• 12 Ocak 2018
  • Aziz Ardıç
  • 0
Paylaş

Fransız düşünür Louis Althusser‘e göre ideoloji her yerdedir. Toplumsal yaşamdaki pratikler ile iç içedir. Yine Althusser’e göre ideoloji gerçekliğin bir temsili değil gerçeklikle ilişkinin temsilidir. Basit bir benzetmeyle, bir akvaryumun içindeki kişinin, dışarıdaki nesneleri yanılsamalı, bulanık ve eğri görmesi gibi ideoloji de kişinin dünyayı, sosyal olguları, insan ilişkilerini olduğu gibi -objektif olarak- görmesini engelleyerek kendi istediği şekilde yorumlatır. İnsanlar kendi ideolojilerini kendi dünyaları olarak yaşarlar. İdeoloji, hemen her konuyla bağdaştırılabilir ve bir amacı meşrulaştırmak için söyleme dönüşebilir. Ayrıca bilimler ve disiplinlerce de rıza üretimi için meşruluğunu sağlamlaştırmak adına -doğru olmasa da- ilişkilendirilebilir. Bazen varılmak istenen amaç, ideolojinin doğruluğundan daha önemli bir hale gelir ve aldatıcı inanç kümesine dönüşebilir. Toplumda rıza üretmek isteyen, haklı sıfatını almak isteyen oluşum, bu ideolojiden beslenebilir. Bu ideolojiyi benimsemiş insanların, dünyayı nasıl görmesi ve yorumlaması gerektiği, ideolojinin söylemlerine göre belirlenir. Böylece kişinin kurulmak istenen sisteme entegresi kolay hale gelir.

Irkçılık ise, eşitsizlikçi dünya görüşüne sahip olan sınıfların ve yönetimlerin, ortamını yakaladıklarında başvurdukları ideolojik silahıdır. UNESCO tarafından benimsenen oldukça başarılı ve yeterli görünen tanıma göre ırkçılık, ayrımcı gruplar arası ilişkilerin biyolojik temellerle doğrulanabileceği yanıltmacasına dayanan anti-sosyal inanış ve davranışlardır.

Irkçılık, insanların etik eşitliğine inanmayan, toplumları ve insanları sıradüzeni içinde gören eşitsizlikçi dünya görüşünün bir parçasıdır. Kendini çeşitli zamanlarda ve çeşitli toplumlarda farklı biçimlerde ortaya koyan bu dünya görüşünün zaman zaman o ya da bu toplumda ortaya çıkan görünümüdür. Uluslararası çatışmada, bir iç savaşta, bir etnik kapışmada küllerinin üflenerek ırkçılığın yeniden tutuşturulması olasılığı her zaman vardır. Alaeddin Şenel‘in de belirttiği gibi, ırkçılığın yanıt verilmeye değmeyecek kadar ilkel, bilim dışı, güçsüz bir öğreti olduğunu düşünenlere de aslında verilecek yanıtlar var. Temelde insanların ve toplumların değerce (her türlü temel hak) eşit olmadığı inancına dayanan bu dünya görüşü, hemen her dünya görüşü gibi, kendini çağın egemen düşünüş biçimine dayandırma çabası gösterir. Örneğin; ortaçağın egemen düşünüş biçimi dinsel düşünüş idi. Irkçılık kendini ona pek dayandıramadı. Çağımızın egemen düşünüş biçimi ise bilimsel düşünüştür. Dolayısıyla eşitsizlikçi dünya görüşünün bilimsel giysiler içinde ortaya çıktığında tutunma, yayılma şansı daha yüksektir. Bu bakımdan sahte bilimsel temellere dayanmış olsa da ırkçılık, bilimsel bir söylem biçiminde ortaya konulduğu için, eşitsizlikçi dünya görüşünün çağdaş görünümlerinden biridir; bu nedenle hafife alınacak bir şey değildir. Ne kadar bilimsel kuramlar oldukları öne sürülürse sürülsün ırkçılık öğretileri yalnız bilimle değil, birbirleriyle dahi uzlaşmaz.

İngiliz Evrimsel Biyolog Julian Huxley, ırk sözcüğünün bulanık bir anlam kazandığını söyler. Bazı kitaplarda “race” (ırk) sözcüğü “human race” (insan türü, insan soyu) anlamında kullanılır. Öte yandan, ilk ırk kuramlarını incelerken gördüğümüz gibi, sınırları iyi çizilememiş ve üzerinde görüş birliğine varılmamış belli fizyolojik niteliklere sahip insan topluluklarını tanımlamak için de kullanılır. Aynı zamanda belli bazı tinsel niteliklere sahip oldukları düşünülen insanları anlatmak için de faydalanılmıştır. Bir yandan ırkın üzerindeki kategori olan “tür“, bir yandan ırkın altındaki kategori olan “soy” anlamına gelir olmuştur. Irk sözcüğü, tür, “ırk”, soy, ulus, zümre, meslektaş gibi çok çeşitli anlamlarda kullanılmıştır ve hala kullanılmaktadır. Sözcüğün bu kadar çeşitli anlamlar kazanmasının sorumlusu bir bakıma ırkçı düşünür ve yazarlardır.

Ya İngiliz, Fransız, Alman ırkları? Bunlar ırk değil ulus adlarıdır.  Peki ya Aryan, Hint-Avrupa, Anglo-Sakson, Çin, Türk sözcükleri de ırk adları değil mi?  Bunlar dille, dinle ve kültürle ilgili terimlerdir. Yahudi, Ermeni ise ulus durumuna gelmemiş “etnik” grupların adlarıdır.  Bir başka deyişle ırkçılık öğretileri biyoloji, antropoloji, genetik bilimleri ile çelişki içindedir.

Günümüzde antropologların hemen hemen tümü ‘Dünyada yaşayan insanların hepsi Homo sapiens türündendir’ görüşünde hemfikirdir. Irkların birbirinden kesin çizgilerle ayırt edilmemesine koşut olarak, ırkın kesin bir tanımı da yapılamamaktadır. Oysa türün kesin tanımı yapılabilmektedir: Birbiriyle cinsel ilişki yoluyla üreyebilen ve çoğalabilen grupların tümü. Tüm ırkların insanları birbiriyle çiftleşip kısır olmayan soylar üretebilirler, insanlar tek bir türden olmasalardı verimli çiftleşmelerde bulunamazlardı; ya da farklı türlerden olsalardı at, eşek, katır örneğinde görüldüğü gibi çiftleşmeleri ancak kısır döller verebilirdi. Bu bilimsel gerçeğe karşın, kasıtlı kasıtsız, bilinçli bilinçsiz “ırk” ile “tür”ü karıştıran ırkçı düşünürler şüphesiz vardır.

Homo sapiens türünün, ötekilerden farklı ama kendi aralarında ortak bazı fiziksel özelliklere sahip olan insanlardan (fenotiplerden) oluşan alt türleri de vardır.  Büyük bir olasılıkla, oluşan ırklar karışmış, karışmanın belli bir türdeşlik kazandığı durumlarda yeni ırklar ortaya çıkmıştır. Ama bunlar da insanlık tarihinin çalkantıları içinde yeniden karışmışlardır. Buradan çıkarılan bilimsel sonuç, saf ırk bireylerinden oluşan toplulukların bulunamayacağıdır. Belli topluluklarda belli fenotiplerin ağır bastığı, örneğin Moğollar arasında elmacık kemiği çıkık insanların çokluğu da bir gerçektir. Bununla birlikte kaç türlü ırkın bulunduğu sorunu yine bulanıktır.

Irkçılık öğretileri;
a) Fizik niteliklerin yanı sıra psikolojik, düşünsel hatta kültürel niteliklerin de kalıtımla geçtikleri,
b) Bu sözde kalıtımsal niteliklerin bazı topluluklarda bulunup bazılarında bulunmadıkları, bazılarında az bazılarında çok bulunabildikleri,
c) Bunlarla bağlantılı olarak, bazı ırkların üstün, bazılarının ise aşağı fiziksel, psikolojik, düşünsel ve kültürel yeteneklere sahip oldukları,
d) Sonuç olarak, üstün ırkların aşağı ırklar üzerinde, onları yok etmekten yönetmeye, çalıştırmaktan sömürmeye dek doğal hakları olduğu düşüncelerinden oluşur.

Genetik, antropoloji ve öteki ilgili bilim dallarına göre ise;
a) Irk kavramı, kültürel, etnik, dilsel değil, biyolojik bir kavramdır.
b) Bazı patolojik (hastalıklı) psikolojik nitelikler dışında, psikolojik niteliklerin, düşünsel, kültürel niteliklerin kalıtımla geçtiği yolunda şimdiye dek hiçbir bilimsel kanıt bulunamamış, tersine, yapılan araştırmalarda, bu niteliklerin çevresel, kültürel yollarla edinildiğini gösteren pek çok kanıt bulunmuştur.
c) Bir kalıtsal niteliğin, bir topluluğun tüm üyelerinde bulunmadığı, demek ki saf ırk,topluluklarının bulunmadığı gibi, söz konusu kalıtsal nitelik öteki toplulukların üyelerinde bulunabilmektedir. Bir topluluğun içindeki farklılıklariki topluluk arasındaki farklılıklardan daha fazla olabilmektedir.
d) Bazı ırkların öteki ırklardan kalıtsal olarak kültürel, düşünsel, psikolojik, hatta fiziksel üstünlüklere sahip olduğu savı şimdiye dek kanıtlanamamıştır.
e) Melez ırkların gen havuzları daha zengin olacağı için çevreye uyum şansları daha fazla olabilir.
f) Irklar ya da topluluklar arası ilişkilerin eşitlikçi mi eşitsizlikçi mi, savaşçı mı barışçı mı olmasının gerektiği, doğa bilimlerinin değil, toplum bilimlerinin, felsefenin, felsefenin içerisinde de etik dalının sorunudur.

Yazının nihai amacına gelirsek, ırkçılık ideolojisinin yaydığı söylemlerden arınmak için yukarıdaki ırk kavramı hakkında ırkçılık öğretileri ile antropoloji, genetik ve öteki bilim dallarının söylediklerini ayırt etmemiz gerekir. Böylelikle insanları, toplumları, kültürleri, ulusları ve devletleri, ideoloji gözlüğünden değil, olduğu gibi, gerçek şekilde algılamamız kolaylaşır. İktidarın rıza üretmek için yaydığı söylemlerden arınmak, gerçekmiş gibi algılanan olguların aslında birer yanılsamadan ibaret olduğunun farkına varmak, bizleri bir adım daha çağdaşlaştıracaktır.

Kaynakça:

Şenel, Alaeddin (1993) Irk ve Irkçılık, İstanbul:Bilim ve Sanat Yayınları.
Althusser, Louis (2003) İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları. (Çev. Alp Tümertekin), İstanbul: İthaki Yayınları.

Yazar: Aziz Ardıç

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. Düşünbil Portal’da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.


Paylaş

Aziz Ardıç

İstanbul Üniversitesinde Antropoloji, Latin Dili ve Edebiyatı ve Felsefe alanlarında eğitim aldı. Lisans tezini insanın dil yetisi üzerine yazdı. Şu anda aynı üniversitenin Felsefe bölümünde yüksek lisans öğrencisi. Felsefenin dil, politika, bilim, matematik, epistemoloji, etik; Roma düşünce tarihi ve etnografya alanlarında akademik çalışmalar yayınlama ve ayrıca Latince kitaplar çevirme hedefleri var. Düşünsel anlamda en çok etkilendiği kişi Michel Foucault'dur. Aynı zamanda çeşitli STK'larda gönüllülük faaliyetleri yürütmekte, tiyatro asistanlığı yapmakta ve tarımla ilgilenmektedir.