• 25 Aralık 2017
  • Volkan Çifteci
  • 0
Paylaş

Yazının başlığında geçen “kendilik göçü” kavramı biraz tuhaf görünüyor olabilir; bu kavram bazılarında rahatsız bir his de uyandırabilir. Ancak, kendilik (benlik; kişilik; bilinç) ve “kendiyle özdeşlik”, [personal identity] konularındaki literatür araştırıldığında, “kendilik/benlik göçü” imkanının, akla oldukça yatkın düşünce deneyleri ile desteklendiği görülebilir. Başlıktan da anlaşılacağı üzere, bu yazıda şu soruya cevap aranacaktır: “kendilik göçü” mümkün müdür? Bunun için öncelikle kendilikten ne anlamamız gerektiği açıklanacaktır. Daha sonra, kendiliğin ilkesel olarak göç edebilmesinin (bir aracıdan başka bir aracıya taşınabilmesinin) mümkün olduğu gösterilecektir. (1) Son olarak da “kendilik göçü”nün neden olacağı olası önemli sorunlar ve sonuçlar incelenecektir.

“Benlik/kendilik nedir?” sorusuna verilmiş ve ciddiye alınabilecek iki cevap vardır: Birincisi, maddeci olmayan [immaterialist] ikincisi ise; maddeci cevaptır. Maddeci olmayan cevaba örnek olarak Rene Descartes’in (1993; 2016) ben’i maddeden tamamıyla ayrı olarak değerlendiren ve onu “ruh” olarak gören teorisi gösterilebilir. Maddeci cevap kabaca 3 versiyondan oluşur. Birincisine göre, kendilik insan bedeni ile özdeştir, onun tarafından desteklenir veya ona indirgenir [the animalist/body theory]. İkinci versiyona göre ise; benlik, beyin veya merkezi sinir sistemi ile özdeştir, onun tarafından desteklenir veya ona indirgenir [the brain theory]. (Garrett 1999: 9) (2). Ancak, bu yazıda kendiliği psikolojik süreklilik olarak ele alan maddeci cevabın üçüncü versiyonu doğru kabul edilecektir. Bunun nedeni şudur: Eğer kendiliğin bir bedenden bir başkasına (organik veya inorganik) göç etmesi mümkün ise, bu ancak psikolojik süreklilik teorisi doğru kabul edildiğinde gerçekleşebilir. Bu iddiaya şöyle karşı çıkılabilir: eğer beyin nakli mümkün ise benlik bir bedenden bir başka bedene nakledilebilir; yani benlik göçü, kendiliği beyin ile özdeş kabul edersek de pekâlâ başarılabilir. Fakat burada bahsedilen “kendilik göçü”nde, kendilik dediğimiz şeyin ardında tek bir atom dahi bırakmadan başka bir bedene – insan bedenine, robota veya bilgisayara – geçmesi, yani göç etmesidir. Bu göz önünde bulundurulduğunda, beyin nakli sadece benliğin yer değiştirmesi (beynin bir yerden başka bir yere taşınması) olarak kabul edilebilir ve peşinde olduğumuz “kendilik göçü” gerçekleşmiş olmaz.

Kendiliği psikolojik süreklilik olarak kabul eden görüşe göre; kendilik için esas olan, bilinç akışının – bilincin yaşamının – varlığını sürdürmesidir (Garrett, 1999: 11). Tabi beden, bunun için beyin, bilgisayar vb. gibi başka bir aracıya ihtiyaç duyacaktır. Bunu yapmak için de zihinsel yaşamımızın bir birlik olarak korunup kayıt altına alınabileceğini gösterebilmemiz gerekir. Bu yapılırsa, kendiliğin başka bir aracıya nakledilebileceği gösterilebilirken, onun belirli bir beden veya beyin ile özdeş olduğu iddiaları da çürütülmüş olur. (3)

Işınlanma: “Kendilik göçü”

“Uzay Yolu” [“Star Trek”] adlı bilim-kurgu televizyon dizisi ve film serisinde, ışınlanma gündelik yaşamda kullanılan oldukça sıradan bir ulaşım yöntemidir. Bu yöntem sayesinde, bir insan bir galaksiden başka bir galaksiye bir anda yolculuk yapabilir. Bu yöntemin çalışma ilkesi şöyle anlatılabilir: Örneğin Dünya’dan Mars’a gitmek istiyorsunuz; bunun için Dünya üzerindeki bir tarayıcıya [scanner] giriyorsunuz. Orada sizin her bir atomunuzun kopyası çıkarılıp kaydediliyor ve sonra siz acısız bir şekilde yok ediliyorsunuz. Daha sonra, Mars yüzeyindeki çoğaltıcı [replicator] başka atomlardan sizin birebir kopyanızı üretiyor. Bu üretilen kopyanız bambaşka atomlardan oluşuyor olsa da – maddesel olarak sizden farklı olsa da – sizin tüm bilinç özelliklerinizi taşıyor, yani psikolojik olarak sizinle mükemmel bir sürekliliği var (Garrett, 1999: 16). Işınlanmanın çalışma sistemi eğer bu şekilde ise, kendimize şu soruyu sormalıyız: Ben bu makineye girer miydim? Eğer cevabımız evet ise ve bu düşünce deneyinin öngördüğü şey mümkün ise, o halde “kendilik göçü” ilkesel olarak mümkündür.

“Kendilik göçü”nün zorlukları

Yukarıda anlatılana benzer bir senaryo karşısında Daniel Dennett (1981) şunu fark eder: Buradaki zorluk, gerçekten de Mars’taki kişinin Dünya’daki kişi ile aynı kişi olup olmadığının cevabını verebilmektir. Şayet, Mars’taki başka bir kişi ise, burada yapılan şey, benlik göçü değil, düpedüz bir cinayet işlemek ve ölen insan ile (onu oluşturan atomlar hariç) her açıdan birebir aynı olan başka bir insan yaratmış olmaktır. Ancak, Derek Parfit’in (1984) söylediği gibi eğer asıl mesele özdeşlik değil de psikolojik süreklilik ise; benlik nakli mümkündür, yani Dünya’daki kişi Mars’a ışınlanmıştır.

Haklı olarak, insanların çoğu, dışarıdan baktıklarında, Mars’ta çoğaltıcının ürettiği kişinin, Dünya’da tarayıcıya giren kişi ile aynı olduğunu söyleyecektir. Aksini söylemek, ortak görüye ters düşer; çünkü Mars’taki kişi sadece dış görünüş olarak değil; karakter, mizaç, hatıralar, geçmiş deneyimler, eğilimler, arzular ve gelecekten beklentiler söz konusu olduğunda da Dünya’da tarayıcıya giren kişi ile özdeş görünecektir.

Bu yetmezmiş gibi, yaratılan kişinin gözünden bakıldığından da bu soruya ampirik olarak kesin bir cevap verilemez. Farz edelim ki, Mars’ta çoğaltıcıdan çıkan sizsiniz ve size Dünya’da tarayıcıya giren kişi ile aynı kişi olup olmadığınız soruluyor. Buna elbette “ben aynı kişiyim” cevabını verseniz de bu cevabın doğru olduğu anlamına gelmez. Bunun neden böyle olduğu aşağıdaki senaryolara bakılarak anlaşılabilir.

Işınlamak mı, yok edip yeniden üretmek mi?

Benlik nakli ilkesel olarak her ne kadar mümkün görünse de, özdeşlik, süreklilik, biriciklik gibi konularda ciddi sorunlar yaratmaktadır. Bu sorunlardan bir tanesi şöyle açıklanabilir. Tarayıcının sizinle ilgili her şeyi kaydettikten sonra, sizi o anda Mars’a ışınlamak yerine 50 yıl beklediğini düşünelim. Tüm bilgileriniz kayıt altında olduğu için istenilen yerde ve gelecek bir zamanda yeniden ortaya çıkarılabilirsiniz. (4) Burada karşımıza şu sorun çıkar: Arada geçen 50 yıllık sürede siz neredeydiniz? Eğer öldüyseniz, tekrar ortaya çıkarıldığınızda ölümden dönmüş mü olacaksınız? Eğer ölmediyseniz, benlik; sekteye uğratılıp – bir filmi bir tuşla dondurup sonra istediğimiz zaman tekrar başlatabileceğimiz gibi – sonra tekrar devam ettirilebilecek bir şey mi?

Olası bir başka sorun da şudur: Tarayıcının sizin bilgilerinizi kayıt altına aldıktan sonra hiç beklemeden, sizi o anda Mars’a ışınladığını düşünelim. Ama ilk durumdan farklı olarak, bu kez sizi Dünya’da yok etmediğini varsayalım. (Belki çoğaltıcı bozuldu ya da ahlaki değerleri hiçe sayan bir bilim insanının deneyi haline geldiniz). Bu senaryoda bir tane Dünya’da bir tane Mars’ta olmak üzere sizden iki tane var olduğu için hangisinin siz olduğu sorunu ortaya çıkar. Büyük ihtimalle Dünya’daki siz, asıl siz olduğu konusundaki ısrarında biraz daha haklı görünecektir; ancak Mars’taki siz de, siz olduğunuz iddiasından asla vazgeçmeyecektir.

Bir başka senaryoda ise, tarayıcının sizi Dünya’da yok ettikten sonra, bu kez Mars’ta sizden iki tane ortaya çıkarttığını varsayalım. Bu durumdaki sorun, önceki duruma benzer şekilde, size tıpatıp benzeyen bu iki kişiden hangisinin siz olduğudur. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu iki kişi tıpatıp aynı olduğu için, ikisi de Dünya’da tarayıcıya giren kişi olduğunu iddia edecektir. Tabi eğer asıl olanın özdeşlik olduğunu kabul ediyorsanız, Mars’taki kişi Dünya’dakinden farklı atomlardan oluştuğu için, bunlar aynı kişi olmayacaklardır. Dünya’daki siz ne yazık ki ölmüş olacaksınız ve sizinle tıpatıp aynı olan iki kişi, asıl siz olduğunuzu iddia ederek anlamsız bir kavgaya tutuşacaklardır.

“Kendilik göçü”nün olası üç sonucu

  • Ölümsüzlük

Tüm zamanların en çok istenilen şeyleri listesinde, ölümsüzlüğün kendine çok iyi bir yer bulacağı şüphesizdir. Eğer yukarıda anlatılan şekilde işleyen bir ışınlanma makinesi yapılabilirse; ölümsüzlük mümkün olur. Tarayıcıya girdiğimizi ve tüm bilgilerimizi her bir atomumuza kadar kayıt altına aldığımızı düşünelim. Buna ek olarak, bir uygulama ile tam öldüğümüz anda çoğaltıcının kayıtlı bilgilerimizi kullanarak bizden bir tane ortaya çıkarması talimatını verelim. Bunu sürekli tekrar ettiğimiz takdirde – ışınlanma makinesinin yok edilmediğini varsayarsak – evrenin sonuna kadar kendimizi tekrar tekrar yaratarak, bir anlamda ölümsüzlüğün formülünü bulmuş oluruz.

  • Gençlik pınarı

İnsanların en çok arzuladıkları şeyler listesinde, genç kalmanın da kendine en üst sıralarda yer bulacağı şüphesizdir. Eğer, benlik nakli anlattığımız şekilde mümkünse; o halde yaşlı insanların tekrar genç olmaları da mümkündür. Buradaki önemli ayrıntı, bir kişinin gençken –  örneğin 27 yaşında – tarayıcıya girip tüm bilgilerini kaydetmesidir. Eğer bunu yaparsa, örneğin 75 yaşına geldiğinde, makineye girip kendini acısız bir şekilde yok edip, 27 yaşının kayıtlarını kullanarak tekrar genç bedeniyle ortaya çıkabilir. Bu senaryoda gençlik pınarı aslında keşfedilecek değil, icat edilecek bir şey olarak karşımıza çıkar.

  • Sonsuz cezalandırma veya işkence

“Kendilik göçü”nün, tüm sorunlara rağmen, yukarıda anlattığımız çok arzu edilen sonuçlarının yanı sıra, herkesin tüm benliğiyle kaçınmak isteyeceği sonuçları da olabilir. Bunlar hukuk sistemimizi çok yakından ilgilendirir. Şu anki hukuk sistemlerinde bildiğimiz en ağır ceza, ağırlaştırılmış müebbet hapis veya idamdır. Üç kez müebbet veya bir insanın ömründen uzun, yüzlerce yıllık cezalar da veriliyor, ama (af çıksa da cezanın devam etmesi gibi durumlar dışında) aslında bunlar pratikte çok anlamlı cezalar olmuyor. Bir insanı yaşam süresinden daha uzun bir süre hapiste tutamazsınız veya birden çok kez idam edemezsiniz. Ancak “kendilik göçü” bunu pekâlâ mümkün kılar. Şöyle ki; bir seri katile 3 kez ağırlaştırılmış müebbet cezası verebilirsiniz. Böyle bir durumda, hapse konulmadan önce tarayıcıya girmesini ve tüm bilgilerinin kaydedilmesini sağlarsınız. Böylece doğal veya başka yollardan ölmesi onun cezadan kaçmasına engel teşkil etmeyecektir. Yani intihar etmesi bile, onu cezadan kurtaramaz. Aynı şekilde, çok ağır suçlardan yargılanan birisine hâkim iki kez ölüm cezası verebilir. Bu durumda da, ilk durumda olduğu gibi infaz gerçekleştikten sonra suçlu, kayıtlı bilgilerden tekrar üretilip bir kez daha idam edilebilir. Bu da tüm hukuk sisteminin yeniden gözden geçirilip, revize edilmesi gibi bir durumun ortaya çıkmasına yol açar.

Peki ya bu makine sizin düşmanlarınızın eline geçerse, o zaman ne olur? Böyle bir durumu kimse hayal bile etmek istemez. Böyle bir durumda, sonsuz bir işkenceden, sürekli tekrar edecek her şekilde infaza kadar, makineyi elinde bulunduranın hayal gücüne bağlı olarak değişebilecek sonuçlarla karşılaşabiliriz. Gelecek, ne zaman biteceğini bilmeyeceğimiz, ızdırap içinde geçen bir yaşama, başka bir deyimle cehenneme dönüşebilir.

Dipnotlar:

(1) Burada, ilkesel olarak mümkün derken kastedilen, doğa yasalarıyla bir zıtlık göstermeyen [nomologicallly possible]; onlara uygun olandır.
(2) Yukarıda belirtildiği gibi, bazı düşünürler beyni benlik ile özdeş olarak kabul ederken, Nagel gibi bazıları, bu kadar radikal değillerdir. Nagel’a göre benlik beyin olmadan var olmaya devam edemez ama onunla da özdeş değildir; ondan daha fazlasıdır (1986: 40).
(3) Kendiliği beyin veya insan bedeni ile özdeşleştiren veya ona indirgeyen görüşlere karşı güçlü karşıt argümanlar ve bu görüşleri çürütür görünen ikna edici düşünce deneyleri mevcuttur. Bkz. Garrett, 1998: 41-57.
(4) Elimizdeki ışınlayıcı bu şekilde çalışıyorsa, geleceğe doğru çalışan bir zaman makinesi yapmış oluruz gibi görünüyor. Şöyle ki, tarayıcıya kendimizle ilgili her şeyi kaydettikten sonra, gelecekte istediğimiz bir zamanda (ve yerde) kendimizi yeniden ortaya çıkarabiliriz.

Kaynaklar:

Dennett, D. C. (1981) Introduction. In D.C. Dennett & D. R. Hofstadter (Eds.), The Mind’s I: Fantasies and Reflections on Self and Soul (pp. 3-16). New York: Basic Books.
Descartes, R. (1993). Meditations on First Philosophy, S. Tweyman, (Ed.), London: Routledge.
Descartes, R. (2006). A Discourse on the Method, (I. Mclean, Trans.). Oxford: Oxford University Press.
Garrett, B. (1998). Personal Identity and Self Consciousness, New York: Routledge.
Nagel, T. (1986). The View From Nowhere, New York: Oxford University Press.
Parfit, D. (1984). Reasons and Persons, Oxford: Oxford University Press.

Yazar: Volkan Çifteci

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş

Volkan Çifteci

2008 yılında ODTÜ felsefe bölümünden mezun oldu. 2011 yılında yüksek lisans ve 2017 yılında doktora derecelerini yine ODTÜ felsefe bölümünden aldı. Genel olarak felsefe tarihi, özel olarak ise zaman, kendilik ve özgürlük konuları ile ilgilenmektedir.