• 16 Nisan 2018
  • Merve Karacan
  • 0
Paylaş

Dilin, ilk bakışta en önemli fonksiyonu, iletişimi sağlamaktır. Anlamak ve anlaşılabilir olmak, bir ihtiyaçtır ve dil bunu sağlamak bakımından önemli bir araçtır. Günlük hayatımızda, dilin ne gibi özellikleri kendinde barındırdığından habersiz iletişimlerimizi tamamlıyoruz. Bu yazıda, dilin aslında bize ne kattığını veya bizim dil ile neler yapabildiğimizi incelemek için, sahip olduğumuz bu yetiye adeta bir büyüteç ile bakmak, gözden kaçırdıklarımızı görmek adına faydalı olacaktır. İlk adımda soracağımız soru şudur: Dil ile iletişimden farklı olarak ne başarabiliyoruz, dilin fonksiyonları nelerdir?

Sorunun cevabı için bir örnek üzerine düşünmek yerinde olacaktır. Sizinle, elimizde kahvelerimiz ile sohbet ettiğimizi varsayın. Size şöyle diyorum: “Benim için huzur ne demek bilmek ister misin?” Cevabınızın evet olması ile size anlatmaya başlıyorum: “Akyaka’da,  kalabalık denilebilecek o sahilde, bir masada denize karşı oturduğunu düşün. İki dağın arasında çarşaf gibi denizin üzerinde batmakta olan kızıl güneş ve denizin hemen kıyısında dolaşan insanlar, yüzüme vuran hafif bir rüzgâr. İşte, benim için huzur bu.” Bu anlatımım ile, eğer Akyaka’da olmayı deneyimlediyseniz, gözünüzün önüne tam bir resim gelecektir. Hatta Akyaka’da olmayı deneyimlemeseniz bile, kelimeler ile size zihnimdeki huzurun tasarımını pekâlâ aktarabilirim. İşte burada, dilin bir diğer önemli fonksiyonu karşımıza çıkmaktadır: Dil ile dünyayı resmeder, betimleriz. Dil sayesinde ve dilde, dünyayı nesnesel olarak tanımlar, varlıkları şekillendirip onlara sahip oluruz. Bu John Locke’un da bahsettiği idelerin imleri meselesidir. Reprezentasyon (temsil) fonksiyonu ile, kavramlara işaret edebilir, sözcükleri içsel kavramlarımın  işaretleri olarak kullanabilirim.

Dilin resmetme/betimleme fonksiyonunu Wittgenstein, Tractatus’ta kendi kuramına dönüştürdü. Ama buna geçmeden önce, onun dünyayı nasıl gördüğü, dil ve dünya arasındaki bağlantıyı nasıl kurduğunu bilmek gerekir. Wittgenstein’a göre; “Dünya olguların toplamıdır, şeylerin değil” (Wittgenstein, 1918:13). Biz, tek tek şeyleri düşünerek bir anlama ulaşamayız, anlama ulaşabilmek için onları bir olgu bağlamı içinde düşünmek gerekir. Çünkü; ”Dünya olgulara ayrılır” ve “Mantıksal uzam içindeki olgular dünyadır” (Wittgenstein, 1918:13). “Dünyanın yapısı, matematiksel mantıksal bir yapıdadır. Böyle olduğu içindir ki mantıksal bir dil, bir ideal dil bu yapıyı yansıtabilir. Dilin yapısı ile dünyanın yapısı aynıdır” (Soykan, 2006: 50).

Wittgenstein, üzerine konuşulamayacak olan hakkında susmalı dediği metafiziği dünyadan temizleyecekti ve yeni bir dünya kuracaktı ve kuşkusuz bunu da dil ile başaracaktı. Dünyadan hakkında konuşamadıklarımızı temizliyorsak dilde de buna benzer bir temizleme yaparak dünya ile tam anlamıyla karşı karşıya gelebiliriz. Wittgenstein için bir yerlerde bu temizlemeye uygun yeni bir dil aramaya gerek yoktur çünkü günlük dilimiz mantıkça düzenli olduğundan, bu dil, işimizi görebilir. Dünyayı tek tek şeyler ile değil olgular bağlamı ile algılayabiliyorduk. Bu bağlamda Humbold’un da felsefesinde değindiği gibi önemli olan tek tek kelimeler değil cümleler olacaktır. Çünkü kelimeler bir olgu bağlamı vermez, cümleler verir, bize bir yargı, anlam bildirir. “Olguların toplamı dünya ise, cümlelerin toplamı da dil olacaktır” (Soykan, 2006:53).

Wittgenstein, resim kuramı (Die Bildtheorie) ile söylenemeyen ile söylenebilen arasında bir sınır çizmiş gibi görünür. O, resim kuramına “Olguların tasarımlarını kurarız” (Wittgenstein, 1918:21) cümlesi ile başlar. “Tasarım, olgu durumlarını, olgu bağlamlarının var olmalarını ve var olmamalarını mantıksal uzam içinde ortaya koyar” (Wittgenstein, 1918:21). Peki olguların kendisi orada dururken yani gerçeklik varken, tasarım ne işe yarar? Wittgenstein buna, “Tasarım gerçekliğin bir modelidir” (Wittgenstein, 1918:21) diyecektir ve zaten “Tasarım bir olgudur” (Wittgenstein, 1918:21). Bir şeyin resmi (bild) benim formel dünyamda mümkündür ve resim artık bir bağlamdır. Dünya, benim zihinsel formumun bir taklididir (abbild), dünya benim tasarımımdır. Ayrıca resmedilen ile resmeden arasında objelerinin birbirlerinde yer bulmaları bakımından bir ilişki de vardır. Zaten bu ilişki resmi oluşturan şeydir. Resmin objeleri arasındaki ilişki, resmedilenin objeleri için de geçerli olacağından, gerçekliğin de böyle bir ilişki içinde olduğu sonucu çıkarılabilir. Yani biz, bir şeyi resmederken onu bütün yanları ile taklit ederek resmederiz. Bizim tasarımımız gerçeklik ile kopuk değildir ama tamamen aynı da değildir. Zirâ öyle olsaydı, o resim değil, gerçekliğin kendisi olurdu. Wittgenstein bunu şöyle açıklıyor: “Tasarım gerçeklik ile öyle bağlıdır; ona dek uzanır. Bir cetvel gibi gerçekliğin yanına konmuştur” (Wittgenstein, 1918, 21). Yani artık bir şey ile o şeyin resmi, cetvel mesafesi kadar gerçekliğe uygundur. Gerçeklik, cetvelin uzaması oranında azalacaktır. Artık, anlamlı önermeler, dünyayı resmeden ve şey durumunun varlığını öne süren önermelerdir. Bu önermeler, gerçektir. Wittgenstein’a göre resim ve gerçeklik arasında bir ortak yapı olmak zorundadır ve bu yapı da yukarıda bahsedilen temsil formu (reprezentasyon) olacaktır. Resim, temsil formuna sahip olduğu her gerçekliği resmedebilir (Wittgenstein, 1918:23).

Wittgenstein, buradan sonra resmin ortaya koyduğu şeyin anlamına dikkat çeker. “Tasarımın ortaya koyduğu onun anlamıdır” (Wittgenstein, 1918:25). Doğruluğun kıstası objesine uygunluğudur. Aynı şey resim için de geçerlidir. Bir resmin doğruluğunu ve yanlışlığını bilmek için onu gerçeklikle karşılaştırmamız gerekir. Karşılaştırma yapılmadan bir tasarımın apriori doğru olduğunu söylemek yanlış olur. Buradan sonra önemli bir yere değinmek gerekir. “Resim, objesini dışarıda durarak ortaya koyar, durduğu nokta onun temsil formudur” (Utku, 1996: 57). Doğruluk ve yanlışlık objenin dışarıda olması ile kendini belli eder. Bir resim, temsil formuna sahip olduğu her gerçekliği temsil edebilir ama kendi temsil formunu ortaya koyamaz. Ancak onu serimler, dışarıya gösterir.

Wittgenstein!a göre temsil formu, ancak mantıksal bir form ise mantıksal resim olarak adlandırılır. Bu bakımdan Tractatus’un merkezini oluşturan mantık, temsil formunu da kapsar. Çünkü her resim aynı zamanda mantıksal bir resimdir. Bir resmin resim olabilmesi onun mantıksal formuna bağlıdır. Resimle resmedilen şey arasında ortak olması gereken şey mantıksal formdur.

Wittgenstein’ın üzerinde durduğu önemli bir diğer cümle; “Dil düşünceyi örter” (Wittgenstein, 1918: 45) cümlesidir. Aslına bakılırsa biz bu örtü yüzünden örttüğümüz nesneyi bilemeyiz. Biz sadece o şeyin kullanım amacını biliriz ve  bu amaca göre ona anlam atfederiz. Bizim zihnimiz temsil ile dolayısıyla resim ile çalışır. Hakikati, doğruluğu bir öznellik içinde resmederiz. Bir şeyin kendisi ile benim atfettiğim anlam farklıdır. O şeyin potansiyeli benim gerçekliğime uymayabilir. İşte burada realite ve gerçeklik ayrımını görürüz. Realite, bir şeyin kendi gerçekliği iken, gerçeklik o şeyin benim tasarımımdaki anlamıdır.

Sonuç olarak, yukarıda belirtildiği gibi Wittgenstein resim kuramı ile söylenebilen ve söylenemeyen arasında bir ayrım çizer. Sözcükler belirli şeylere işaret ederler ve cümleler onları temsil eder ve cümle için bir olgu bağlamına ihtiyaç vardır. Metafizikte olgu olmadığından cümle de olamayacaktır. Metafizik alanındaki söylemlere doğru, yanlış veya gerçek diyemediğimiz için onlar saçmadır. Bu yüzden, üstüne konuşulamayan şey hakkında susulmalıdır (Wittgenstein, 1918:171).

Kaynakça:
LOCKE, J. (2013). İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme, Çev: Hacıkadiroğlu, V.,  Kabalcı Yayınları: İstanbul.
SOYKAN, Ö.N. (2006). Felsefe ve Dil: Wittgenstein Üstüne Bir Araştırma, Mvt Yayıncılık: İstanbul.
UTKU, A. ( 1996). Wittgenstein’da Resim Kuramı ve Metafizik
WITTGENSTEIN, L. (1918). Tractatus Logico-Philosophicus, Çev: Aruoba, O. Yapı Kredi Yayınları: İstanbul.

Yazar: Merve Karacan

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. 

 

 


Paylaş

Merve Karacan

1992 Kütahya doğumluyum. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Felsefe Bölümü'nde okurken aynı zamanda formasyon eğitimimi tamamladım ve Felsefe Grubu öğretmeni olarak 2016 yılında mezun oldum.