Paylaş

Not: Bu yazımız iki parçalık bir yayın dizisinin ikincisidir. İlk bölümü yine aynı başlıkla sitemizde bulabilirsiniz.

Şimdi burada nüanslar var, sonuçların tamamı net değil ve Winner’ın ilgisini çekiyor fakat ikna olmuş değil. Diğer şeylerin yanı sıra, Cutting’in sanat uzmanlarını test etmediğini söylüyor. Ama Cutting’in çalışma çizgisi, Winner’ın argümanı ile genel olarak iyi bağdaşıyor, yani sanat zevkimiz bilinçli olarak farkında olmadığımız şeyler de dahil olmak üzere birçok güç tarafından etkileniyor.

Reductionism in Art and Brain Science: Bridging the Two Cultures’da Eric Kandel farklı bir yaklaşım sunuyor. Kandel, Columbia Üniversitesi’nde profesör ve belleğin nöral yapısı üzerine yaptığı çalışmalardan ötürü Nobel Ödülü aldı. Sanatla, özellikle de soyut sanatla uzun zamandır ilgileniyor. Nobel ödüllü Kandel ve sanatsever Kandel güçlerini birleştiriyor.

Kitabın başlığında dile getirdiği iddiası, bilim insanlarının ve sanatçıların ilginç bulduğu ortak bir şeylerin olmasıdır. Bilim genellikle indirgemecilikle çalışır; bir şeyleri parçalarına ayırmak ve bu parçaların nasıl birleştiğini göstermek için bize bakış açısı kazandırır. Kandel’in kendi araştırmasında, nöronların doğru şekilde bağlandıklarında hafıza ve algıyı nasıl mümkün kıldıklarını araştırıyor. Kandel, soyut sanatçıların benzer bir şey yaptıklarına inanıyor; bilim ve sanat “şaşırtıcı bir dereceye kadar ortak metodolojileri paylaşıyor’” Kandel’i büyüleyen sanatçılar, bir ya da birkaç bileşene odaklanarak görsel deneyimin yapısını bozuyor; “Görüntüleri temel öğelerine indirgiyorlar; biçim, çizgi, renk ya da ışık”. Kandel, hedeflerin farklı olduğunu kabul ediyor; bilim insanları dünyayı anlamak istiyor ve sanatçılar yeni algısal ve duygusal tepkileri ortaya çıkarmayı ümit ediyorlar ama yine de Kandel benzetmeyi şaşırtıcı ve önemli görüyor.

Reductionism in Art and Brain Science bir mücevherdir. Kandel kendine güvenen bir yazar, beyin bilimi ve soyut sanat konusunda çok coşkulu. Onun sergisine, beynin ve sanat eserlerinin güzel görüntüleri eşlik ediyor ve iki alana da daha iyi bir giriş yapılamazdı herhalde. Dolayısıyla benzetmeyi görmezden gelmeye çalışmak, Kandel’in bu kitaptaki iki aşkından bahsetmesine izin veren bir anlatı aygıtından daha azını almaktır.

Bu muhtemelen en iyi tepkidir çünkü analoji iyi değil. Sorun şu ki bilim sadece dünyayı parçalara ayırmıyor, bu parçaların bütünü nasıl birleştirdiğini gösterme amacı ile bunu yapıyor. Kandel gibi bir bilim insanı, beynin (aksonlar, dendritler vb.) parçalarını sadece analiz ederek durmaz; daha doğrusu onun amacı, küçük parçaların daha büyük parçalar (nöronlar) oluşturmak için nasıl birleştiğini ve bu büyük parçaların hafızaları depolamak gibi ilginç şeyler yapacak şekilde nasıl kablolandığını göstermektir. Evrimsel biyoloji sadece moleküller ile ilgili değildir; bu moleküllerin bilgiyi depolayan ve aktaran DNA gibi daha büyük yapıları nasıl oluşturdukları ile de ilgilidir. Bilim dünyayı doğrayıp sonra tekrar bir araya getirir. Ve Kandel’in kitabın sonunda kabul ettiği gibi, soyut sanat neredeyse bunu hiç yapmaz; en sevdiği sanatçıların parçaların nasıl bir araya getirileceği konusuna karşı hiçbir ilgisi yoktur. Eğer gerçekten bir benzetme yapmak istiyorsanız, yemek pişirmek muhtemelen en iyisidir. Yemek pişirirken, malzemelerle başlayıp bunları bir araya getirerek  parçaların toplamından daha büyük bir bütün oluşturmak için çalışırsınız. Ya da dili düşünün, seslerin birleştirileceği kelimeler ve kelime öbekleri cümleleri yapar. Bu, yıkım ve sentez sürecinin her türlü arayışta yaygın olduğu ortaya çıkar; yalnız bu gözlemin ne kadar ilginç olduğundan emin değilim.

Kandel’in altyazısı ve iki kültürün köprülenmesi konusundaki referansına ne diyorsunuz? Kandel sıklıkla sanat ve sanatsal deneyimi beyin süreçleri açısından tanımlar. Piet Mondrian’ın bir tartışmasında, Mondrian’ın çalışmalarının düz çizgilerinin bazı nöral hücrelerin ateşlenmesini tetiklediğini söyleyen Semir Zeki’nin sözlerini şöyle onaylıyor: “Görsel korteks fizyolojisi ve sanatçıların yaratıları arasındaki ilişkiye inanmak benim için zor ve bu tamamen tesadüfi.”

Aslında, buna inanmak benim için kolay. Sonuçta Kandel’in çalışmalarında düz çizgiler kullanmayan sanatçıların örnekleriyle doludur ve Kandel’in bu indirgemeci analizi, Mondrian’ın neden eğik çizgilerden kaçındığını açıklamıyor. Görsel korteks hakkında konuşmak yardımcı veya anlayışlı gibi görünmüyor.

Ya da Willem de Kooning ve Gustav Klimt’i düşünün, Kandel onların çalışmaları hakkında saldırganlık ve cinselliği birleştirdiğine dair çok ilginç bir tartışmadan bahsediyor. Ama sonra Kandel, hipotalamusta saldırganlığı ve çiftleşmeyi düzenleyen bir nöron popülasyonunun olduğunu açıklıyor ve şunları söylüyor; “İki popülasyon arasındaki sınırda bulunan nöronların yaklaşık yüzde 20’si çiftleşme ya da saldırganlık sırasında aktif olabiliyor. Bu durum iki davranışı düzenleyen beyin devrelerinin yakından bağlantılı olduğunu ortaya koyuyor.” Muhtemelen okuyucu, cinsellik ve saldırganlığın bağlantılı olduğunun farkındadır. Bunu Darwin ve Freud’dan, primatologlardan, gelişim psikologlarından, kriminologlardan ve feministlerden biliyoruz. Çoğunlukla etrafımızdaki dünyaya dikkat ettiğimiz için bunu biliyoruz. Bu ilişkinin hipokampus nörotomi ile ifade edilmesi gerçeği, bize cinsellik, saldırganlık ya da sanat hakkında yeni bir şey söylemiyor.

Anlatabildiğim kadarıyla, aslında beyin konuşması kitaba hiçbir şey eklemiyor. Kandel şöyle yazıyor; “Mondrian’ın lineer resimlerinin, ana görsel kortekste yer alan orta düzey görsel işlemeyi gerçekleştirmesi muhtemeldir.’’ Ancak Kandel yanlışsa ve resimler ikincil görsel kortekste yer alsaydı önemli olur muydu?  Kandel yazmaya devam ediyor; “Pollock, görsel beynin bir örüntü tanıma aygıtı olduğunu sezgisel olarak kavramış gibi görünüyor.” ama bu Pollock’un deneyimlerimizi kalıplara göre düzenlemeye eğilimli olduğumuzu bilmesinin hoş bir yoludur. Tabii ki sanat algısı, keyfi ve anlayışı beyinde gerçekleşir, başka nerede olabilir ki? Ama en azından soyut sanat için, şüpheci filozof Jerry Fodor hakkında söylenecek bir şeyler vardı ki Fodor şöyle yazmıştı; “Eğer zihin tamamen uzayda oluyorsa, boynun kuzeyinde bir yerdedir. Kuzeye ne kadar uzak olduğunu bilmek neyi harekete geçirir? ”

Fodor bu konuda çok huysuz olabilir. Kandel gibi görsel deneyim ve beyin alanlarını bağlamak yerine nörobilimden bir şeyler öğrenebiliriz, farklı psikolojik ve felsefi teorileri değerlendirmek ve geliştirmek için nörobilim yöntemlerini kullanabiliriz. Örneğin Kandel’in gözlemini ele alalım; “Soyut bir sanat eserine baktığımızda, onu fiziksel dünyadaki yaşam deneyimimizle ilişkilendiririz; gördüğümüz veya bildiğimiz insanlar, içinde bulunduğumuz ortamlar ve karşılaştığımız diğer sanat eserlerinin hatıralarıdır.” Kandel, William James’ın ‘’yeninin muzaffer asimilasyonu’’ sözünü alıntılar ve öneride bulunur; ‘’bunun doğası keyifli çünkü yaratıcılığımızı uyarıyor.”

Bu mantıklı ama eksik. Her türlü şey düşüncelerimizi ve yaratıcılığımızı canlandırır ama bu sanat olamaz, tek başına sanat değildir. Kandel, modern minimalist sanatçıların “izleyiciden gelen yaratıcı tepkileri uyandırmayı” nasıl arzu ettiklerini anlatıyor ama aynı zamanda “her zaman, minimalist resimlere benzeyen basit yüzeylere bakıyoruz; duvarlar, yazı tahtaları, vb.” diyor o zaman fark ne? Robert Rauschenberg tarafından yapılan tamamen beyaz bir tablo neden değerli bir başyapıttır peki arkasındaki beyaz duvar… sadece bir duvar mıdır?

Muhtemelen cevabın Winner’ın keşfettiği şeyle ilgisi var; bu yapıtlardan birinin bir sanatçı tarafından yaratıldığının ve ötekinin yaratılmadığı ile, Rauschenberg’in kim olduğu ve onun neyin peşinde olduğuna dair inançlarımızla ve onun resimlerini oluşturduğu bağlamı takdir etmemizle ilgisi var. Bazı insanların sanatının niçin göz kamaştırdığı ve diğerlerinin kamaştırmadığı hakkında çok az şey biliyoruz. Belki de fMRI gibi yöntemler, anlayışımızı ilerletmeye, duygusal hafızayı ve toplumsal akıl yürütmeyi tetikleyen kesin koşullar hakkında bizi bilgilendirmeye ve insanların soyut sanata bu kadar farklı tepki vermeleri hakkındaki teorileri test etmemize yardımcı olabilir. Felsefe, psikoloji, sanat eleştirisi ve sinirbilimin bir araya gelip, sanat ve zihin arasındaki ilişkiyi araştırması daha yeni yeni başlıyor.

Yazan: Paul Bloom
Çeviren: Meltem Çetinsever
Kaynak: newyorker

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. 


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com