Düşünbil Portal

Nazım Hikmet’in yaşamında iz bırakan kadınlar

Paylaş

Nazım Hikmet; şair, oyun yazarı, romancı, senarist, yönetmen, komünist, tutkulu aşık, yurtsever ve yurduna hasret ölen bir sürgün…

Siyasi düşünceleri yüzünden defalarca tutuklanmış ve yaşamının büyük bölümünü hapiste ya da sürgünde geçirmiştir. Şiirleri elliden fazla dile çevrilmiş ve eserleri birçok ödül almıştır.

Celile’si, Nüzhet’i, Piraye’si, Münevver’i, Galina’sı ve son eşi Vera’sıyla Nazım Hikmet’in yaşamına yön veren, onun sanatını besleyen, şiirlerine konu olan kadınlardır.

1. Ressam bir anne Celile Hanım

Nazım’ın annesi Celile Hanım 1880 yılında Selanik’te dünyaya gelir. Evde özel öğrenim görerek yetiştirilen Celile, saray ressamı Fausto Zonaro’dan resim dersleri alır. Resim çalışmalarında kuşağının diğer kadın ressamları gibi portreler üstüne yoğunlaşır. 1900 yılında Şair Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey ile evlenir. İleride Türk şiirinin önemli isimlerinden birisi olacak ilk çocukları Nazım, 1901’de Selanik’te dünyaya gelir.
Celile Hanım, şiddetli geçimsizlik nedeniyle 1917’de Hikmet Bey’den ayrılır; ancak Hikmet Bey’den ayrılmak üzere olduğu sırada tanıştığı ünlü şair Yahya Kemal ile büyük bir aşk yaşar; ne yazık ki bu ilişki arzu ettiği gibi evlilikle sonuçlanmaz.

Celile-Hanım

Celile Hikmet Hanım resimleriyle olduğu kadar güzelliği ile de tüm İstanbul’un diline destandır. İstanbul sosyetesinin en çok konuşulan kadınıdır. Oğlu Nazım’a ders vermek için evlerine gelen Yahya Kemal bu eşsiz güzelliğe tutulur; ancak Nazım’ın karşı çıkması ve Yahya Kemal’in evliliğe yanaşmaması üzerine Celile Hanım yurtdışına gider.

Annesiyle babasının boşanması Nazım’ı derinden etkiler. Şiir hocası Yahya Kemal’i bundan sorumlu tutar. Derse geldiği bir gün hocasının ceket cebine bir not bırakır Nazım. Edebiyat hocası Yahya Kemal’e bu notla adeta meydan okumaktadır genç şair: “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremeyeceksiniz.”

2. Nazım ve Nüzhet aynı mahallede yetişmiş çocukluk arkadaşıdırlar ve Nüzhet, Nazım’ın ilk aşkıdır. 1921 yılında Moskova’da üniversitede öğrenciyken ani bir kararla evlenirler. Nüzhet’in ailesi bu evliliğe razı olmaz. Mektuplar yazarlar Moskova’ya; “Her sözüyle, her hareketiyle, her şeye isyan etmiş, hatta saçları bile berberin tarağına isyan etmiş bu adamla senin gibi munis ve uysal bir kız… geçinemezsiniz!” derler.
Ancak aşkla başlayan bu evlilik fazla uzun sürmez. İki yıllık birlikteliğin sonunda Nüzhet hastalanıp İstanbul’a döner ve ailesinin de etkisiyle Nazım’ı terk eder. Bu terk ediliş Nazım’a çok dokunur. Nüzhet’i uzun süre aklından çıkaramaz.

Kıskançlık ve terk edilişin yol açtığı duygularla “Gövdemdeki Kurt” şiirini yazar şair;

“Sen / benim / minare boyunda
çam gövdeme / yumuşak beyaz /
bir kurt gibi girdin / kemirdin / Yumuşak / beyaz / kıvrılışlarıyla /
beynime giren kurdu / çürük bir diş
çeker gibi söktüm / epeyce ter döktüm /
bu sonuncuydu / bir daha olmayacak…”

3. Piraye, Nazım’ın kızkardeşi Samiye’nin yakın arkadaşıdır. Kızıl saçlı, gösterişli, aydın görüşlü, kültürlü bir ortamda yetişmiş ve varlıklı bir aileye mensuptur. Ve Piraye aynı zamanda kocasından ayrılmış, bir erkek ve bir kız çocuğu sahibi dul bir kadındır.

Nazım’ın Kadıköy’deki evlerine yapılan sık ziyaretler sırasında tanışıp aşık olurlar birbirlerine, ancak Nazım’ın o tarihlerde başlayan uzun hapis yılları nedeniyle araya ayrılıklar girer. Ama Nazım’ın hapis yıllarıyla başlayan bu uzun ayrılıklar, bağlılıklarını ve aşklarını daha da perçinler ve Nazım Türk şiirinin en güzel örneklerini oluşturan aşk şiirlerini hep bu “kızıl saçlı kadın” için yazar.

1935 yılında çıkan afla serbest kalan Nazım ve Piraye ve nihayet evlenirler. Ancak bu evlilik de politik baskılar, ekonomik sorunlar ve zorunlu ayrılık yılları nedeniyle kesintilere uğrar. Nazım’ın 1938 – 1948 yılları arasında hapishanede geçireceği yılların umutsuzluğunu, annesi ve dostlarının desteğinin yanı sıra Piraye’nin kısa ziyaretleri ve sevgisi azaltacaktır. Nazım umutsuzluğa kapıldığı uzun hapis yıllarında Piraye’ye kendisinden boşanmasını önerir. Piraye’nin cevabı “101 yıla mahkûm olsan bile ben senin arkandayım, bunu böyle bil…“ olur.

Bu tutkulu sevda gün gelir heyecanını yitirir ve Nazım aradığı heyecanı başka ilişkilerde bulmaya çalışır. Tabii bu durum Piraye’nin gururunu incitir, kalbini kırar. Roman yazarı Cahit Uçuk ve opera sanatçısı Semiha Berksoy bu umutsuz günlerinde onun hayatına giren kadınlardandır. Sonuçta Piraye tüm bunlara anlayış göstermek ve affetmek zorunda kalacaktır onu.

Nazım’ın Münevver’le ilişkisi artık bardağı taşıran son damla olur.

4. Cahit Uçuk asıl adı Cahide Üçok (1911-2004), hikaye ve roman yazarıdır. Birçok denemeler yapan Cahit’in ilk masalı, 1935 yılında Nazım Hikmet’in çıkardığı Yarım Ay isimli dergide yayımlandı. Öncesinde şiirde yazan Cahit hanım, bundan sonra tamamen hikâye ve roman yazımına yöneldi. Eserlerinde çoğunlukla kadın hakları ve kadının toplumdaki yeri konularını işleyip, zaman zaman mistik temaları da işlemiştir.

5. Semiha Berksoy (1910- 2004), opera sanatçısı ve ressamdır.

“Annemle 1934’te aralarında bir şey yaşanıyor. Çünkü Semiha çok zeki, cingöz, yetenekli. Aralarında derin bir tutku var. Semiha, bu tutkudan Berlin Müzik Akademisi’ne kaçarak kurtuluyor. Nazım ona “Ben istemezsem gidemezsin ama sana izin veriyorum. Çünkü sesin çok güzel.” diyor. 1940’ta annem döndükten sonra Çankırı Hapishanesi’ne gidiyor ve başka bir adama aşık olduğunu Nazım’a söylüyor. Nazım da “Evlenme, burdan çıkınca seninle oturacağım” diyor. Daha sonra annem evleniyor, Nazım’la babam da çok yakın arkadaş oluyorlar. Annemle Nazım’ın aşkla başlayan dostlukları da Nazım ölene kadar sürüyor.” Zeliha Berksoy

6. Münevver, Nazım’ın dayısının kızı olup Fransız asıllı bir anneden Sofya’da dünyaya gelmiştir. Münevver çocukluk arkadaşı olan Nazım’la, o hapiste iken önce mektuplaşarak daha sonra da ziyaretine giderek tekrar ilişki kurar. Bu durum Nazım’ın yıllar öncesine dayanan gençlik arzularını canlandırırken Piraye’ye karşı da suçluluk duymasına neden olur.

Nazım ve Münevver aşkı tam üç yıl (1948-­51) sürer ve Nazım’ın Romanya üzerinden Rusya’ya kaçışıyla fiilen son bulur. Arkasında bırakıp gittiği Münevver’in aşkı ve sevemediği öz oğlu Mehmet’in hasreti vardır. Ancak Münevver’e olan hasreti Nazım’ın yeni yaşamında, yeni ilişkiler kurmasına engel olmayacaktır.

7. 1952 Yılında tanıştığı Galina adlı genç bir Rus doktor Nazım için yeni bir aşkın başlangıcı olur. Galina Nazım’ın doktoru, hayat arkadaşı, evdeki yoldaşı, sağlık danışmanı, yediğini-içtiğini, tüm yaşamını denetleyen yardımcısı, yurt dışına birlikte gittiği eşi ve diğer yandan da Rusya adına onu kontrol eden devlet görevlisidir. Nazım, Galina’ya aşk şiirleri yazmasa da en uzun ilişkisini onunla yaşar.

8. Ancak Galina ile yaşayan, Münevver’i özleyen Nazım’ı yeni bir aşk beklemektedir. 1955 yılı sonlarında bir tesadüf eseri Vera’yla tanışır. Ancak o zaman şairin bilmediği şey Vera’nın evli ve bir kız çocuğu annesi olduğudur. Bu yıldırım aşk Nazım’ı tekrar canlandırır, onun yaşama bağlılığını, coşkusunu geri getirir. Sonuçta Vera’ya kocasından boşanarak birlikte yaşamaları konusunda baskı yapmaya, onu kıskanmaya başlar.

Nazım’ın “Saçları saman sarısı, kirpikleri mavi, kırmızı dolgun dudaklı” diye 1961 de yazdığı “Saman sarısı” şiiri ile ölümsüzleştirdiği kadındır Vera. Kendinden otuz yaş daha küçük Vera’nın aşkı Nazım’ın başını döndürür. Artık yeni aşk şiirlerinin ilham kaynağı bu genç sevgili olur. 1960 yılı başında nihayet beklenen olur. Nazım’ın Galina ile olan sekiz yıllık uzun beraberliği boşanmayla sonuçlanır. Vera da uzun ve bunalımlı yıllar sonrası kocasından ayrılmayı başarır. İlk tanıştığı andan itibaren aşık olduğu Vera’ya kavuşur sonunda Nazım, yani muradına erer ve Vera’nın gönlüne girmeyi başarır. Nazım bundan sonraki aşk şiirlerini artık Vera için yazacaktır.

Gelsene dedi bana
Kalsana dedi bana
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana
Geldim, kaldım, güldüm, öldüm…

Bu yazı İnsan Okur’un internet sitesinden alınmıştır.


Paylaş
Exit mobile version