Ondan önceki babası ve dedesi gibi Lüteryen bir vaiz olmak Friedrich Nietzsche’nin alın yazısıymış. Hristiyan bir ortamda geçen, onun için özel bir yeri olan en erken zamanlarından itibaren, onu İncil ve Protestan teologlarının eserlerini okumaya teşvik eden sofu (mutaasıp) kadınlardan müteşekkil bir aile içinde büyüdü. Apaçık dindarlığından ötürü “küçük papaz” lakabını bile kazandı. Bu mütedeyyin (kendini adamış) genç adamın Hristiyanlığın en azılı muhalifi olup çıkacağını ve provokatif başlığı olan Deccal adlı bir kitabın yazarı olacağını kim öngörebilirdi ki?
Bu bir yandan onu sonunda dindar terbiyesinden (sofuluğundan) kopmasına sebep olan Nietzsche’nin kendi yorulmak bilmeyen bilgiyi arayışıydı, dini reddedişinin bir ufuk açıcı nedeni de filozof Arthur Schopenhauer’in yazılarına rastlayışıydı. 1865 yılı sonbaharında Leipzig Üniversitesi’nde bir öğrenciyken bir sahaftan Schopenhauer’in Die Welt als Wille und Vorstellung kitabının bir kopyasını satın aldı. “Bana hangi daimon (yol gösteren ruh) ‘bu kitabı eve götür’ fısıldadı bilmiyorum” diye yazmıştı yıllar sonra, ama bu kitabı okumak onun yaşamını değiştirmişti. “Eve dönüşte” diye devam etti, “Kendimi yeni hazinem ile bir koltuğun köşesine attım, ve o dinamik, kasvetli dahinin benim üzerimde çalışmasına izin vermeye başladım.” Nietzsche’nin rastladığı daha önce hiç hesaba katmadığı bir dünya görüşü idi- adamakıllı (iyiden iyiye) estetik bir görüş. Nitekim Nietzsche Schopenhauer’i modern felsefenin ilk hakiki ateisti diye adlandırmıştı.
Schopenhauer’in kendisi 5 yıl önce vefat etmişken (neyse ki Nietzsche şanslıydı, çünkü yaşlı adam rahip yardımcılarını cesaretlendirmemişti ve muhtemelen övgü dolu herhangi bir mektubuna istihza ve istihfaf – iğneleme ve aşağılama- ile cevap verirmiş), Almanya’da Nietzsche’nin yüksek takdirini paylaşan çok sayıda hayranları vardı. Bunların en bilineni, genç adamın (Nietzsche’nin) her gece okuduğunu iddia ettiği filozofa duyduğu ilgiyi öğrenmekten hoşnut kalan ihtilaflı besteci Richard Wagner (1813-1883) idi. Schopenhauer’e kendi bestelerinden bazılarını göndermiş olan Wagner, bu sonunculara metelik verilmediğini bilmediğinden şanslıydı; mesela, Wagner bir noktada partisyonunda “perde düşer” yazdığında, Schopenhauer bunun yanına “bu kadar da çabuk değil” diye karalamıştı.
Yine de tez canlı Nietzsche, Schopenhauer’in ya da Wagner’in bir arkadaşının bir takipçisi olarak kalmaya niyetli değildi. 1876’da bestecinin karısı Cosima Wagner’ı şaşırttı ve bir bir mektubunda Schopenhauer’in öğretilerini reddetmiş olduğunu bildirdi. Belli bir şekilde, Wagner için çok ilham verici olan Schopenhauer’in felsefesinin elzem bir boyutu ile ilişkisini kesti – merhamet üzerine vurgu.
Schopenhauer’in ahlakın gerçek temeli olduğunu ileri sürdüğü şey akılcı (rasyonel) kurallar veya Tanrı tarafından emredilmiş kurallar olmaktan ziyade merhamet (mitleid, compassion) idi. Ahlaki davranış, bizim hepimizin yaşamaya olan niyetini açıkça gösterdiği (bunu açıkça ortaya koyduğu) bir sezgisel tanımadan ibarettir. O, bütün büyük dinlerin bu metafiziksel hakikati ifade etme girişimi olduğunu hissetti, ancak hepsi bu görmesi gerekeni bitmek bilmeyen dogmatik tartışmaları yüzünden yitirdi. Bizim hepimizi birleştiren, hayatın kendisinin, hiçbir zaman tatmin edilemeyecek olan hedeflerin peşinde koşulmasından dolayı daimi acı çekmekten ibaret olmasının farkına varılmasıdır. Bu kovalamaca nihayetinde anlamsız bir ölüm ile son bulur.
Hiç yaşamamak daha iyi olurdu diye ifade etmişti Schopenhauer, ama madem ki hayattayız (türün devamını sağlamaya olan kör istencin sonu gelmeyen arzusundan ötürü), öyleyse bizim en azından ıstırabı arttırmamaya dair ahlaki yükümlülüğümüz vardır. Sabırlı ve toleranslı olmak zorundayız ve diğer acı çekmekte olan akranlarımıza karşı hayırseverlik göstermeliyiz. Dokunaklı bir tutum, ama daha ziyade yayında karşıtlarını şişlemekten zevk almış, onunla bütün iletişimini tamamen kesmiş olan kendi annesiyle acımasızca münakaşaya giren ve ev sahibesini merdiven boşluğundan aşağıya itmekle suçlanan bir adamın eylemleriyle tutarsız. Yine de, Schopenhauer’in kendisinin de dikkati çektiği gibi, kişi bir teoriyi kendi içinde değerlendirmelidir, uygulayıcılarının kusurlarına bakarak değil.
Nietzsche başlangıçta Schopenhauer’i “tek ciddi ahlakçı” olarak bilirken, riyazeti (çileciliği) kabul edilemez bir biçim olarak değerlendirmeye vardığı, onun merhamet öğretisinden uzaklaşma ihtiyacını hissetti. Bütün varoluşun altında yatan bir yaşama istenci olduğu konusunda hemfikirdi (onun “güç istenci” olarak adlandırmayı tercih ettiği) ancak, Schopenhauer’den farklı olarak, ondan kaçınmadı. Sonunda Nietzsche merhameti bir zayıflık olarak gördü, terbiyeli olunacak bir erdem olarak değil.
Nietzsche için üstesinden gelinmesi gereken şey şefkat idi. Diğerleri için şefkat gösterme onlara saygısızlık etmektir. Onları yaşadıkları zorluklarla yüzleşmeye ve bu zorluklara karşı yellerinden gelen en iyi şekilde mücadele etmeye cesaretlendirmek en iyisidir. Nietzsche’ye göre, bilhassa Hristiyanlık, kendisini bir kanayan ve acı çeken tanrısal konum imgesi temeline dayandıran bir şefkat dinidir. O bunu Antik Yunan’ın ve Roma’nın pagan dinleriyle, onların savaş ve aşk meseleleriyle meşgul olmaktan zevk alan destansı tanrılarıyla mukayese etti.
Nietzsche’nin aleyhinde olduğu şefkat ile Schopenhauer’in merhamet diye tanımladığının aynı şeyler olduğu hiçbir suretle kesin değildir ve bakış açılarını uzlaştırmak için girişimler de olmuştur. Ancak Nietzsche’nin bir filozof olarak kendi gelişimine bakarsak, Schopenhauer’in sağlıksız bir şekilde yaşamı inkarına sempati duymasından kurtulmak, onun için gerekliydi. Nietzsche için (hastalıklı, toplum tarafından tanınma eksikliği ve yoksulluğu onu elbette dirençli, meşhur ve tuzu kuru Schopenhauer’dan daha şahsi bir kedere sürüklemişti) ıstırap, başarı için çabalamanın kaçınılmaz bir sonucuydu.
Yine de, Schopenhauer’e yönelttiği bütün öfkeli eleştiriler bir yana (Schopenhauer’in dae muhakkak takdir edeceği bir tarzda, çünkü o da ad hominem -öneri yerine, öneriyi yapan kişi tartışma konusu edilerek iddialara karşı çıkmak- saldırı sanatının bilinen bir kullanıcısıydı), Nietzsche ondan onun “büyük öğretmen”i diye bahsetmeye devam etti. Daima teolojiden kurtulmaya yardım ettiği ve ona bilgiyi aramak için takip edilebilecek başka yollar olduğunu da gösterdiği için keskin görüşlü ateistten övgüyle bahsetti. İmalı bir yoldan, kendi Böyle Buyurdu Zerdüşt (1883-1885) adlı başyapıtında bu huysuz ve hırçın tipe bağlılığını gösterir. Bilge Zerdüşt, takipçilerini mabedini terketmesi ve temkinli bir şekilde kendi başlarına çıkması için cesaretlendirir. “Kişi bir öğretmene kötü bir şekilde borcunu öder” diyor Zerdüşt, “Eğer daima bir öğrenciden başka bir şey olarak kalmazsa.” Nietzsche, büyük hocası Schopenhauer’i onun görüşlerine meydan okuyarak ve dolayısıyla kendi benzersiz felsefesini yaratarak onurlandırdı.
Yazar: Timothy J.Madigan
Çeviri: Akın Ayberk
Kaynak:
Christopher Janaway, ed., Cambridge Companion to Schopenhauer CUP, 1999.
Christopher Janaway, ed., Willing and Nothingness: Schopenhauer As Nietzsche’s Editor. Clarendon, 1998.
Friedrich Nietzsche, Selected Letters. (ed. C. Middleton) Hackett, 1996.
Georg Simmel, Schopenhauer and Nietzsche. (trans. Helmut Loiskandl, Deena Weinstein, and Michael Weinstein) Chicago, 1991.