Not: Bu yazımız iki parçalık bir yayın dizisinin ilkidir. Devamını yine aynı başlıkla sitemizde bulabilirsiniz.
Peter Benson, Kıta felsefesi filozoflarının ötekilerin zihinlerini nasıl gördüğümüz hakkındaki görüşlerini inceliyor.
Analitik ve Kıtasal felsefe geleneği arasındaki sayısız farklılık arasında en çarpıcılarından biri, bir kimsenin başkalarıyla olan ilişkisi tartışmasındaki görüş farklılıklarıdır. Analitik Felsefe’de ilk olarak, “Öteki Zihinlerin Problemi” başlığı altında, bilginin mümkünlüğü sorusuna tipik bir yaklaşım yapılır. Sözü geçen bu “problem”, öteki akılların duyusal algılanmasında doğrudan bir kanıt olmaması sonucu –akılları göremeyiz ya da dokunamayız.- öteki akılların varlığını nasıl bilebilirize dayanır.
Bu soruya, sonraki çoğu yazarın eserinde yankı bulan, tipik bir cevap ise John Stuart Mill tarafından verilmişti:
“Ben diğer insanların da benim gibi duyguları olduğunu kanısına varıyorum, çünkü en başta, onlar da benimki gibi, kendimden bildiğim üzere, duyguların öncül koşulu olan vücutlara sahipler, ikincil olarak da diğerleri de kendi deneyimlerimden bildiğim üzere, duyguların sebep olduğu davranışlar ve dışsal belirtiler sergilerler.” An Examination of Sir William Hamilton’s Philosophy, 1865 (Sör William Hamilton’ın Felsefesi Üzerine Bir İnceleme, 1865)
Mill’in kanısına, şüpheci bir meydan okuma geçtiğimiz yıllarda David Chalmers tarafından popülerleştirilen, “felsefi zombi” fikri ile takip edildi. Felsefi zombi, korku sinemasının et yiyen yaratığı değil, insan gibi görünen ve davranan fakat bilişsel deneyimleri olmayan, varsayımsal bir varlıktır. Chalmers böyle bir yaratığın mümkün olup olmadığı (tam olarak mantıklı olmasa bile) ve herhangi bir insanın felsefi zombi olmadığına dair ne tür kanıtlar gösterilebileceği sorularını sorar. (Philip Goff Philosophy Now dergisinin zombi temalı 96. sayısında bu tartışmayı iyi bir şekilde açıklamıştır.)
Zombileri geride bırakırsak ve gerçek dünyaya geri dönersek, Mill’in önerdiği tümdengelim (çıkarım) sürecinin, etrafımızdaki insanların da kendilerine özgü akılları olmasını gerçekten neden kabul ettiğimizle hiçbir ilgisi olmadığı açıktır. Çocuklara yapılan en üstünkörü gözlem bile onların büyüdükçe ve dünyaya aşinalaştıkça oluşan bu problemlerinin, Mill tarafından önerilen problemin tam olarak zıttı olduğu konusunda bizi uyarmalıdır. Başlangıçta, çocuklar duygu durumları her şeyle ilişkilendirirler; oyuncaklarının da tıpkı ebeveynleri gibi, akılları ve duyguları olduğuna inanırlar ve zamanla, duygu durumların atfedildiği varlık kategorileri arasında budama yapılır. Bu kategoride en uzun süre kalanlar hayvanlardır ve yetişkinler bile evcil hayvanlarına mantık dışı duygu durumları atfedebilirler. Sahiden de kötülüğü cansız nesnelerle, özellikle de itaatsiz olanlarıyla ilişkilendirmemiz kolaydır: sökülmeyen bir vida; sıkışan bir fermuar; açılmayan bir kapı gibi.
Öyle görünüyor ki hepimiz dünyamızın bütün varlıklarında duygu durumları bulunduğu varsayımıyla doğuyoruz, ilk dinlerin; ağaçlara, nehirlere ve doğanın diğer tüm nesnelerine ruhu atfetmeleri gibi. Bu, düşünmeye yatkın olduğumuz, doğuştan gelen yollardan biri gibi görünmekte. Yani bir şeyin akla sahip olduğunu düşünmek, deneyimlerimizden türetilen ya da Mill’in sunduğu kanıtlardan çıkarılan bir şey değildir. Bilakis, varsayım deneyimlerimizden önce gelmektedir. Ve biz daha sonra karşılaştığımız varlıkları bu kategoriye sokmaya çalışırız.
Bu Immanuel Kant’ın düşünmenin yöntemlerinde a priori [“biz dünyayı deneyimlemeden önce”, Ed.] ulamına dâhil olan bir görüştür. Bunun gibi ulamlar Kant’ın “Saf Aklın Eleştirisi”(1781) adlı kitabında açıklanmıştır, hâlbuki aslında “Bir Öteki İnsan” kavramı Kant’ın bu kitapta tartıştığı ulamlardan biri değildir. Kitapta Kant, fiziksel dünyayı deneyimleyebilmemiz için gerekli olan ulamların hangileri olduğu konusuna yoğunlaşır. Dolayısıyla Kant’ın ulamlar listesi ‘töz’ ve ‘nedensellik’ gibi kavramlar içerir. Kant diğer insanlarla olan ilişkimizi, devam eseri olan “Pratik Aklın Eleştirisi”(1788)‘nde dikkate almaya başlamış ve bizim diğer insanlarla olan ilişkimizi, cansız varlıklarla olan ilişkimizden ayıran en önemli özelliğin Etik olduğunu açıklamıştır. Kant’ın Etik tanımlarından biri de “diğer insanlara daima bir amaç olarak davranın, bir amaca hizmet eden araçlar olarak değil.”dir. (Burada bahsedilen insanların kullanım amacına hizmet eden araçlar değildir.) Yani bu Kant’a göre, yalnız saf akılla ulaşılabileceğine inandığı ve özgür otonom bireylerin dünyası olan “Amaçlar Krallığı’nı” yaratan, bir Etik sürecidir.
“Öteki” kavramını, “Bir Diğer İnsan” anlamında, a priori bir ulamda değerlendirmek Kant’ın ardıllarına kaldı. Kıta Felsefesi, Analitik Felsefenin aksine, günümüze kadar bu fikri araştırmaya devam etti.
Alexa ve Sevgilileri
Bu yaklaşımın diğer akıllar hakkındaki farkındalığımızı anlamadaki avantajları, ortak deneyimlere tuttuğu ışıkta görülebilir.
Neden bahsettiğimi anlatmak için, size Alexa’yı tanıtmak istiyorum. Onunla çoktan tanışmış olabilirsiniz. Hatta onunla sohbet etmiş bile olabilirsiniz. Herkes Alexa’yı Amazon’dan satın alabilir ve onun rahatlatıcı varlığını evlerine yükleyebilir. Onu televizyonlar, fırınlar, aydınlatmalar, bilgisayarlar gibi pek çok elektronik aletinizi kontrol etmesi için, hızlı öğrenen bir bebek bakıcısı gibi eğitebilirsiniz ve hızlı bir şekilde tatmin olma arzunuzun gerçeklemesi için, tek ihtiyacınız olan “Alexa, televizyonu aç, lütfen.” diye mırıldamak olur. Alexa aynı zamanda marketten sizin için sipariş verir, internet aboneliğinizi yeniler ve modern hayatın çoğu karmaşık ihtiyacını giderme eğilimindedir.
Alexa, üstünde dairesel bir ışığı olan, yaklaşık çeyrek metre boyunda siyah bir tüp olduğundan, erotik bağdaştırma açısından sınırları varmış gibi görünebilir. Fakat insanların hızlıca Alexa’ya salt bir nesne gibi değil de, Öteki gibi davranmaya başladıkları aşikârdır. Onlar tabii ki Alexa’nın bilinci, niyetleri ve kendine ait ihtiyaçları olmayan bir elektronik cihaz olduğunun farkındadırlar. Fakat Alexa’ya bir insanmış gibi davranmak kaçınılmaz hale gelir, çünkü bir insanın tepki vereceği gibi tepki vermeye programlanmıştır ve beynimiz böyle bir varlığı bir Öteki olarak kategorize etmek için evrimleştiğinden, ona bir insan olarak karşılık veririz. Bu sınıflandırmaya direnebiliriz, fakat optik bir yanılsamada da olduğu gibi, algımız illüzyon açıklandıktan sonra bile değişmeden kalır. Sudaki çubuk, gerçek olmadığını bilsek bile, bize hala bükük görünür. Alexa’nın kişiliği tam olarak böyle bir psikolojik yanılsamadır.
İnsanları diğer varlıklardan farklı bir şekilde düşünmemiz pek şaşırtıcı değildir. Bu, beynimizin yüzleri diğer tüm şekillerden ayrı olarak işlemesine benzer. Beynimizin “yüz” bileşeni, gülen surat emojileri gibi çok basit formlarla bile etkinleştirilebilir, tıpkı beyinlerimizdeki kişiye özel yanıt yolakları (yolları) gibi. Bununla birlikte, tüm açık ve reddedilemez kanıtlara rağmen, Alexa’ya bir insan olarak davranmanın kaçınılmaz eğilimi, Mill’in diğer insanların zihinleri sorunsalına karşı empirik yaklaşımının kısıtlamalarını kanıtlar.
Gerçekten de, bu yanılsamaya karşı koyma çabalarımıza dikkat etmeliyiz. Felsefi zombiler tarafından sarılıymışız gibi davrandığımız fikri çoğu insan için sadece entelektüel bir oyunken, bazı insanlar için bu olay korkunç bir gerçekliğe dönüşebilir. Psikozlu hastaların muzdarip olduğu yaygın semptomlardan biri de, etraflarındaki insanların gerçek insanlar gibi hissettirmediği ya da düşünmediğini hatta özdevinir (automata) oldukları düşüncesidir. Hatta buna aileleri, arkadaşları ve onlara yardım etmeye çalışan doktorları bile dâhil olabilir. Sigmund Freud bu semptomu, kendi mental hastalığını anlatan bir kitap yazmış olan Daniel Schreber’in vaka incelemesinde ele almıştır. Zihinlerimizin bu şekilde arıza verme kapasitesi, zombilerle dolu bir dünyayla ilgili filmleri izlediğimizde yaşadığımız büyüleyici dehşetin temelini oluşturur. İnandırıcılıktan uzak olmaları dahi korkunun verdiği heyecanın önünü kesmez. Bunun sebebi belki de içten içe, doğuştan gelen “Öteki” ulamının olmadığı bir dünyanın buna benzeyeceğini fark etmemizdir.
Yazan: Peter Benson 2018
Çeviren: Sena Uzunal
Kaynak: philosophynow
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.