Paylaş

Volney Kontu Constantin-Fronçois de Chasseboeuf, 1791 yılında yazdığı harikulade eser Harabeler’de kadim insanlık tarihinin neden çok sayıda medeniyete yer verdiğini ve hepsinin ne sebeple bir sonraki uygarlık tarafından yakılıp yıkıldığını sorgular. İmparatorlukların hangi sebeplerle yükselip daha sonra düştüklerine; ulusların refahına ve felaketlerine yol açan etkenleri; toplumlarda barışın, insanların mutluluğunun hangi ilkelere dayanması gerektiğini irdeler. Aklı, bilimi ve bilgeliği öne çıkartır.

Bizlere 18. yy’dan seslenen Volney Kontu, daha o günlerde, bireyin, varolduğu dünyanın bir parçası olduğunu belirtirken önemli bir noktanın altını çizmektedir; insan diğer canlılardan farklı olarak benliğinin farkındadır ve her ne kadar egemen doğa yasalarına tabi olsa da kendi zekasını yaşam formunu iyileştirmek üzere kullanabilmiştir. Bu sayede hem kendi fiziksel yaşam koşullarını hem de kabiliyetlerini geliştirmiştir. Binlerce yıllık bu gelişim dizgesi sırasında elde ettiği bilgileri ve teknikleri derinleştirerek eğitim ve yönetim sistemleri tasarlayabilmiş ve yaşam pratiğine geçirebilmiştir.

Tarım toplumuna geçiş, Rönesans, sanayi devrimi ve arkasından gelen internet ve dijital dönüşümle beraber insanlığın kendi öz tarihinde biriktirdiği tüm içerik günümüzde ortak paylaşıma açılmıştır. Dolayısı ile bilginin bugün zaman, mekân ve ekonomik koşullardan bağımsız olarak ulaştığına, toplumun tüm katmanlarının dataya artık istediği zaman erişebildiğine tanık oluyoruz. Örneğin dünyanın önde gelen eğitim kurumlarından biri olan MIT dahi neredeyse tüm arşivini internete servis etmiş durumda.

Hal böyleyken paylaşım ve bilgi üretiminin hızı da miktarı da giderek artıyor. Bağlı olarak günümüzde bireyler algı kapasitelerinin çok daha üzerindeki bir seviyede uyarana maruz kalıyorlar. Bu nedenle seçenekler çok ancak zaman son derece dar. Tüm bunların sonucu olarak Homo Sapiens artık her konuda sürate bağımlı durumda; daha hızlı tüketiyor ve çok daha çabuk sıkılıyor. Kuşaklar, alışkanlıklar ve elbette değerler de baş döndürücü bir hızla değişiyor.

Diğer taraftan endüstri 4.0, dikey tarım, 3D yazıcılar, kodlama, nesnelerin interneti, otonom araçlar, nano ve robotik teknoloji, gen bilimi, arttırılmış gerçeklik vb. birçok yeni gelişmeye şahit oluyoruz.

Ancak bütün bu devinimlere karşın, fiziksel yaşam koşulları ve kabiliyetlerimiz bu denli gelişirken, medeniyet olarak gerçekten de ilerliyor muyuz? Yoksa sadece bilişsel olarak kısır bir konjonktür içinde kalmayı tercih ettiğimiz için erdemlerimizle ilgili primitif sorunlar mı yaşıyoruz? Örneğin; insanlık 2018 senesi itibari ile hala inanç, düşünce, etnisite, dil, ten rengi ve benzeri farklılıklardan dolayı birbirini öldürebiliyor, savaşlar çıkartabiliyor. Hala Afrika kıtasında açlık hüküm sürüyor. Hala eğitim ve sağlık gibi temel hizmetler dünyanın pek çok ülkesinde insanlara para karşılığında satılıyor. Hala özellikle kadın ve çocuk hakları yok hükmünde sayılıyor.  Hala birey olabilmek bazı ülkelerde günah teşkil ederken bir kısmında ayıplanıyor. Hala birçok ülkede düşünce suç kabul ediliyor. Hala küresel ısınmanın önüne geçmek ve geri dönülmez noktaya gidişi durdurmak için gereken global, etkin ve yetkin adımlar atılmıyor…

Liste takdir edersiniz ki uzayıp gidecektir…

Oysa kadim insanlık tarihi bize gelişim için farklılıklara ve değişime açık olmayı öğütlüyor. Ben diyebilmek kadar sen diyebilmenin de insan sorumluluğu olduğunu birçok örnekle ispatlıyor.

Bilim, akıl ve bilgelik bizleri düşünce ve vicdan özgürlüğü gibi kavramların arkasında durmaya davet ediyor.

Bireyin önce kendisinden başlayarak esnekliğe, seçenekliliğe, yeni olasılıklara açık olması gerektiğini; toplumların ancak bu şekilde kendi medeniyetlerini geliştirmeye devam edebileceğini; her alanda özgürlük kavramını koşulsuz şartsız bir konseptte savunmak gerektiğini ifade ediyor.

1215 yılında Magna Carta Libertatum ile taçlanarak belirginleşen özgürleşme ve gelişim süreci Rönesans periyodunda hızlanmış, 1789 yılında Fransız Devrimi ile insanlığın önemini belirgin bir biçimde kavrayarak sahip çıktığı özgürlük, eşitlik, kardeşlik kavramlarını öne çıkartmıştır. Elbette felsefi üretimleri sürdürmeli, örneğin epistemolojinin hangi perspektifinin daha yetkin olduğunu tartışmaya devam etmeliyiz: Emprizim, Rasyonalizm, Paragmatizm ya da Pozitivizm…

Ancak belki de felsefi tartışmaları biraz daha yaşam pratiğinin içine çekerek yapıcı ve işlevsel manada sorumluluk almalıyız. Dünyada 2018 yılında hala neden bu denli ilkellik içeren dürtüsel, bencil, gerici, bağnaz, dogma düşünce ve davranışların hüküm sürdüğünü sorgulamalı ve çözümlere odaklanmalıyız.

Yukarıda saydığımız teknolojik gelişmeleri de göz önüne alırsak…

Kim bilir?  Belki de ekolojik, biyolojik, sosyolojik ve psikolojik boyutları ile harmanlanmış, Rönesans Versiyon 2.0 gibi yeni ve devrimci bir güncelleme tüm dünya için gerekli olabilir…

Yazar: Emrah Yolaç

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. Düşünbil Portal’da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.


Paylaş

Emrah Yolaç

2008 yılından itibaren Radikal başta olmak üzere birçok gazete ve dergide yazılarım yayınlandı. Potansiyel ve kişisel farkındalık konusunu işlediğim ilk kitabım "Sakın Vazgeçme" 2017 yılının haziran ayında, psikoloji temelli ikinci kitabım ''Sapere Aude-Düşünceden Duyguya'' ise aralık ayında raflardaki yerini aldı. Varoluşçuluk tezi üzerinde düşünüyor ve üretiyorum. Halen Klinik Psikoloji Yüksek Lisansı ve akademik çalışmalarıma devam ediyorum. Aynı zamanda psikoloji temelli, yetkinlik bazlı kurumsal ve bireysel gelişim eğitimleri veriyor ve danışmanlık yapıyorum.