gerektiğini ifade eder. Bu durumda Tin’in kendini dış dünyada gerçekleştiriyor olması, kendisine ait kavramı hayata geçiriyor olması gerekir. Bu nedenle özbilinçli insan etkinliğinin ürünü olan her şey tinseldir. Bu anlamda düşünce de Tin’in bir etkinliğidir. Başka bir deyişle “Düşünce kendini açığa vuran şeydir; -onun tabiatı böyledir; hatta o açık olmanın kendisidir. Onun açığa çıkışı, olması da, olmaması da mümkün bir çeşit hal değildir, sanki düşünce açığa çıkmasa da gene düşünce olurmuş gibi. Oysa açığa çıkmak onun tam da varlığıdır” (7). Bu yüzden düşünme, tinin en iç doğasını oluşturmaktadır.

Hegel, Tin’in kendisini dış dünyada gerçekleştirmesinin üç aşamadan oluştuğunu belirtmektedir. Tin’in kendisini gerçekleştirme aşamaları ele alındığında “Tin, önce “kendi başına”dır, bir gizilgüç (kuvve, potensia) halindedir. O ilk “gerçekleşme” sini doğada bulur. Ama tin, doğada kendi başınalığından kopmuş, “başka bir şey” olmuştur, kendisine yabancılaşmıştır. Bu çelişki, tinin üçüncü basamakta, yani kültür ve tarih dünyasında “kendini yeniden bulması” ile, ama bu kez, bilinç ve özgürlük yoluyla kendisine dönmesiyle ortadan kalkar”. (8)

Tin’in var olması için kendisini olumsuzlaması gerekmektedir. Tin bunu doğa alanında gerçekleştirir. Bu anlamda kendini doğada gerçekleştiren Tin, artık kendi kendisine yabancılaşarak kendisinden başka bir şey olmuştur. Çünkü Tin, doğayı dönüştürdü, aynı zamanda değiştirdi ve doğada doğal olmayan bir şey üretti. Hegel bunu Tin’in doğa ile girdiği ilk karşıtlık olarak tarif eder. Çünkü Tin doğada doğal olmayan bir şey yarattı ve bu anlamda doğa ile bir çatışma hali ortaya çıktı. Hegel’e göre Tin’in kendisini doğada var etmek için girdiği karşıtlık onun kendisini gerçekleştirme sürecinin doğal bir sonucudur. Bu nedenle “Tin’in kendini bilmek adına attığı yabancılaşma adımı var olma ve var etme adımıdır” (9). Dolayısıyla Tin, ikinci aşamada kendisini gerçekleştirirken aslında kendi özüne de yabancılaşmıştır. Bu durumda Tin, kendisi olma yolunda ilerlerken kendi özüne yabancı kalmıştır. Tin’in gelişimini tam olarak tamamladığı aşama üçüncü aşamadır. Hegel, bu aşamada Tin’in yeniden kendi özünü bulacağını ve yabancılaşmayı aşacağını söyler. Tin, bu aşamada mutlak özgürlüğe kavuşmuş olur. Dolayısıyla Tin’in kendisine geri dönmesi ile yabancılaşma da ortadan kalkar.

Hegel’in felsefi sisteminde insanın ne olduğunu incelediğimizde, onun insanı şöyle şu şekilde tanımlamış olduğunu görürüz: “İnsan, Tin demek olduğuna göre, kendini en yüksek şeylere layık görme hakkını ve yükümünü taşır; Tin’inin büyüklüğüne ve gücüne ne kadar üstün bir değer biçerse biçsin, gene abartmış olmaz…” (10). Bu durumda insan, Tin demek olduğuna göre, insan da kendisini gerçekleştirmelidir. Başka bir deyişle insanın kendisini açığa çıkarması ve kendisini gerçekleştirmesi gerekir. Tin’in özü özgürlüktü, bu durumda insanında özü özgürlük olacaktır. Bu durumda insan kendisini gerçekleştirirken kendisine yabancılaşmış olacaktır. İnsanın kendi özünü bulması açısından yabancılaşma olumlu bir değişim olarak görülmektedir. Çünkü insan kendisine yabancılaşmadan kendi özüne yani özgürlüğüne kavuşamayacaktır. Dolayısıyla insanın yabancılaşması onun mutlak özgürlüğüne kavuşması açısından önemli bir değişim olarak algılanmalıdır.

Hegel, varolan her şeyin kendisinden çıktığı bütün gerçeklik olan Tin’in kendisini üç şekilde açığa çıkarmış olduğunu ifade etmiştir. Bunlardan ilki kendi içinde Tin ya da Mantıksal Tin, ikincisi kendi dışında Tin ya da Doğa, üçüncüsü de kendinde ve kendi için Tin’dir. Tin üçüncü aşamada kendisini sanat, din ve felsefe alanında gerçekleştirir. İnsanın kendisini gerçekleştirmesi açısından yabancılaşma zorunlu bir basamaktır. Çünkü insan kendi mutlak özgürlüğüne kavuşmak adına bunu yapmak zorundadır. Bu anlamda Hegel’in felsefi siteminde insanın yabancılaşmasından söz etmek mümkündür. Bu açıdan insanın kendi özünü gerçekleştirme yolunda yabancılaşma evresi olumlu bir değişim olarak algılanmalıdır.

Dipnotlar: 

(1) Aziz Yardımlı, Hegel Tinin Görüngübilim, Çevirenin Önsözü, İdea Yayıncılık, İstanbul,1986.
(2) G. W. F. Hegel, Tarih Felsefesi, Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayıncılık, Birinci Baskı, İstanbul. 2006.
(3) Prof. Dr. Nilgün Toker, Praksis Felsefesi Dersi, İzmir-2015, Yayınlanmamış ders notları.
(4) G. W. F. Hegel, Estetik Güzel Sanatlar Üzerine Dersler, Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınları.
(5) Serdar Tekin, Hukuk Felsefesi Dersi, İzmir-2015, Yayınlanmamış Ders Notları.
(6) G. W. F. Hegel, Tarih Felsefesi.
(7) G. W. F. Hegel, Bütün Yapıtları: Seçmeler 1, Çev. Hüseyin Demirhan, Onur Yayınları, Birinci Baskı Ankara.
(8) Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, İnkılap Yayınları, İstanbul-2001.
(9) Sibel Kiraz, Yabancılaşma Sorunu ve Hegel, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul-2011.
(10) G. W. F. Hegel, Bütün Yapıtları: Seçmeler 1.

Yazar: Abdullah Gülsever

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. Düşünbil Portal’da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.

 


Paylaş

Abdullah Gülsever

Ege Üniversitesi felsefe bölümünden mezun oldu. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Felsefe Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yapmaktadır. Felsefe, pozitif bilim, sosyoloji ve psikoloji ile ilgili pek çok konuya meraklı, öğretmekten çok öğrenmeyi sever ve öğrendiği şeyleri paylaşmayı tercih eder.