• 4 Şubat 2020
  • Düşünbil Portal
  • 0
Paylaş

Bu kitap* Alan Badiou’nun, Heraklitos’tan bu yana Batı felsefesini gölgeleyen “anti-filozoflar” tarihi kuşağının en yenisi -belki de sonuncusu- saydığı psikanalist Jacques Lacan üzerine verdiği 1994-95 seminerlerinin bir miktar düzeltilmiş nüshasını içeriyor. Anti-Felsefe 3 alt-başlığının seçilmesinin nedeni, Lacan’ın mevcut ele alınış biçiminin ilki olan Nietzsche ve Wittgenstein (Badiou’nun görüşüne göre iki anti-filozof) üzerine, diğeri de onlardan önce yaşamış olan St. Paul (bir diğer anti-filozof) üzerine yıllarca süren bir çift semineri takip etmesidir. Badiou’nun anti-felsefe sözüyle ne kastettiği, bu incelemenin ana sorusudur.

Badiou’nun Fransızca yayınlanmış neredeyse bir düzine semineri olmasına karşın, bu İngilizce yayınlanmış ilk semineriydi. Kenneth Reinhard ve Susan Spitzer mükemmel bir çeviri ortaya koydular ve bunu yaparken Badiou’nun kendine özgü fazlaca bilgili, küstah ve eğlendirici tarzına sadık kaldılar. Filozofun kendi itirafına göre “seminer” yanlış bir adlandırmaydı. Bunlar, izleyici katılımının sınırlı olduğu ve sürenin hayli ateşli geçtiği halka açık derslerdi. Kolombiya Üniversitesi Yayınları bütün seminer dizisini Reinhard’ın editörlüğündeki zaten elde mevcut olan ve hatırı sayılır 1985-86 Melebranch seminerleriyle birlikte, İngilizce yayınlamakta kararlı görünüyor (Badiou 2019).

Önemli filozofların yayınlanmamış çalışmaları, çoğunlukla farklı yerlerde kullanılan düşüncelerin yarattığı hayal kırıklığının parlatılarak yeniden ele alınmasından ibaretti. Kıtasal düşünürler arasında iki büyük karşı örnek, uzun zamandır Heidegger ve Lacan olmuştu. Açıkçası Marburg ve Freiburg’un dersleri olmasa Heidegger üzerindeki anlayışımızın çoğunu kaybederiz, Lacan’ın Seminer’i ise genellikle 1966 Écrits kitabının bir veciz kriptoloğu olduğundan dolayı daha anlaşılırdır. (Lacan 2007) Şimdiye kadar dinlediğim Badiou seminerlerine dayanarak, hepsi sürprizlerle dolu ve olağanüstü çalışmalar, diyebilirim ki yakın zamanda Lacan’ın felsefesi üzerindeki anlayışımızın önemli ölçüde değişmesi de mümkün görünüyor.

Paris’te yaşayan 82 yaşında ve hala hayatta olan Badiou, tesir gücünün neredeyse zirvelerindedir. Kıta felsefesinin dış eleştirmenleri, bu alt alanı, inşacı rölativizmin bataklığı ve iflah olmaz mantığa, matematiğe ve doğa bilimlerine düşman gibi gördüklerinden reddetme eğilimine rağmen, kıtasal düşüncenin kendisi rasyonalist aşamanın tam ortasındadır. Bunu, Badiou’nun küme teorisi (Badiou 2005) anlayışına düşkünlüğünden ve onun yakın müttefiki Slavoj Žižek’in sık sık kuantum fiziğine başvurmasından (Žižek 2012) anlıyoruz, ayrıca ikisinin de Heideggerci tarihselcilik ve Derridacı kelime oyunlarından dolayı duydukları şüpheden bahsetmeye gerek bile yok.

Badiou ve Žižek’in her şeye rağmen bağlı oldukları idealizm –her ne kadar bu terimden rahatsız olsalar da- sadece onların Descartes ve Hegel’e duydukları teorik minnetlerinden kaynaklanmaz. Onların ayrıca Gerçek’in zihinden bağımsız, otonom bir gerçekliğe işaret etmediği ama basitçe bir biçimselleştirme çıkmazını -sembolik düzeni bozan bir travma- belirttiği Lacancı psikanalize duydukları ortak bir ilgi vardır. Žižek, Lacan’a bağlılığını neredeyse yazdığı her şeyde ifade ederek bu düşkünlüğünü görünür kılar. Badiou’nun durumundaysa, kendisi Fransız psikanaliste olan hayranlığını saklamaz ama zaman zaman da Lacan’a bir minnet duymadığını vurgular. (Badiou ve Hallward 1998). Fakat mevcut seminer, Badiou ve Lacan arasındaki kendilik farklılaşmasının (self-differentiation) bir filozof olarak Badiou’nun kendi kendilik anlayışının merkezinde olduğunu açıkça gösterir.

Oturum 1, ilk olarak Lacan’ın canlandırdığı bir on sekizinci yüzyıl terimi olan ‘anti-felsefe’ yi tanıtır. Nietzsche ve Wittgeinstein Lacan ile birleştiğinde, Pascal, Rousseau ve Kierkegaard’dan oluşan önceki aşamanın -hiçbir şekilde türünün ilk örnekleri olmasalar da- sona erdiği eksiksiz bir anti-felsefe aşamasıdır. Badiou, bütün bu aşamayı neyin oluşturduğuyla ilgili bize fazla bir şey anlatmaz ve gelecekte daha çok anti-filozof olup olmayacağı konusunda karışık mesajlar gönderir. Fakat bütün bu şahısları birleştiren şey, her anti-filozof için farklılaşan özgül “eylem” lehinde (Nietzsche’nin çılgınlığı, Wittgenstein’ın mistik inzivası, Lacan için ise psikanaliz) kesin bir “gerçek kategorisinden mahrumiyet” tir. Ayrıca, anti-filozoflar dışarıdan kibirli görünebilen, aslında özgünlüğün mütevazı teslimiyetini sergileyen “zaferin öngörülen kesinliği”ni gözler önüne seren filozoflardır: Tıpkı Wittgenstein’ın Tractatus’taki iddiasında, kitaptaki fikirlerin daha önce başka biri tarafından düşünülmüş olmasının onun için bir farklılık yaratmayacağı gibi. Dahası anti-felsefe, özünde yeni bir felsefe yerine felsefe için terapötik bir tedavi sunarak gerçeği yalanlamaktan ziyade “itibarsızlaştırır.” Lacan’ın durumunda gerçek, kesin formülasyona direnen travmatik Gerçek’in tekrarlayan objektif deneyimleri aracılığıyla itibarsızlaştırılır. Yine de Gerçek, tüm açıklamaların üzerinde değildir: Kesin olarak formüle edilememesine rağmen, hala bilgiye ulaşımımızın kesin sınırlarını elinde tutan “matema” (matheme) şeklini alabilir. Lacan okuyucularının bildiği gibi, simgesel ve imgesel düzenlerle olan dolaşıklığından ayrı olarak var olduğu söylenemediğinden bu yana, onun Gerçek’i, Kant’ın ‘kendinde şey’inden daha idealist bir sapmaya sahiptir (Lacan 2016).

Oturum 2’de Badiou, Kant ve Heidegger’in, sırasıyla ‘kendinde şey’ in ve Varlık’ın büyük ölçüde ulaşılamaz alanları üzerine olan ortak ilgileri vasıtasıyla, anti-felsefeye en yaklaşan iki filozof olduklarını deklare eder. Yine de onlar, kendilerinden önce gelen filozofik kuşakları reddetmek yerine onayladıkları ve onlar üzerine inşa ettikleri için tamamen anti-filozof değildirler. Dahası, bu şahısların herhangi biri ile ilişkilendirilmiş ayırt edici bir “eylemi” yoktur; sonraki dönemlerinde Heidegger yeni bir tür post-metafiziksel düşünüş umudu önerir; fakat o herhangi özgül bir anti-felsefe eylemini ne gerekli bulur ne de gerçekleştirir. Son olarak anti-felsefe, genellikle, kendi eyleminin “anlam”ını, herhangi bir “gerçeklik” kavrayışa tercih eder. Badiou’nun “anlam” anlayışı zaman zaman muğlak olabilse de terim onu, hem oldukça dini bir varlık anlayışıyla ilişkili olduğu için hem de onun (Badiou’nun) mütemadiyen keşfedilebilir derinliğin hermeneutik modeline karşı oluşu nedeniyle rahatsız eder. Badiou ayrıca -Heidegger’in aksine- Parmenides ve Heraklitos’un radikal bir şekilde farklılaştıkları konusunda Lacan’a katılır. Yine de Lacan sözde anti-filozof Heraklitos’a başvururken, Badiou filozof Parmenides’i tercih eder.

Oturum 3 ise her anti-filozofun şamar oğlanı gibi kullanmak için belirlediği bir ya da daha fazla filozoftan bahseder: Pascal için Descartes, Rousseau için Voltaire/Hume ve -en bilineni- Kierkegaard için Hegel. Buna rağmen, anti-felsefe öncelikli olarak filozofik bir seyirciye hitap etmez. Pascal için muhatap Descartesci değil, ahlak kurallarının dışında yaşayan kişidir (libertine); Rousseau için “kötü adam”; Kierkegaard için “kadın”; Lacan için “psikanalisttir”. Bu bizi Badiou’nun, gelecekte diğer versiyonlara kapısı açık gibi duran, Lacan’ın “çağdaş anti-felsefeyi sona erdirdiği” iddiasına geri götürür, tabi aslında Lacan’ınki “ilk içkin anti-felsefe ve böylelikle… son anti-felsefedir” görüşüne bir açık kapı bırakmadıkça.

Lacan’ı önceki anti-filozoflardan farklı kılan onun, “eylem”inin -yani, Lacan’ın daima karşılık vermesi için çağrıda bulunduğu Freud tarafından uygulanan kendi kendine psikanalizin (self-analysis)- aslında gerçekleşmiş olduğundan emin olabilen ilk kişi olmasıdır. İşin garip yanı, Badiou daha sonra seminerinde, bu iki büyük psikanalistin şaşırtıcı bir şekilde ortak çok az şeye sahip olduklarını iddia edecektir.

Oturum 4’te Badiou, Lacan’ın felsefe hakkındaki üçlü anti-felsefi formülünü ele almaya başlar: Felsefenin (1) “önü matematik tarafından kesilmiş” durumdadır, (2) politikanın “boşlukları doldurur” hali ve (3) “kendi söyleminin merkezindeki” aşkı içerir. Bu oturumun odak noktası ilk maddedir. Nietzsche ve Wittgenstein matematiği boş bir mantık veya bir gramer olarak görürken, anti-filozof yoldaşları Lacan, (tıpkı Badiou gibi) buna gerçeğin tek muhtemel bilimi olarak yaklaşır. Lacan için matematik tüm anlamlardan arındırılmış “hakikatin kemiği” sayılır. Demek ki, Gerçek bir dışsal olmadığında veya birçok gizli katmandan oluşmadığında düşünce ve dünya arasındaki karşıtlık, söylemek ile söylenmişlik arasındaki farklılık adına önemini yitirir. Söylenmiş olanın içeriğine karşı bir şey söyleme eylemi, temel bir düalizm halini alır. Burada izleyiciye sadece Pascal’ın kumarı (Pascal’s wager) ve Kierkagard’ın varoluşsal kararları hatırlatılmamalı aynı zamanda söz-eylem kuramındaki saptayıcı ve edimsel sözceler arasındaki fark da hatırlatılmalıdır. Lacan’ın, felsefenin önünün matematik tarafından kesildiği iddiasına cevap verebilmek için Badiou; Platon, Descartes ve Hegel’in önemli vakalarını göz önünde bulundurur ve sonunda Lacan’ın haksız olduğunu söyleyerek konuşmasını bitirir.

Oturum 5, felsefeye karşı Lacancı suçlamanın diğer iki merkezi olan “siyaset” ve “aşk”a odaklanır. Badiou, Heidegger’in felsefe tarihinin birliği tezine karşı çıkarak başlar. Felsefe her zaman bölünmüştür, karşılıklı olarak birbirine müdahale eden zıt akımlardan oluşur. Böyle bir durum, matematik tarafından yaratılan, bazı filozofları onun tümüyle anlamsızlığını kabul etmektense ona anlamı geri yükleme (hermeneutik) yönünde ayartan bölünmedir ki bu matematik ve din arasındaki kutupsal karşıtlığa işaret eder. Lacan’ın felsefe politikasının “boşlukları doldurur” iddiasına gelince, Badiou bunu Lacancı üç ana düzenin hepsi açısından inceler: imgesel, simgesel ve gerçek. Boşluğu doldurma konusunda felsefe, herhangi bir politik anlayışa hükmetme girişiminin yaratacağı çıkmazı göz ardı eder. Lacan bunun farkındadır ve bu yüzden onun en büyük politik eylemi, durağan bir kurum haline gelme tehlikesi nedeniyle kendi okulunun tasfiyesi’dir. Badiou, daha genel olarak Lacan’ın nihai politik öğretisinin “despotik anarşizm” (tyrannical anarchism) olduğunu iddia eder. Aşk içinse Badiou burada insanın erotik yaşamından bahsetmez; fakat Lacan’ın bilgi “aşkı”na sahip olabileceğimiz ama onun “arzu”suna sahip olamayacağımız gibi tuhaf bir gerçekten de bahseder. “Arzu” her zaman cehaletin tutkusudur, der kararlılıkla.

Oturum 6, Lacan’ın felsefeye çeşitli itirazlarını psikanalitik teorinin en temel özelliklerine bağlayarak birçok yönden seminerin entelektüel kalbini oluşturur. Lacan dört farklı “söylem” çeşidini -histerik, efendi, üniversite ve analist olmak üzere- kabul etmiştir ve hepsinin dönüşümlü olarak bir sonrakiyle yer değiştirdiği dinamik bir sürece vurgu yapmıştır. Buna karşın filozoflar, Lacan ve Wittgenstein’ın reddetmekte benzer davrandıkları bir üst-dilin (meta-language) sahiplenildiğini iddia ederek bu döngüden kaçınmak isterler. Lacan, Gerçek’e biçimselleştirmenin çıkmazı ya da zevkin Şey’inin (nesnesinin) yokluğu gibi davranıp, bağımsız bir dünyanın varlığını reddederken, felsefe bu yakışıksız Şey ile doğrudan yüzleşmekten kaçınmak için erişilemez bir kendinde-şeyin var olduğunu farz eder. Mademki Badiou burada hem Kant’tan hem de Husserl’den bahsediyor (139-140), bu iki Alman düşünürün aslında, şu noktada karşıt olduklarını fark etmeye değer: Husserl’in “şeylerin kendilerine”si zihne (intellect) bütünüyle nüfuz edebilen maksatlı nesnelere dönüşünü kasteder, kesinlikle Kant’ın Ding an sich’ ini değil. Dahası, felsefe ayrıca, Descartes’te olduğu gibi, düşünceyi şeyleştirmek ve bir düşünme töz’ünü varsaymak yönünden suçlu bulunur. Ve son olarak, Lacancı psikanaliz hakikat, bilgi ve gerçeklik arasında keskin bir ayrım yaparken, felsefe bu üçlüyü karşılıklı olarak bağdaşabilen eşlere ayırmaya çalışır. Kavranılmaz Gerçek, bir bilinmeyen değildir fakat o daha ziyade bilinen ve bilinmeyen arasındaki ayrımın ötesindedir. Bütün anti-filozoflar belli bir aldatıcının olmadığı deneyimine inanırlar, örneğin Pascal için (dinsel) dönüşüm ve Kierkegaard için karar verme. Lacan bize, onun için kaygının asla aldatmayan olduğunu söylerken Badiou bunun ancak kaygı “uygun bir biçimde sembolize edilirse” doğru olacağında ısrar eder.

Oturum 7’den başlayarak Badiou, dikkatini Lacancı psikanalitik pratiğe yöneltir. Lacan’ın 1981’deki ölümünden sonra takipçilerinin her biri bir diğerini esas noktayı kaçırmakla suçlayarak teorik ve klinik dallara ayrıldılar. Badiou iki şeyin birbirinden ayrılamayacağı yönünde bir duruş sergiliyordu: Lacan’ın çalışmasının merkezinde bulunan, eylem ve matema arasındaki ilişki. Kierkegaard, bir kimse seçim yapmaya zorlandığı noktaya getirilirse, kaçınılmaz olarak doğru seçimi yapacağını savunur. Lacancı analiz de Freudcu analizin bitmek bilmeyen yorumlamalarının aksine, bir kimseyi Gerçek’le yüz yüze getirmek durumundadır. Kierkegaard’daki kaygı (ki o günaha çok yakındır) karar verme eylemi ile karşılaştırıldığında sadece hazırlayıcı bir role sahip gibi görünebilirken, Lacan’daki kaygı kararın kendisiyle eş zamanlıdır. Ancak, Badiou matemaya atıfta bulunarak bize şunu hatırlatır: Lacancı kaygı bile, analiz edilenin başarısızlıkları ve acıları sembolik düzene uygun şekilde yerleştirilmediği sürece eyleme yol açamaz. O şu ünlü Lacancı “Arzuna boyun eğme!” ifadesini “Arzuna ket vurana boyun eğme!” şeklinde yeniden yazar: Yani, Gerçek’in matemasını araştırmayı aceleye getirme.

Oturum 8, Lacan’ın entelektüel konumunun güçlü ve zayıf yanları hakkında Badiou’nun genel hükmüne yer verir. Lacan için kaygı, Gerçek’in sembolize edilemeyen bir taşkınlığına/artığına işaret eder, fakat bu (artık) analizanı bunaltmamak için analist tarafından küçük dozlarda verilmelidir. Bu, Badiou’yu psikanalizde zamanın rolü üzerine iyice düşünmeye sevk eder. Analist hem bilinçsiz olanı doğru bir şekilde sembolize eden efendi’dir hem de analizden taşan Gerçek’in artığı ile bunaltılmış kaygılı bir efendidir. Badiou’nun Lacan’ı eksik bulduğu yer, Freud’un aksine, bize psikanalizi nasıl yürüteceğimizin pratik prosedürleri hakkında az şey söylemiş olmasıdır. Badiou, dinleyicilerinden gelen protesto uğultuları karşısında bu duruşunu korur.

Oturum 9, Badiou’nun, Lacan üzerine kendi kitabını henüz yayınlamış olan özel konuk Jean-Claude Milner (Milner 1995) ile sohbet ettiği bir seminerdir ve merak uyandırıcı bir ek not ile kapanır. Milner, Lacan’ın Écrits’inin onun Seminer’inden daha önemli olduğunu savunur ve Lacan’ın gerçekleştirdiği Freud’un bilimsel revizyonunun, Alexandre Koyré’ye ait modern bilimin Galileo-merkezci yorumu –ki bu yorumun Badiou üzerinde de derin bir etki bıraktığını o sırada fark eder- tarafından etkilendiğini iddia eder (Koyré 1957).

Lacan, anti-filozofların itirazlarına karşı felsefeyi desteklediğini beyan etmesine rağmen anti-filozoflara karşı muamelesinin daha kişisel bir yönü var gibi görünür. Bu seminerde, filozoflar “hakikat” ile ve anti-felsefe ise “eylem” ile ilişkilendirilmişse de ve Badiou her ne kadar post-modern rölativizm karşısında hakikatin açık sözlü bir savunucusu olsa da o ayrıca anti-felsefi hareket olarak adlandırdığı şeyden olağan dışı bir şekilde etkilenmiş görünmektedir. Bu, her ne kadar evrensel olsa da herhangi bir gerçeğin, onu onaylayan bir Öznenin geriye dönük sadakatini gerektirdiği konusu kendi sistematik çalışmalarında belki de daha açıktır. Daha genel olarak, Badiou’yu -ateist olmasına rağmen- St.Paul, Pascal ve Kierkegaard gibi dindar anti-filozofların sık sık duyulan yankıları olmaksızın okumak zordur. Başka bir ifadeyle, bu seminerde böyle söylememiş olmasına rağmen, Badiou kendini, sonunda felsefe ve anti-felsefeyi bir araya getiren biri olarak yorumlar gibi görünüyor. Eğer durum buysa, o halde onun, Lacan’ın sonuncu anti-filozof olup olmadığı hakkındaki kararsızlığı, Heidegger’in evrensel olarak tanınmış son filozof olduğu yönündeki ünlü görüşünün diğer bir yüzü olacaktır. Farklı bir şekilde belirtmek gerekirse, Badiou’nun kendi başarısıyla ilgilenen tarafındaki kararsızlığa eşit olacaktır: O son anti-filozof (Lacan) ile son filozofun (Heidegger) miraslarını bir araya getirmekte acaba başarılı olabildi mi?

*Alain Badiou, Lacan: Anti-Philosophy 3, Kenneth Reinhard and Susan Spitzer (trs.), Columbia University Press, 2018, 261pp., $30.00 (hbk), ISBN 9780231171489.

KAYNAKLAR:

Badiou, A. (2005). Being and Event, trans. O. Feltham, London: Continuum.
Badiou, A. (2019). Malebranche: Theological Figure, Being 2, trans. J. Smith with S. Spritzer, New York: Columbia University Press.
Badiou, A. and Hallward, P. (1998). “Politics and Philosophy: An Interview with Alain Badiou,” Angelaki 3.3, pp. 113-133.
Koyré, A. (1957) From the Closed World to the Infinite Universe, Baltimore: The Johns Hopkins University Press.
Lacan, J. (2007). Écrits: The First Complete Edition in English, trans. B. Fink, New York: Norton.
Lacan, J. (2016). The Sinthome: The Seminar of Jacques Lacan, Book XXIII, trans. A.R. Price.
Cambridge, UK: Polity.
Milner, J.-C. (1995) L’Oeuvre claire: Lacan, la science, la philosophie, Paris: Le seuil.
Žižek, S. (2012). Less Than Nothing: Hegel and the Shadow of Dialectical Materialism, London: Verso.

©® Düşünbil Dergisi 2020

Yazan: Graham Harman
Çeviren: Ayça Özkadif
Çeviri Editörü: Elif Arslan
Kaynak: ndpr.nd.edu 


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com