• 27 Aralık 2017
  • Nedrip Karakaya
  • 0
Paylaş

Alienation ya da yabancılaşma, Karl Marx sosyolojisinin, felsefesinin ve ekonomi-politiğinin temel kavramlarından birisidir. Her ne kadar bu kavram, Marx öncesinde Jean-Jacques Rousseau, F. Wilhelm Hegel, Ludwig Andreas Feuerbach gibi filozoflar tarafından kullanılmışsa da, kavrama teorik bir çerçeve kazandıran filozofun Karl Marx olmasından ötürü, bu kavramı zihnimizde Marx ile eşleştirme eğilimindeyizdir. Marx sosyolojisi ve felsefesi için “yabancılaşma” anahtar-açar bir kavramdır. Genel olarak kapitalist iktisadî sistemin bir eleştirisi olarak anlaşılabilecek ve diyalektiği iktisadî sınıf ayrımı üzerinden kuran Marx sosyolojisi, kapitalist iktisadî düzen ve sınıf ayrımının birey üzerindeki tesirini açıklayabilmek için bu kavrama başvurur. Marx’a göre toplumdaki sınıflar, üretim ilişkileri ve üretim araçlarının kullanılması esasına dayalı olarak belirlenir. Modern toplum işçi sınıfı (proletarya) ve burjuvazi olarak iki temel sınıfa ayrılmıştır (İlkel dönemlerdeki sınıf ayrımı efendi-köle, Feodal dönemde ise derebeyi-serf olarak ortaya çıkmıştır). Burjuvazi, üretim araçlarını elinde bulunduran ve mülk sahibi sınıfken; proletarya, burjuva sınıfı tarafından üretim ilişkileri açısından sömürülen, kullanılan ve başkasının mülkiyetini emeği ile işlemesine rağmen mülk üzerinde hiçbir hakkı bulunmayan sınıftır. Yabancılaşma kavramının bu sosyolojideki rolü ise, işçi sınıfının bu kapitalist düzen içerisindeki “bozulma”sına işaret etmektir.

Yabancılaşma kavramı, bilhassa Marx’ın erken dönem yazılarının (1844 El Yazmaları başta olmak üzere) baş rolündedir. Çünkü kapitalist düzene getirilen ilk ve temel eleştiri, işçinin ve emeğin yabancılaştırılması üzerinden kurgulanmıştır. Kavram aslında kapitalist iktisadî düzenin toplumsal yaşama sirayeti sırasında kendiliğinden/doğal bir süreçmişçesine ortaya çıkar. Üretim ilişkileri içerisinde olan proleter, toplumsal yaşamda yabancılaşmaya maruz kalmaktadır. Özetle ilk görüşte, yabancılaşma kapitalist iktisadî düzenin öngörülebilir ve hem bireysel hem de toplumsal bir sonucudur.

Öte yandan “yabancılaşma” Marx sosyolojisinde iki türlü karşımıza çıkar: Birinci olarak; insan, doğanın dışında kendisine bir başka doğa kurgulayarak doğaya yabancılaşmıştır. Yani ilk kopuş olarak “doğadan kopuş” ilk tür yabancılaşmayı getirecektir. Bu ilk tür yabancılaşmanın gönderisi o kadar da olumsuz anlaşılmaz, bu doğal bir süreç gibi görünebilir. Asıl kötücül yabancılaşma ise ikinci tür yabancılaşma olan insanın kendisine, kendi doğasına, kendi varlığına ya da kendi emeğine yabancılaşmasıdır. 1844 El Yazmaları’nda şöyle demektedir Karl Marx:

Yabancılaşma, benim geçim araçlarımın bir başkasına ilişkin (ait) olmasında, benim isteğim olan şeyin bir başkasının erişilmez mülkiyetinde olmasında olduğu kadar, her şeyin kendi kendinden başka olmasında, etkinliğimin başka şey olmasında, son olarak -ve bu kapitalizm için de doğrudur- egemenlik sürenin eninde sonunda insanlık dışı erklik olmasında da görünür” (Marx, 1844 El Yazmaları Ekonomi Politik ve Felsefe, ss. 195).

İnsanın, kendisine ve emeğine yabancılaşması kapitalist iktisadî düzenin en vahim sonucudur. Örneğin, bir araba fabrikasında çalışan işçi, hiçbir zaman sahip olamayacağı arabanın bir parçasını üretirken, onun emeği onun dışında bir şey olarak kalır ve kendisi ve emeği arasında zorunlu bir ayrım yapmaya zorlanır. Onun ve diğer işçilerin emeklerinden ortaya çıkan araba ona ait bir araba değildir, oysaki araba onun emeğinin bir ürünüdür. Bu süreç giderek insanın kendisine ve emeğine yabancılaşmasına ve insanın kendisi için bir “öteki” olmasına yol açacaktır. Bir başka örnekte ise, tıpkı Charlie Chaplin’in Modern Zamanlar’ında olduğu gibi bütün gün ve hayatının hatrı sayılır bir kısmında, sadece ve sadece fabrikada vida sıkan bir insan, kendi varoluşu karşısında ezim ezim ezilerek kendisini bir “öteki” olarak belleyecek, yabancılaşmanın en üst aşaması olarak kendi doğasına/varlığına yabancılaşacaktır.

Yabancılaşma kavramı ilginç şekilde Karl Marx’ın ileri dönem metinlerinde karşımıza çıkmaz. Daha önce de belirtildiği gibi 1844 El Yazmaları’nda sıklıkla kullanılan kavram, Marx’ın Friedrich Engels ile yazdığı Alman İdeolojisi’nde nadiren karşımıza çıkarken, örneğin Marx’ın kült eseri olan Kapital’de bu kavramla karşılaşmayız. Fakat yine de Marx’ın ileri dönem sosyolojisinde yabancılaşma teorisinden vazgeçtiğini söylememiz mümkün değilken, yabancılaşmayı odak kavram olmaktan çıkardığını söylememiz mümkündür. Yabancılaşma kavramı ileri dönem metinlerin gizli ruhu olarak varlığını sürdürür. Diğer taraftan yabancılaşma kavramı yalnızca Marx ile sınırlı kalmamış, Marx sonrası sosyolojinin ve felsefenin de açar kavramlarından birisi olmayı sürdürmüştür. Günümüzde dahi, kapitalist iktisadî sistemin birey üzerindeki etkilerini açıklamak için bu kavrama sıklıkla başvurulur. Hatta Karl Marx’ın 1800’lerde eleştiri geliştirdiği kapitalist iktisadî sistemin, bugün çok daha acımasızca, bireylerin ve toplumların tüm hücrelerine nüfûz edercesine işlediği de göz önüne alınırsa, yabancılaşma kavramı günümüz bireyinin buhran hâlini açıklamak için oldukça doğru bir terim olarak görünür. Ayrıca üretim ilişkilerinin yanında, teknolojinin gelişip televizyon, bilgisayar, sosyal medya gibi araçlar vasıtasıyla insanları kendilerinden kopararak bir başkası ya da “öteki” hâline getirdiği sosyal dünya düzeni için yabancılaşmadan daha yüksek sesle bahsetmemiz de olasıdır.

Kaynakça:
MARX, Karl, 1844 El Yazmaları-Ekonomi Politik ve Felsefe, Sol Yayınları, 2011:Ankara (4. Basım).
MARX, Karl ve ENGELS, Friedrich, Alman İdeolojisi, Evrensel Basım Yayın, 2013: İstanbul (2. Basım).

© Düşünbil® (2018)

Yazar: Nedrip Karakaya


Paylaş

Nedrip Karakaya

Kısa özgeçmiş: 1990'da, Ankara'da doğdum. İlk ve ortaöğrenimimi Konya'da tamamladıktan sonra 2010 yılında Viyana Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi okumaya başladım. 2014'te Türkiye'ye dönüp Karabük Üniversitesi Çevirmenlik bölümünde eğitimine devam ettim. Hâlen Almanca ve İngilizce çeviriler yapmaktayım.