Paylaş

Üniversite için İstanbul’a gelip ailemden ayrı yaşamaya başladığımda yemek yapmayı bilmiyordum ve her kolaycı gibi yemek yapmayı öğrenmektense internetten yemek siparişi vererek açlığımı gidermeye başladım. Beslenmek yerine açlığımı gidermek diyorum, çünkü Jamie Oliver’ın Mcdonald’s’a açtığı dava (1) ile Mcdonald’s’ın et yerine hayvansal yağ hamuru ve amonyak kullandığı da kanıtlandıktan sonra fast-food zincirlerinin sattığı yiyeceklerin gerçek anlamda bir besin değeri taşımadığı gün yüzüne çıktı. Dolayısıyla üniversiteye kadar anne yemeği ile beslenmiş olan vücudum bu yiyeceklerle karşılaştığında devrimsel bir değişim yaşadı. Aslında benim başıma gelen bu değişimin benzeri dünyanın da başına geldi. Son yıllarda hepimiz ucuz, hızlı ve kolay erişilebilir fast-food zincirlerinin, karbonhidrat ve şeker bakımından zengin yeni besin maddelerinin istilasına uğradık. Ve en önemlisi bizden önceki nesillerden farklı olarak beslenmek, doymak ya da yaşamak için değil, keyif almak için yemeye başladık. Elbette ki bu değişimi yaratan bizler, artık bu durumun obezitenin ve diyabetin yaygınlaşması, kalp hastalıklarının artışı gibi sonuçlarıyla başa çıkmaya çalışıyoruz.

Bu sonuçlardan en dikkat çekici olanların başında yeme bağımlılığı geliyor. Peki nedir bu yeme bağımlılığı? Basitçe kişiye keyif veren ya da rahatlama sağlayan bir davranışın kontrolsüzce tekrar etmesine bağımlılık diyoruz. Bu durumun besin maddeleri ile sağlanması ise yeme bağımlılığı olarak adlandırılıyor. Fakat tahmin edersiniz ki her yiyecek türü bağımlılık yaratmıyor. 1950’lerde çikolataya şüphe ile yaklaşan bilim dünyası, artık ‘suçlu’yu buldu; palatable food! (2) Yani yüksek oranda karbonhidrat, yağ ve şeker içeren yiyecekler… Bu yiyeceklerin fiziksel tatmin ve psikolojik rahatlama sağlayarak, uyuştucu maddelere çok benzer bir etki yarattığı birçok araştırma ile kanıtlandı.

Bu araştırmalardan bir tanesi içimize sinmese de hala devam eden hayvan çalışmalarından; şekerli su ile beslenen farelerin birkaç haftanın sonunda yoksunluk yaşadıkları, krize girdikleri ve tolerans geliştirdikleri, yani her seferinde daha fazla şekerli su istedikleri gözlemlendi.(3) ‘Tatlı krizi’ dediğimiz yoğun tatlı isteği sandığımız kadar masum değil, hatta bu çalışmaya göre bir yoksunluk belirtisi olarak tanımlanabilir. 2013’te Amerika’da yapılan bir araştırmada kokain bağımlılarına ‘kokain kullanan birinin videosu’ izletilirken, yeme bağımlılığı tanısı almış kadınlara milkshake fotoğrafı gösterildi ve beyinlerinde amigdala, insula, frontal cortex gibi bölgelerin benzer şekilde reaksiyon verdiği tespit edildi.(4) Eğer şeker vücudumuzda uyuşturucu gibi davranıp bizim de uyuştucu bağımlısı gibi davranmamıza neden oluyorsa şu soruyu sorabiliriz sanıyorum: şeker legal bir uyuşturucu mu?

Kimilerinin spekülasyon diyeceği, diğerlerinin ise zaten bildiği şeker ile ilgili iddiaları bir kenara bırakarak yeme bağımlılığı ile direkt ilişkili başka bir konuya geçelim: emotional eating.(5) Bu terim ‘duygusal açlık‘ olarak Türkçeleştirildi, anlamı ise olumsuz duygulanımı azaltmak için yemek yemek. Duygu düzenleme stratejilerimiz ya da savunma mekanizmalarımız aslında bilinçli ya da bilinçsizce kullandığımız bir duygu süspansiyonu. Yaşadığımız olayların yarattığı duygusal çalkantıların, bizdeki etkisini azaltmak için kullandığımız taktikler diyebiliriz. Fakat bunlar amaca hizmet etmediğinde yeni ‘öz kontrol’ stratejileri doğabiliyor ve bunlar her zaman sağlıklı sonuçlar vermeyebiliyor. İşte duygusal açlık da bu sağlıksız sonuçlardan biri. Sınav dönemlerinde alınan kilolar, sevgiliden ayrılınca yenen çikolatalar, patrona kızıp hırsını çıkarmak için tıkınırcasına yenen fast-food’lar hep duygusal açlıktan. Kendini mutsuz, öfkeli, kaygılı hissettiğinde kolay ulaşılan, hızlı etki eden ve dopamin seviyeni yükseltecek bir yiyeceğe her başvurduğunda yeme bağımlısı olma ihtimalini arttırmış oluyorsun. Kalp, hastalığı, yeme bozukluğu, diyabet ve obezite ihtimalini de arttırmış olduğun gibi…

Amerika’da klinik olmayan popülasyonda yeme bağımlılığı oranı %5-7 aralığında, kendini yeme bağımlısı olarak tanımlayan kişilerin oranı ise %50’leri buluyor.(6,7) Ülkemizde artan obezite oranına bakarsak, önümüzdeki yıllarda bizim de benzer durumlar yaşamamız kaçınılmaz. Günümüz dünya şartlarında şeker ya da fast-food tüketimi ile ilgili bir sınırlandırma getirilmesini beklemek ya da herhangi bir fast-food zincirden ‘Ürünlerimiz sağlıksız!’ gibi bir açıklama yapmasını ummak ahmaklık derecesinde iyimserlik olur. Dolayısıyla beslenme konusunda da iş başa düşüyor. ‘Benim çocuğum hiperaktif’ gibi bir modaya neden olmayalım ama ne yediğimizi ve neden yediğimizi bugünden sorgulamaya başlamak, yarın yaşayabileceğimiz sağlık sorunları ihtimalini azaltabilir.

1. http://www.medicaldaily.com/mcdonalds-use-ammonium-hydroxide-wash-meat-angers-chef-jamie-oliver-theyre-not-only-249387
2. Randolph, T. G. (1956). The descriptive features of food addiction; addictive eating and drinking. Q J Stud Alcohol, 17:2, 198-224.
3. Avena, N. M., Rada, P., Hoebel, B.G. (2008). Evidence for sugar addiction: Behavioral and neurochemical effects of intermittent, excessive sugar intake. Neurosci Biobehav Rev. 32, 20–39.
4. Fortuna, J. L. (2012). The Obesity Epidemic and Food Addiction: Clinical Similarities to Drug Dependence. Journal of Psychoactive Drugs, 44, 56–63.
5. Lu, Q., Tao, F., Hou, F., Zhang, Z., Ren, L. (2016). Emotion regulation, emotional eating and the energy-rich dietary pattern. A population-based study in Chinese adolescents. Appetite, 99, 149-156.
6. Meadows, A., Higgs, S. (2013). I think, therefore I am? Characteristics of a non-clinical population of self-perceived food addicts. Appetite, 71, 482.
7. Hardman, C. A., Rogers, P. J., Dallas, R., Scott, J., Ruddock, H. K., Robinson, E. (2015). “Food addiction is real”. The effects of exposure to this message on self-diagnosed food addiction and eating behavior. Appetite, 91, 179-184.

Yazar: Görkem Emek

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş

Görkem Emek

İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde psikoloji okuduktan sonra Bahçeşehir Üniversitesi'nde klinik psikoloji yüksek lisansını tamamladı. Mesleki deformasyonun sonucu olarak sınırlarını zorlamak hayatının en büyük uğraşı, yazma çabasını da bu yüzden devam ettiriyor. Dinamik terapilerle ilgileniyor, köpeğine aşık. Şu günlerde Türkiye'de bir klinisyen ve bir kadın olarak var olmaya çalışıyor.