Paylaş

Modern dünyada küresel iletişimin toplum üzerinde çok büyük bir etkisi var. Küresel iletişim, insanların birbirleriyle etkileşim biçimini değiştirdi. Nispeten yakın zamana kadar, kültürler arasındaki etkileşimler kısmen yerel (Tüccarlar, askerler ve misyonerler bir yerden yere yavaş ve pahalı bir şekilde seyahat ediyorlardı) ve teknik açıdan sınırlıydı (denizden gelen mektuplar veya yüksek yerlerdeki uyarı ateşleri gibi). Bu, kültürlerin çok yavaş değiştiği ve büyük değişikliklerin tek bir yaşamın olanaklarının ötesinde olduğu anlamına geliyordu.

Böylesi muhafazakâr bir mekanizma, herhangi bir yerel kültürün istikrarını garantiye alır, yavaş yavaş yeni bileşenlere adapte olur ve kültürün kendisini kademeli olarak değiştirir. Bu mekanizma birbirini tamamlayan iki büyük bileşene (üst ve alt) dayanır. Çoğunluğun gelenekleri, tercihleri ve etik ‘sağduyu’ standartları, genellikle ‘kitle kültürü’ olarak adlandırılan kültürün bir bölümünde şekillenir. Öte yandan, kültür, standart stereotiplerden ve kavramlardan uzak olan ürünleri yaratır ve bazen ‘yüksek kültür’ veya ‘klasik kültür’ olarak adlandırılan benzersiz bir kültür katmanını temsil eder. Prensip olarak günlük yaşamdan çok uzaktadır. Kültürün bu idealize edilmiş kısmı istikrarlı, değişime karşı şüphecidir ve güvenli, ortak bir tabana sahiptir.

Bu sayede, kültür kendi içinde bir diyalog haline gelir. Üst kültüre ait her şey, gerçekten eğitimli bir kişi için gerekli görülür. Sıradan hayatın öğeleri, dış kültür olarak, bazen uygunsuz olarak kabul edilir. Üst kültür, her zaman insan hayatının bazı yönlerinin tartışılmasına izin vermeyen bir suskunluk ve gizlilik kültürü olmuştur. Yüksek kültürün bir diğer önemli özelliği de bütünlük ilkesidir. Yüksek kültür izole ve kendine yeten bir yapıdadır. Yaratıcı süreçler, tamamlanmış eserlerle, bunlar bir müzisyenin, bir mimarın ya da bir filozofun çalışmaları olabilir ve ‘alttaki’ kültüre ait eksik, garip ve hatta uygunsuz metinlerin aksine, tamamlanmış edebi eserlerle gerçekleştirilir.

Yerel bir kültürün eksiksizliği ve yeterliliği, diğer kültürlere karşı muhalefetinde- bazen hararetli muhalefetinde- ortaya çıkar. Her kültür, diğer kültürlere karşı belirli bir ‘dokunulmazlık’ geliştirir. Temel kültürel itirazlardan birinin ‘dost-yabancı’ dan geliyor olması da bu yüzdendir ki bu yabancının nezdinde, kültüre yakın (içsel) olan her şey ‘benim’ olarak kabul edilmiştir bu nedenle, örneğin özgün ve yabancı olan her şey de ‘benim’ in olumsuzlaması ve de dolayısıyla yanlış olarak görülmüştür.

Dil temel bir kültürel unsurdur bu nedenle bir kültür gösterge bilimsel bir sistem- yani bir işaretler sistemi- olarak kabul edilebilir. Bu bakımdan klasik kültür nispeten izole edilmiş bir gösterge bilimsel sistemdi. Buna göre, kültürler, yabancı kültürün, yorumlanması gereken bir kodlanmış sistemi temsil ettiği bir ortamda birbirleriyle iletişim kuruyordu. Dolayısıyla, başka bir kültür hakkında bilgi edinmek, bir kimsenin onu orijinal kültür içinde, günlük hayat da dahil olmak üzere özümseyerek elde edebileceği bir mertebe olup, büyük çaba gerektiriyordu. Bu bakımdan, iki kültür arasındaki diyalog, Yuri Lotman’ın (1922- 1993) “semosfer” olarak adlandırdığı özel bir iletişim alanıyla gerçekleştirildi. Bu semosfer yalnızca dilleri değil, aynı zamanda hizmet ettikleri sosyo-kültürel bağlamları da içerir.

Böyle bir semosfer alanı içerisinde, kimlik alanı nispeten sınırlıydı, fakat kimlik dışı(benzer olmayan) alan çok büyüktü. Başka bir deyişle, iki kültürün yalnızca en küçük parçaları örtüşüyor ve diğer kısımları kültürel yorum ve çeviri gerektiriyordu. Kimliğin alanı, kimlik dışı (özdeş olmama) yani dominant kültür için bilinmez, bu nedenle de basit olmayan, ilginç alana nüfuz etmenin ön koşulu olarak kabul edilir.

On dokuzuncu ve yirminci yüzyıllar, insanlık tarihinde, kültürlerin yerel karakterini, daha önce hiç görülmemiş şekilde yıkan süreçlere tanık oldular. Günümüzde global bir bilgi alanının vücut bulduğunu gözlemliyoruz. Bilgi süreçleri burada, kültürün geleneksel unsurlarını ve her şeyden önce geleneksel iletişim sistemini etkiledikleri için çok güçlüdürler. İletişimin kendisi, kültürel diyalogdan doğan bağımsız bir güçtür. Kültürler birbirleri içine nüfuz ederler. Semosfer, bir zamanlar iletişim için bir şart kabul edilen kültürler arası farklılıklarla ilgiliydi. Şimdi ise tam tersine, modern iletişim alanı, iletişim kurallarını ve yöntemlerini kendisi yaratıyor; kültürlerin kendi dilini konuşmalarını sağlıyor. Bunun sonucu olarak, birkaç dil, politik, bilimsel, teknik ve diğer ek şartlara bağlı olarak baskın hale geldi. Küresel iletişimin bu modern, üstün ve tümleştirici kültürü, yerel kültür çeşitliliğini asimile eder. Dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir insanla iletişim kurabiliriz fakat onları yalnızca görüşlerinin kendi düşüncelerimizle kesiştiği ya da özdeş olduğu ölçüde anlayabiliriz.  

Bu, sadece iletişim kurmak için komünikasyondur; farklılıkları özümsemeden gerçekleştirilen iletişimdir. Yüzeysel olarak kültürel bilgiler gibi görünen şeylerdeki ani dalgalanmalar, eski değerlerin bozulmasını hızlandırır ve yeni sembol ve işaretlerin geleneksel işaret sistemi değerlerine uyum sağlamasını engeller. Bu, bir yaşam süresi boyunca veya daha da hızlı gerçekleşir. Yüzyıllarca hâkim olan eski değer ve gelenek sistemleri çökmekte ve yeni değerler geleneksel olanlarla çelişmektedir bu nedenle, kültürel oluşumdaki rolleri her zaman açık değildir. Sonuç olarak, ‘alt’ ve ‘üst’ kültürler arasındaki ilişki bozulur. ‘Daha düşük’ kültür, yalnızca ilgili konuların sayısı sayesinde değil, tüketilebilir ürünlerin azaltılmış kalitesi nedeniyle de popüler bir kültür haline gelir. Kitlesel kültürün modern bir versiyonu olan “Pop kültürü”, küresel bilgi alanının tipik bir ürünüdür. Kitle eylemleri ile gerçekleştirilen, şimdi simülasyon olarak gördüğümüz tümleşik bir bilgi alanının temini şartıyla var olur. Pop kültür belli bir şekilde, eş zamanlı katılım ilkesinin gerçekleştirildiği ve bireysel yaratıcı çalışmaların baskın olmadığı tümleşik bir bütündür.

‘Gösteri’, eğlence ya da politika, her biri gündelik hayatımızın parçası haline geliyor. Bu çıkarımı kanıtlayacak bir sürü örnek verilebilir. 1993’deki olaylar sırasında, Moskova halkı Beyaz Saray’ın (Rus Parlamento binası) bombalanmasını izlemek için toplanmışlardı fakat saldırı ertelendi çünkü televizyon kameraları henüz bölgeye ulaşamamıştı. Bitmek bilmeyen ‘realite şov’lar, yarışmalar ve piyangolar televizyonları işgal etmiş durumda ve durum tüm dünyada aynı. Modern bir karnaval olan ‘Şov’ hayatlarımıza girdi. Sonuç olarak, karnavalın yalnızca bir veya iki hafta sürmediği, kalıcı olarak devam ettiği bir toplumda yaşıyoruz.  

Böylece, üst ve alt kültürler arasındaki doğal denge ortadan kalkıyor. Karnaval, günlük yaşama nüfuz ediyor ve karnaval içermeyen yaşam tarzlarını bir kenara iterek sık rastlanan bir fenomen haline geliyor. Bunun da ötesinde, bu koşullar altında, üst kültüre ait eserler çoğaltılabilir ve böylece onlar da kitlesel tüketim nesneleri haline gelebilirler.

İnsanların yeni değerleri özümsemeye zamanları yok. Şov, kitle algısı için uyarlanmış bir sonuç katmanının ortaya çıktığı bilime bile nüfuz ediyor. Günümüzde, tipik pop star özelliklerine sahip popüler bilim insanları var. Bu da aynı sahnede playback yapan müzisyen örneğinde olduğu gibi bilimsel çalışmanın taklidiyle sonuçlanıyor. Kültürün kendini ifadesi olarak felsefe de bu süreçlerden etkileniyor.

Eksiksizlik ilkesi, klasik felsefenin yanı sıra, ifade ettiği bütün kültüre özgü bir özelliktir. Öncelikle, klasik felsefe eleştirisinin tamamlanmış metnin eleştirisiyle birleştirilmesi ve bütünlük ilkesinin düşüncenin sonu olarak kabul edilmesi tesadüf değildir.

Bir analiz yöntemi olarak yapı-bozumculuk, modern felsefede popüler bir yer edindi ve klasik felsefeye yönelik eleştirel yaklaşımın temelini oluşturdu. Fakat bir bütün olarak kültür metne dayalıdır; postmodernizmin kendisi modern gerçeklikleri yansıtan genel kültürel bir bakış açısıdır. Felsefeye gelince, postmodern filozoflar tarafından ortaya atılan yeni bir şey yoktur. Felsefede yeni unsurlar, şayet varsa, nadiren görülür; fakat entelektüel düşünün biçimleri ve üslupları büyük değişimler içindedir ve insan kültüründe ve toplumda gelişen süreçleri yansıtırlar (yukarıda açıklandığı üzere). Felsefedeki rasyonalizm, bir zamanlar okuyucular tarafından belirli kurallara göre oluşturulmuş, metin olarak ifade edilen bir ifade sistemi olarak yorumlanıyordu; şimdilerde bu nevi mantıklı bir yoruma şüpheyle yaklaşılıyor. Fakat ciddi bir düşünür her şeyi sadece dar bir rasyonel yoruma indirgemeyecektir.

Felsefede postmodernizm, saf metafiziğe ve bizlere felsefenin edebiyattan ve şiirden doğduğunu ve bunu dikkate almamız gerektiğini hatırlatan mutlak rasyonalizme bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bilimsel olarak, diğer bilimlerin imgesinde felsefe yaratamayız. Varoluşçuluk, değer kavramımızı ve felsefenin duygusal yönlerini değiştirdi ve postmodernizmde, felsefenin kendini önemli bir husus olarak ifade etmesine önem verildi; onun kendini ifade biçimi yansımalı düşünce yapılarını yarattı ve onlara hükmetti.

Bu kulağa garip gelebilir; fakat felsefeyi tahrip etmeye yönelik ebedi çabaların, (onlar) felsefenin yapısını sağlamlaştırdıkça, onu aşıladıkça ve onun, varlığını haklı çıkaran yeni temel argümanlar hazırlamasına zemin yarattıkça zararlı değil aksine kullanışlı oldukları görülür. Bu açıdan bakıldığında, postmodernizm ve yapı-sökümcülük, ironik biçimde çok yararlıdır.

Postmodernizm, modern kitlesel kültürde böyle bir desteğe sahip olduğu için çok şanslıydı. İnternet gibi yeni iletişimsel sistemler, teorik hedeflerinin tam olarak farkına varıyorlar.’Yazarın Ölümü’, çeşitli metinsel yorumlamalar, yapısal bozukluk- hepsi zaten internette var. Klasik metinde konu yazar tarafından belirlenir ve olayların sırasını tayin eden yine yazardır. Fakat hipermetinde kesinlikle tamamen farklı bir ya da bir kerede birkaç olay örgüsü geliştirilebilir. Böylece, yalnızca başka bir metin türüne değil, yaratılış için yeni fırsatlara sahip oluruz. Postmodernizm, felsefi yorumlama sorununu vurgular, ancak bu felsefede her zaman tartışılmıştır.

Daha önemli olan nedir: Plato’nun fikirlerinin ayna benzeri yeniden üretimi veya metinlerinin yorumlanması ve yeni felsefi anlamlar eklenmesi mi? Bu soruların cevaplanması kolay değildir ve bunlar felsefe için ebedilerdir.

Bu destek postmodernizme akademik alanda kendini koruması için gerekliydi. Sonra neredeyse ünlü bir pop yıldızı gibi ulaşılmaz hale geldi. Fakat aynı zamanda popülarite de daimi gelişim ve etki alanının genişletilmesini gerektiren zorlu bir şeydir. Başka bir deyişle, postmodernizm artık halkın ilgisini çekmek zorundadır. Eğer ilginç değilse, diğer o kadar ilginç olmayan felsefi teoriler tarafından başka yöne çekilecektir. Bu, ‘postmodernist klasikler’ ortaya çıktığında ve havalı kapakları olan kitapları kütüphanelerdeki ve kitapçılardaki raflarda yerlerini alarak Plato veya Hegel’in çalışmalarının yerine geçmeye teşebbüs ettiklerinde zaten gerçekleşmişti.

Postmodernizm modern kültürde meydana gelen çözülmeyi yansıttı. Klasik kültürün geleneksel değerlerini, bugünle birleştirmeye kabil felsefi yansımalara ilham veren bir nevi uyaran vazifesi gördü. Postmodernizm, daha yeni bir kültürel hareketin yerini aldığından felsefenin bu süreçteki önemi artacaktır.

Yazar: Prof. V.V. Mironov
Çevirmen: Zeynep Şenel Gencel
Kaynak: Philosophy Now 19

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com