Paylaş

Üretim toplumundan tüketim toplumuna geçiş, başlı başına insanın, yani bireyin de alışkanlıklarını değiştirmiştir. Kapitalizmin fikir babaları, markalar yaratmışlardır. Bu markalar, kişilerden ve hatta olaylardan öte, zaman ötesi kurumlar olarak varlığını sürdürmüşlerdir. Hayalî olarak var edilen bu markalar ise, sosyal planlama ya da diğer ismiyle tasarım ile kendi kitlelerini inşa etmişlerdir. Özelikle; sinema, televizyon ve ardından internetin keşfi, bu planlama hareketini de rayına oturtmuştur. Bu görsel iletişim kanalları, kitlelerin efsunlanıp, kontrol altına alınmasında başat unsurlar olarak kullanılmışlardır.

Şimdi burada bir duraksayıp, kitlelerin nasıl kontrol altına alındığını işlemek gerekir. Bunun için iki çeşit kanal ve bunların varyantları sıralanabilir:

i. Görsel iletişim kanalları (sinema, televizyon ve internet)

ii. Basılı ve matbu yayın (kitap, dergi, gazete vs.)

Öncelikle sinemayla başlamalıyım. Sinema ilk olarak 1890’lı yıllarda ABD’nin Kaliforniya eyaletinde faaliyetine başlayan bir görsel iletişim kanalıdır. İlk zamanlarda yayına sessiz ve siyah-beyaz olarak başlayan sinemaya, 1930’larda seslendirme ve daha sonraki yıllarda renklendirme gibi yenilikler ilave edilmiştir. 1915 krizinden sonra güçlenen derin ekonomik ayrımlar ve güçler, sinema kanalıyla kendini yaymaya başlamıştır. Özellikle Los Angeles ve diğer ismiyle Hollywood eşrafı, sistemin tüketim objeleri olarak epey iş görmüştür ve hâlen görmektedir. 1929 kriziyle daralan ekonomiler, çöken ülkeler işleri zorlaştırır gibi görünse de, nihayetinde planlar işlemiş ve İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda bir fırsat ortamı ortaya çıkmıştır. Avrupa’yı ve Sovyetler’i kana bulayan Hitler’in ardından, yükselen Amerika’yla birlikte, kapitalizm de yükselmiştir. Sinemayla tüm dünyaya Amerikan Rüyası ve yeni ekonomik planlama empoze edilmiştir. Amerikan Rüyası aslında, sıradan insanlara sunulan afyondan başka bir şey değildir. Bunu anlamak için yaklaşık 50 sene beklemek gerekecektir elbette.

Siyasî tarih kısmından, reklamcılık politikalarına değinelim. John Berger, Görme Biçimleri (1) adlı kitabında reklamcılığın resim tekniklerini ve eserleri nasıl kullandığını anlatır tüm detaylarıyla. Televizyonun icadı ve her eve girmesiyle de, çok büyük bir hızla manipülasyon başlar. Estetik algının oluşturulması ve her dönem değiştirilmesi, tüketim kültürü aracılığıyla koca bir endüstrinin üretmeden kazanmasını sağlamıştır. Yani tüketerek, tüketilen bir toplum.

Bu başlıktaki en önemli madde ise, kuşkusuz internettir. World Wide Web yani WWW ismiyle bildiğimiz internet, 1990’lı yıllarda Cern’de çalışan bilim insanlarının aralarında iletişimi sağlaması amacıyla tasarlanmıştır. Sonrasında ise tüm dünyaya yayılmış ve adeta insanlığın yeni bir parçası, uzvu oluvermiştir. Dünyayı saran bu ağ, işte yukarıda bahsi geçen fast food yani hızlı tüketim kültürünü adeta perçinlemiştir. Yaklaşık 20 yıl içinde her evde, her elektronik alette erişime kavuşan internetle devamlı olarak pompalanan ideal insanlar ve ölçüler, kimliksiz güruhlar devşirmiştir. Öyle ki, hayatları sosyal medyada aldıkları beğeni sayısı ölçütünde değer kazanır hâle gelmiştir. Bu tüketim kültürünün nesli, kendi ürünlerini de böyle hızlı ve değersiz hâle getirmiştir. Çünkü insansoyu varlığını, sanal yozluğa ve tüketim çılgınlığına istinat etmiştir. Müziği her geçen gün, daha basit ve kalitesizleşmiş, gerçekten sanat icra eden insanlar tecrit edilmiştir. Bu yozlaşma gerçek sanatı, ilmin ve fikrin iletilmesi amacıyla işlenen matbu eserlerle bile sarmıştır. Basılan kitaplar ve tekelleşen yayıncılık, ortaya kitaptan çok zihinsel mastürbasyon nesneleri çıkarmaya başlamıştır. Her yönüyle gerçek edebî değerlerden ve ilkelerden yoksun bu kâğıt israfı metinler, yine görsel kanallarla pazarlanmıştır.

Frances Stonor Saunders, Parayı Verdi Düdüğü Çaldı (2) adlı kitabında özellikle Soğuk Savaş sürecinde neler yaşandığını detaylıca irdelemiş ve işlemiştir. Amerika’nın sanatçı ve düşünürleri nasıl etki altına aldığını ve yoz bir siyasî propagandanın maşası hâline getirdiğini anlatır. Soğuk Savaş’ın tarafı insanlar arasında özellikle ödüller ve değişen sanat anlayışı üzerine yaşanan bölünmeler de bu döneme rastlar. Sanatın daha soyut bir çizgide yaratılmaya başlaması, kaliteyi belirleyen seçkinci bir güruh yaratmıştır. Bu güruh ise kendi sanatçılarını (!) yaratmıştır.

Gazete, dergi gibi haber ve kültür yayını amaçlı yayın araçları da, bu minvalde değişimler yaşamıştır. Tek bir odak noktası ve oynanan mütemadi oyun. Ünlü Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels, bu konuda her zaman örnek verdiğim ilk isimdir. “Basını, hükümetin kullanabildiği dev bir klavye olarak düşünün” demiştir. 10 Aralık 2014’te bunu yazmış ve değinmiştim. Bu söz ile kastedilene ise, şimdi değineceğim. Takvimler 1988 yılını gösterirken, dilbilimci Noam Chomsky ve ekonomist Edward S. Herman, Rızanın İmalatı (3) adlı bir kitap yayınlarlar. Bu kitapta medyanın tüm gerçekleri ortaya dökülmüştür. Medya sahipleri, hükümetlerin baskısıyla medyayı satın alırlar önce, ardından oluşturulan ihalelerle zararları karşılanır. Bu yolla hem hükümet, kontrollü (havuz) medyayı sağlar, hem de iş adamları para kazanır. Ardından haber paylaşımına gelir sıra, burada tabii ki ortak çıkarlar gözetilmek durumundadır. Bu konuyu derinlemesine öğrenmek isteyenler için, kitabı okumalarını öneririm.

Yine Chomsky, Medya Denetimi (4) adlı kitabında, basının kitleleri nasıl manipüle ettiğini anlatır:

“Modern devletin ilk propaganda operasyonuyla başlayalım. Woodrow Wilson  hükümeti zamanıydı. Woodrow Wilson, Birinci Dünya Savaşı’nın tam ortasında, 1916 yılında ‘Peace Without Victory’ (zafersiz barış) sloganıyla başkan seçilmişti. Son derece pasifist olan halk, bir Avrupa savaşına dahil olmak için hiçbir neden göremiyordu. Aslında savaşa çoktan imza atan Wilson yönetimi, bu konuda bir şeyler yapmak zorundaydı. Hükümetin ‘Creel Komisyonu’ adıyla kurduğu bir propaganda komisyonu, altı ay içinde etkisini göstererek o barışçıl halkı, histerik bir savaş çığırtkanı haline dönüştürdü ve Alman olan her şeyi yakıp yıkmak, tüm Almanları lime lime etmek, savaşa gidip dünyayı kurtarmak isteyen insanlar yaratmayı başardı. Bu esaslı bir başarıydı ve ardı sıra gelen başarılara da önayak oldu. Tam bu sıralarda ve savaşın hemen ardından, aynı yöntemler histerik kızıl korkusunu kışkırtmak için kullanıldığında ise sendikal birliklerin tahribi ve siyasi düşünce ile basın özgürlüğü gibi tehlikeli sorunların saf dışı bırakılmasında oldukça büyük başarı sağlanmıştı. Bu işi organize eden ve işin başını çeken o çok büyük güç, aslında medyadan ve iş dünyasındaki büyük şirketlerden gelen yoğun destekti ve tam anlamıyla bir başarıydı. Wilson’ın savaşına etkin bir şekilde ve hevesle katılanların arasında, John Dewey’in çevresinden olan ve şovenist fanatizmin ortaya çıkmasını sağlama yoluyla ‘gönülsüz’ halkı dehşete düşürerek nasıl savaşa sürüklediklerini, o döneme ait kişisel yazılarında gururla anlatıp bundan ‘toplumun daha zeki insanları’ oldukları sonucunu çıkartan ilerici aydınlar da vardı. Saldırı yöntemlerinin kullanım alanı oldukça genişti. Örneğin, Alman askerlerinin zulmü, kolları koparılmış Belçikalı bebekler ve hâlâ tarih kitaplarında okuduğumuz türlü türlü vahşet üretimi… Bunların çoğu, o dönemin gizli müzakerelerinde ‘dünyanın düşüncesini yönetme’yi vaat eden İngiliz propaganda bakanlığı tarafından icat edildi. Ancak bundan da önemlisi, o zamanlar barış yanlısı ülkeyi bir savaş zamanı histeriğine dönüştürüp yoldan çıkartan propagandayı yaygınlaştırabilecek daha zeki Amerikan toplumu bireylerinin düşüncesini kontrol etmek istemeleriydi. İşe yaradı; hem de çok. Ve bir ders verdi: devlet propagandası, eğitimli sınıflar tarafından desteklendiği ve herhangi bir dönekliğe izin verilmediği takdirde, büyük bir etki yaratabilir. Hitler ve daha birçoğundan alınan bu ders, günümüze dek izlenmiştir.”

Sözün özü, temelde aslında tek bir nokta ve üretmeden, tüketme anlayışı vardır. Sanal âlemde yenileni, içileni ve gezileni paylaşan insanların tüm yoksunluğu, içlerinde taşıdıkları yoksulluğu gidermekten ötesi değildir. Bu nazariyeden bakıldığında, insanın önüne ciddi bir yol ayrımı çıkar; ya bu insanları yazacaksın, ya bu insanlara yazacaksın ya da bu insanlara rağmen yazacaksın. Bu karar belki de, günümüz aydınının en çetin sınavıdır.

Dipnotlar:
(1)  John Berger, Görme Biçimleri, Çev. Yurdanur Salman, Metis Yayınları, Kasım 2017.
(2) Francis Stonor Saunder, Parayı Verdi Düdüğü Çaldı, Çev. Ülker İnce, Doğan Kitap, Haziran 2004.
(3) Noam Chomsky-Edward S. Herman, Rızanın İmalatı: Kitle Medyasının Ekonomi Politiği, Çev. Ender Abadoğlu, BGST Yayınları, Ekim 2012.
(4) Noam Chomsky, Medya Denetimi, Çev. Elif Baki, Everest Yayınları, Ekim 2016, Sayfa 1.

Kaynaklar:
BERGER, John, Görme Biçimleri, Çev. Yurdanur Salman, Metis Yayınları, Kasım 2017.
SAUNDER, Francis Stonor, Parayı Verdi Düdüğü Çaldı, Çev. Ülker İnce, Doğan Kitap, Haziran 2004.
CHOMSKY, Noam – HERMAN, Edward S. Rızanın İmalatı: Kitle Medyasının Ekonomi Politiği, Çev. Ender Abadoğlu, BGST Yayınları, Ekim 2012.
CHOMSKY, Noam, Medya Denetimi, Çev. Elif Baki, Everest Yayınları, Ekim 2016, Sayfa 1.

Yazar: Emre Bozkuş

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. 


Paylaş

Emre Bozkuş

İstanbul'da doğdu. Namık Kemal Üniversitesi'nde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans eğitimine devam etmekle birlikte; lisede başladığı okumalarına lisans eğitimi düzeyinde de ekseriyetle devam etmektedir. Düşün yazılarının yanı sıra kurgusal metinler de ortaya koyan yazar, hikayelerinde felsefe ve psikoloji gibi bir çok akademik alanda da okumalar yapmaktadır.