Paylaş

Bir trajedinin ürünü olan ve zaman zaman birçoğumuzun dilinde yer bulan bir cümledir: “Hayatımı yazsam roman olur”.

Bu cümleyi kelime kelime irdelemek gerekirse: hayat, acı tatlı yaşanmış veya yaşanacak tüm parçaların birleşimi ile meydana gelen bir bütünü; roman, anlatılan bütünün kaynak ve arşivini; yazma eylemi, sürekliliği; olma durumu ise, bu edebi ve didaktik eserin gerek ontolojik gerekse deneyimsel seviyesini oluşturur.

Sıkıntı veren düşüncelerin bizleri ele geçirmesi, sorumlulukların karşılanamayacak kadar artması, kendimizi doğru ifade edememek, yaşanmışlıkların normalden fazla ağırlık yapması, yalnızlaştırılma gibi etkilerin sonucunda hayatın otomatik olarak kurdurduğu bir kalıp söz dizimi olan bu cümle çoğu zaman hayata geçmeden yok olur. Ancak bu yazılıp basılmamış romanların bir çoğunun ismi vardır: “acıklı hayat”, “inadına yaşam”, “her şey boş”, “beni anlamadılar”, “benim sefil hayatım”, “keşke hiç doğmasaydım” vb.

Bu cümle karşısında oluşturulmaya çalışılan dramın (durum) genellikle başkaları tarafından anlaşılmadığını düşünen kişilerin, hayatı ve insanları eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirmesi sonucunda ortaya çıkması daha olasıdır. Zira olaylara ve insanlara objektif bakan kişilerin hayatında bu tarz eyleme geçmemiş cümlelere rastlamak daha zordur.

Hepimiz; kendimizin, çevremizin, başımızdan geçen, geçmekte olan ve geçmesi muhtemel olaylar zincirinin kurgularıyla oluşturulan bir hayat sürmekteyiz. Gerek kişilerle gerekse olayların kendisiyle kurduğumuz ilişkiler, kurgulanan bu hayatı acı veya tatlı algılamamıza neden olan ve tüm bu bahsi geçen hayat romanlarına ismini veren olaylar bütünüdür.

Gelin bu yazıyı biraz kişiselleştirelim. Sizce hayatınız bir roman olsaydı adı ne olurdu? Bu kitabın içeriğini zenginleştiren ana temayı bir ya da birkaç kelimeyle nasıl tanımlardınız? Peki yazmayı istediğiniz bu kitabın konusu hangi zamana ait olurdu: geçmiş, şimdi, gelecek? Kendinizi hangi sıfatlarla anlatırdınız: iyi kendilik, kötü kendilik, güçlü, zayıf, akıllı, tembel..?

Kitabın zamanı konusunda genel kanının yaşanmışlıklarla olacağı kanaatindeyim. Geçmişte yaşantılanmış -ki bu bir saat hatta bir dakika öncesi bile olabilir- olaylar… Farkındalık duvarından geçemeyip bizi kendi otonom yapımızın dışında bir yerlere taşıyan ve haklılığımızı yüceltmek adına ötekini aşağıya çekmek üzere kurgulanmış bir hikaye örgüsü oluşturulabilir. Burada haklılık ya da haksızlık kavramlarının çok da önemli olmadığını belirtmem gerekir. Sadece hayatımızla ilgili bazı bilgilerin kişisel algılanabileceği gerçeğinin yadsınılamayacağını anlatmaya çalışıyorum. Kimi zaman da işe yaramaz, bilgisiz ya da çirkin bir kendilik vizyonu oluşturulabilir.

Belli bazı çerçevelerin içine oturtulmuş söz kalıpları, örfi, kültürel ve de inançsal şekillendirmeler, hayatımıza önem derecesine göre girip çıkan kişiler, iç dünyamızda farklı anlamlara karşılık gelen duygu ve düşünceler sanırım bu kitabın oluşmasında büyük katkı sağlayacaktır.

Bilindiği üzere beynimiz bir kelime avcısıdır. Her an düşünmeye odaklı olan zihin yapımız boşta kalma korkusuna düşmemek için kendi senaryolarını oluşturup zihnimizi sürekli meşgul tutar. Bunu yaparken de mevcut bilgilerden yararlanır. Bu bilgiler doğru olduğu kadar yanlış yorumlamalara da açık olabilir. Hayatının edebi ya da didaktik bir roman özelliği taşıdığını düşünen kişi açısından kelime avcısı olan beyni tarafından yönlendirilmesi çok daha mümkündür.

Yazılmak istenen bu roman haksızlığa uğrayan bir işçinin hakkını ararken başından geçen sıkıntı dolu günleri içerebilir. İstediği notu alamadığı için tembel olduğu hissettirilen bir öğrenci, eşinden gerekli sevgiyi göremeyen diğer eşin serzenişleri, anne baba sevgisinden yoksun bırakılmış bir çocukluk dönemi, kendinin zayıf, çelimsiz, tembel olduğunu düşünerek kaçındığı kişiler veya ortamların baskısı vb.

Konusu her ne olursa olsun varoluşun asıl nedeninin kavranamaması ve uygun bir kendindelik davranışının oluşturulamaması sonucunda yazılmak istenen hayat romanı pek de gerçekleri yansıtmaz. Her zaman, yargılanacak sanıklar, haksızlığa uğranılmış zamanlar, ceza verilecek suçlular bulunur. Yan karakterler asıl kahramanın hayatında bulunamıyorsa bu sefer de kendi içindeki değersizliği ile arar haksızlığı.

Öğrenilmesi gereken asıl gerçek ise, tüm bu haksızlıkların en az haklılık hali gibi normal karşılanması ve bir adım geriye giderek farkındalığın arttırılmasıdır. Bırakalım da tüm olumsuz düşünceler olumlular gibi zihnimizden akıp geçsin. Tıpkı trafikteki takip mesafesini koruyan taşıtlar gibi… Bizleri yaşanması muhtemel olumlu hayatımızdan alıkoyan bazı duygu ve düşünceler de tıpkı trafikteki araçlar gibi zihnimizde peşi sıra hareket etmektedir. Zincirleme akıl tutulması kazalarına sebep olan ve bizlere zarar veren bu duygu ve düşüncelerin arasına güvenli bir takip mesafesi koyduğumuzda, farkında bir yaşam fikrini ve güvenli bir anlayış tekniğini de kavramış oluruz.

Yazar: Ertan Yavuz

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. Düşünbil Portal’da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.


Paylaş

Ertan Yavuz

Farklı alanlarda okumayı, düşünmeyi seven, psikolojiye, eğitime, felsefeye, antropolojiye, astronomiye ve dinler tarihine meraklı bir özel eğitim öğretmeniyim. Ondokuz Mayıs Üniversitesi ve Atatürk Üniversitesi'nin eğitim fakültelerinde öğrenim gördüm. Zihin engelli, otistik ve ögrenme güçlüğü çeken bireylere bilişsel, ruhsal, duygusal ve davranışsal alanlarda destek-eğitim hizmetleri vermekteyim.