Düşünbil Portal

Hitler’in filozofları

Illustrated by Phill Evans

Paylaş

Yvonne Sherratt, Almanya’nın büyük akıllarının nasıl Üçüncü Reich’in(1) coşkulu destekçisi haline geldiklerini açıklıyor.
Dünya, 70 yıl boyunca Nazi dehşeti ve Holokost’un acımasızlığının etkisinden kurtulamadı. Hitler’in Berlin’de bir sığınakta ölümünden sonraki on yıllarda, Alman toplumunun hiçbir kesimi lekesiz kalmamıştı; iş insanları, bilim insanları, doktorların hepsinin Führer’in iktidarını destekledikleri görüldü. Fakat tüm bunların içinden bir grup Hitler’e karşı koymak için entelektüel kavrama yetisine ve vicdani cesarete sahip olmalıydı: filozoflar… Ne de olsa felsefe tinsel bilimlerin soyundan geliyordu.

1933’e kadar bütün Almanya üniversitelerinde, düşünürler dâhil yüzlerce Yahudi akademisyen vardı. Hitler’in şansölye olduğu yıl, çoğunluğu Yahudi olan 1600’den fazla bilim insanı makamlarından el çektirildi. Edmund Husserl ve (eşi Yahudi olan) Karl Jaspers gibi önemli düşünürler bunlara dâhildi. Bu tasfiyenin ardından, neredeyse hiçbir “Aryan”(2) düşünürden muhalefet belirten bir ifade yoktu: ne mektup, ne mücadele ne de bir protesto. Bir yorumcunun ifade ettiği gibi: “Sessizlikleri kuvvetliydi.” Birçok Yahudi’nin tasfiyesi, ardında hatırı sayılır sayıda işi açıkta bıraktı ve boşta kalan pozisyonlara sahip olmak için gereken nitelikler aza indirgendi. Arda kalan düşünürler hızlıca fırsatları değerlendirdiler.

Alfred Bäumler, 19. yüzyıl Alman kült filozoflarından Friedrich Nietzsche yorumcusuydu. Nasyonal Sosyalizme bağlılığı sayesinde ani bir yükseliş geçirdi. 1933’te Almanya’nın saygın kurumlarından Berlin Üniversitesi’nde felsefe profesörlüğüne terfi etti ve Nazi partisinin mental eğitimini(2) üstlendi. Bäumler’in çalışma arkadaşı, Nasyonal Sosyalist parti üyesi, Ernst Krieck pasifist ve demokratik fikirleri hor görürdü. Krieck, Yahudi etkisinin yok edilişi ile meşgul oldu ve Heidelberg Üniversitesi’nde bir kürsü ile mükâfatlandırıldı. Burada çalışma arkadaşlarını gözetledi; güvenlik servisi için çalıştı ve önde gelen Nazi kuruluşlarına yardım etti.

Bu fotoğraf 12 Kasım 1933 tarihli Leipzig Beyannamesi’ni imzalamak üzere Nazi otoriteleriyle görüşme yapan akademisyenleri göstermekte. Beyannameyle tek-parti hükümetini ve Milletler Cemiyeti’nden çekilmeyi öngören Hitler desteklenmektedir. Çarpı ile gösterilen Martin Heidegger ve yanındakiler üniversite üyeleridir.

Kariyerde İlerleme

Diğer birçok Nazi sempatizanı profesör ve rektörlüğe terfi ettirildi. Ernst Bergman, Leipzig Üniversitesi; Max Hildebert Boehme, Jena Üniversitesi; Hans Alfred Grunsky ve Otto Höfler, Münih Üniversitesi; Walter Schulze-Sölde, Innsburg Üniversitesi ve Königsber Üniversitesi rektörü Hans Heyse bu isimler arasındaydı.
Nazi Almanya’sının işbirlikçi filozoflarının yalnızca birkaçı olan bu isimler, ulusun düşünürlerinin en üst tabakası olarak tanıtıldılar. Şimdiye dek daha büyük yeteneklerin daha fazla direnç göstereceğini düşündüyseniz, yanılıyorsunuz.
Almanya’nın en önemli ve etkili kişilerinden biri, şapka çıkarılan eseri Varlık ve Zaman’ın yazarı Profesör Martin Heidegger’di. 1933’te kendisine Hitler kadar kaba bir adamın Almanya’yı nasıl yönetebileceği sorulduğunda, Heidegger -gözleri parlar-: “Kültürün önemi yok. Onun harikulade ellerine bakın!” diye yanıtlar.
Heidegger 1933’te Freiburg Üniversitesi rektörlüğüne getirildiğinde, göreve başlama seremonisine eşlik eden program notlarında Horst-Wessel Lied adlı Nasyonal Sosyalist parti marşı yazılıydı. “Führer bizzat ve tek başına Alman hakikati, şimdisi, geleceği ve hukukudur. Yaşasın Hitler!” dedi.
Parlak ve muteber bir filozof olan Carl Schmitt 1933’te Nasyonal Sosyalist partiye üye oldu ve kısa zamanda işbirlikçiliğinin meyvelerini topladı; Prusya meclis üyeliğine ve Berlin Üniversitesi rektörlüğüne atandı.

Etnik Onur

Schmitt, ehemmiyet arz eden yeteneklerini tümden totaliter bir rejime katkıda bulunacak temelleri barındıran ideal ve meşru bir sistem kurmaya yardım etmek için kullanıyordu. Sonra Nazi liderlerinin “healthy exorcism”(3) çağrılarını methederek “Yahudi zulmü ve saygısızlıkları ile Alman etnik onuru arasındaki gerçek prensip mücadelesi”ni memnuniyetle karşıladı. Schmitt alelade “Yahudi etkisini def etme görevini yerine getiremeyen duygusal anti-semitizm”i reddetti. Mein Kampf ‘tan (Kavgam) alıntılayarak, “Kendimi Yahudi’ye karşı savunmada Tanrı’ya olan sorumluluğumu yerine getiriyordum.” dedi.

Terfileriyle dem sürerken, Hitler’in filozofları bir Nazi felsefesi oluşturmaya destek oldular. Heidegger gibi, Führer’e taptılar. Örneğin, Hans Heyse tümden itaati savundu: “Yeni Alman üniversitesinin tek bir ilkesi vardır: Alman Ulusunun Führer’inin maksat ve hedeflerine hizmet etmek.” Birçoğu, Schmitt gibi, Yahudileri hedef tahtasına oturttu. Bäumler 1933’te çoğunluğu Yahudilere ait olan edebiyat ürünlerini yakarken, Dr. Hans Alfred Grunsky ve Max Wundt, Tubingen Üniversitesi’nde öğretim görevlisi, anti-Semitik teorinin üretken yazarları oldular. Hakikatte, otuzlu yıllar boyunca Alman üniversitelerinden vasat veya oldukça parlak olan tek bir filozof bile Hitler’e rıza göstermekten başka bir şey yapmadı.

Lakin 40’lı yılların başında, Münih Üniversitesi’nden Profesör Kurt Huber bu akıma itiraz etmeye kalkıştı. Bir muhafazakâr-milliyetçi olan Huber, Stalingrad Savaşı’nda artan genç ölümlere ve Üçüncü Reich’ın gittikçe artan zalimliğine karşı öfkelendi. Bu suretle, Beyaz Gül isimli gizli bir muhalif grubun üyesi oldu. Alman halkına, hatalarının farkına varmalarını ve Hitler’e karşı koymalarını tavsiye eden bir bildiri yazdı. Üzücü bir şekilde 1943’te Huber yakalandı, yargılandı ve infaz edildi.

Kurt Huber, filozof ve Beyaz Gül muhalefet grubunun üyesi, bir çalışma arkadaşıyla birlikte fotoğraflanmış (soldaki).

Huber’in akıbetinden anlaşılacağı üzere 1940’larda Hitler’e muhalefet etmek oldukça tehlikeliydi. Fakat 1930’larda, misillemeler başlamadan önce, filozofların büyük çoğunluğu neden işbirliği yaptı? Nedenleri irdelendiğinde bazılarının sadece normlara uyduğu görülüyor. Diğerleri fırsatçıydı, hatta belki Yahudi çalışma arkadaşlarını kıskanıyorlardı ve faydalanabilecekleri fırsatlar için heveslilerdi. Bazıları için ise bunun sebebi ideolojikti. Örneğin, Bäumler ve Krieck, Nazilere üyeydi, Hitler’in iktidara gelmesini bekliyorlardı.

Sebepleri ne olursa olsun bir şey muhakkak ki, bu filozofların eylemleri büyük yankılar uyandırdı. Almanya’da felsefe ikonikti; Britanyalılar için kraliyet ailesine benzer şekilde, ulusun köklerinde itibar sahibiydi. Ne yaptıkları, nasıl davrandıkları ve hangi fikri destekledikleri Alman tasavvuru üzerinde güçlü etkilere sahipti. Bu sebepten olacak işbirlikleri toplumun geniş kesimine güçlü mesajlar gönderdi. 1945’te Üçüncü Reich’ın düşmesinin ardından, Müttefikler Nazizm’i Alman üniversitelerinden temizlemeye çalıştılar. Ancak girişimleri etkisiz oldu ve eski Naziler birkaç fakülteye hükmetmeye devam ettiler. Bu süre içinde görüşünden dönmeyen Carl Schmitt ve Hitler’i desteklediği için özür dilemeyen Martin Heidegger uluslararası üne sahip oldu. Gerçekte, “Carl Schmitt ün salmıştı, muhtemelen yüzyılın en tartışılmış hukuk bilginiydi,” denirken Heidegger 20. asrın en büyük filozofu olarak göklere çıkarılacaktı.

Bugün Kurt Huber unutulmuş duruyorken, Heidegger ve Schmitt’in fikirleri Batı dünyasının en prestijli kurumları tarafından kullanılıyor.

Hitler: Filozof Führer

Adolf Hitler’in felsefe konusundaki kendini beğenmişliği kurgu boyutunda genişledi: O, bizzat büyük bir düşünürdü. Aslına bakılırsa o kendine filozof Führer gözüyle bakmaya başlamıştı.
Hitler, 1924’te Alman eyaleti Bavyera’nın güney batısında yer alan Landsberg am Lech şehrinde hapiste yattığı süreçte bir hayli kitap okuduğunu iddia etti. Nietzsche ve Marx gibi tanınmış filozoflar kadar Paul de Lagarde ve Houston Stewart Chanberlian gibi düşünürlerin ırkçı fikirlerini de okuduğunu söyledi. Kendi deyimiyle: “Yalnızca tek zevke sahiptim: kitaplarım… Çok okudum ve çok çalıştım.”

Hitler Berghof Dağı’nda inzivada (1936)

Landsberg’deydi, Rudolf Hess’in (daha sonraları yardımcısı olacak) yardımıyla Kavgam’ı yazdı. Bu kitapta menfur “felsefe”sinin ana hatlarını çizdi. Yine eksiltilmiş ifadelerle, Hitler, Alman felsefi geleneğinin Immanuel Kant gibi kurucu isimlerinden alıntılamalar yaptı: “… dünyanın bizim olan tarafında belki de Yahudilerin bertaraf etmiş olduğu… insanlığın değerli manevi hazinelerinden bihaberiz… (Kant)” Arthur Schopenhauer’i okumuş olduğunu iddia etti, “dahi” Friedrich Nietzsche’ye hayranlık duyduğunu ve Charles Darwin’in Almanca tefsirlerinin tutkunu olduğunu ileri sürdü. Hitler, Friedrich Schiller’in felsefesine bayıldığını söylerdi. En yakın arkadaşlarından, iş insanı Ernst Hanfstaengl’in ifade ettiği üzere: “O, heyecanlı devrimci Schiller’i, tanrısal ve düşüncelere dalmış Goethe’ye tercih eder.”
Güçlü adam, tek başına en güçlüdür.” Schiller’in William Tell’inden (I. Perde, III. Sahne) olan bu tanıdık alıntı Kavgam’ın 2. cilt 8. bölümünün başlığını oluşturdu ve Führer olduğu sonraki yıllarda Hitler’in sloganı oldu.
Hitler anti-Semitizm’in iplerini de ele geçirdi ve ırk, ulu-devlet, savaş hakkındaki düşünceleri gasp etti; hepsi korkunç projesini meşru kılmak içindi. Lakin Hanfstaenl’in deyimiyle “Hitler gerçek bir filozof değil, daha çok bir “dâhinin barmeni” idi.

Çeviri Notları

(1)Hitler dönemi Nazi Almanya’sına verilen isim; Birinci Reich: Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu, İkinci Reich: Bismarck dönemi Alman İmparatorluğu, Üçüncü Reich: Nazi Almanyası

(2)Nazilerin safkan Alman ırkını tanımlamak için kullandığı kavram

(3)Partinin, halkın zihinsel ve ruhsal durumunu ölçüp atılımların uygun zamanını belirleyen programı

(4)“healthy exorcism”den kasıt Yahudilere yönelik temizleme (!) katliamları olduğu düşünüldü.

 

Yazar: Yvonne Sherratt
Çeviri: Hüseyin Sığırcı
Kaynak: Historyextra 


Paylaş
Exit mobile version