Paylaş

Sosyal medya ve yaşam kalitemiz arasında bir bağ var mı? Son on yılda sosyal yaşantılarımız büyük değişimler geçirdi. Sadece yaşam biçimimiz değil, zihnimiz, hatta beynimiz bile bu süreçte büyük oranda etkilendi. Bilgisayar hayatımıza zaten çoktan beridir girmişti. Sosyal medya ve sonrasından gelen akıllı telefonlar her şeyimizi altüst etti. Akşam uyumadan önce ve sabah kalktığımızda sosyal medya için telefonu elimizden bırakmayız. Ama en önemlisi, geçen bunca zaman sonrasında geriye baktığımızda neleri gözden kaçırdığımızı görememizdir.

On yıl önce kaset veya CD alabiliyorduk. Ama bugün kaset veya cd bulmak o kadar zor ki! Bulsak bile kaset veya CD çalar bulmak neredeyse imkansız. İkinci el mağazalarda antika niyetine bulabiliriz belki. Plakçılar çarşısı 8-9 yıl önce depolarında bulunan ve ellerinde kalan tüm kaset ve CD’leri imha etmiş. Çünkü mp3 ve sonrasında YouTube videoları müzik piyasasını bir anda değiştirdi. Spotify ve Fizy ile birlikte kaset ve CD dönemi takipçiler için kapanmış oldu. Ama son dönemde plak başta olmak üzere kaset ve CD’ye büyük bir dönüş olduğu söyleniyor. Ben de bu dönüşü yaşayanlardan biri olarak mutluyum.

Evet, geçen yıl biraz da eskilere gitmek için kaset ve CD durumlarını araştırdım. Zaman kavramının zihnimde nasıl da farklı bir form aldığını gördüm. Ve bunların nedeninin de sosyal medya olduğunu biliyorum. Sadece zaman kavramımız değişmedi, bilim insanlarına göre beynimiz de etkilendi. Hatta tembelleşti. En önemlisi hissedemeyen bir zihinsel yapıya büründük. Sanal bir oyunun kurbanı olduk. Doğadan uzaklaşıp sanal gerçekliğin içinde kendimizi tükettik. Tarihin sonu dedikleri şeyi yaşadık. Beynimiz tembelleşirken, zihnimiz hissizleşti. Sosyal medyada birbirimize bir şeyler söylüyor, bir şeyler gösteriyoruz ve bu durum yaşantımızı oldukça değiştiriyor hatta yönetmeye başlıyor. Yüksek takipçisi olan kullanıcılar da bizleri daha da çok yazmaya/paylaşmaya itiyor. Sosyal medya fenomeni olmak isteyen milyonlarca insan var. Aynı zamanda milyonlarcası da sosyal medyanın zincirlerinden kurtulmak istiyor. Ama bu zehir herkesi etkiledi ve geri dönüşü olmayan bir yola girmiş gibiyiz.

Tatile çıkıyoruz, doğa yürüyüşleri yapıyoruz; ama bunların tadını yeterince çıkaramıyoruz. Hissetmeden sanal gerçeklik boyutlarında geziniyor gibiyiz. Bir rüyaya dönüşüyor her şey. Telefonumuz açık, sosyal medya iletişim kanalları, Whatsapp derken her şeyimizi herkese açık hale getiriyoruz. Dileyen, istediği gibi ulaşabiliyor bize. Zihnimiz veya beynimiz her türlü iletişim kanallarının açık olduğu bir konumda. Zihnimiz gösterenlerin bombardımanı altında hedef tahtasında duruyor. Narsisizmden besleniyor tüm bunlar. İkili ilişki içinde yaşıyoruz. Ben ve aynadaki/telefondaki. Anne karnında olduğumuz gibi “mutlu”yuz. Ama aslında mutsuzluk denizine doğru yol almaktayız. Kademeli olarak süreç içerisinde harcayacağımız narsisizmimizi kısa zamanda ve topluca tüketiyoruz.

Sosyal medya platformları “takipçimiz kadar değerli olduğunuz” fikrine de götürebilir. Ama milyarlarca insan içinde belki bir milyonda birkaç kişi kişi fenomen olabiliyor. Yeteneğini sosyal medyada sergileyenlerin ve bunu bir oyuna dönüştürenlerin büyük bir bölümü bu işe ciddi zaman ve para ayırıyor. Elbetteki takipçi sayıları yüksek olduğu için de mutlular. Çünkü aynı zamanda para da kazanıyorlar. Ama milyarlarca insan sosyal medya havuzunda diğerlerinin paylaşımları arasında mutsuz yaşıyor. Hatta mutsuz olan mutsuzluğunu gizlemek için daha çok şey paylaşıyor. Sonra bir anda kayboluyor. Çünkü ruhsal sağlığı bozuluyor. Çünkü zihnini ve beynini hedef tahtasına koymuş milyarlarca gösterene açık hale getirmiş ve bu gösterenlerin olmadığı bir yaşama kavuşmak istiyor.

Şunu diyebilirsiniz: “Sosyal medyadan çok şey öğreniyorum ve yararlı olduğunu biliyorum.” Eğer sosyal medya sizi yönetiyorsa bunu doğru bulmuyorum. Akşam uyuyunca ve sabah kalkınca telefonunuz elinizden düşmüyorsa ve saatlerce telefon başında zaman tüketiyorsanız ipimiz sosyal medyanın elinde demektir. Doğayı unutmadan, kitabın kokusunu duyumsayarak ve insanın yüz yüze olan etkileşimine değer verirsek yaşamın akıp giden dünyasına bir nebze de olsa dur diyebilir ve sanal geçekliğin içinden çıkabiliriz.

Yazar: Olcay Yılmaz


Paylaş

Olcay Yılmaz

Anadolu Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunudur. 2007 yılından beri Düşünbil Dergisi'ni çıkartmaya devam etmektedir. 2012-20018 yılları arasında Libido Dergisi ve GodFather Dergisi'ni çıkarttı. 2012-2013'te “Evrim Sergisi”ni düzenledi. Son 10 yılda 100’e yakın sempozyum, seminer, konferans panel ve kamp organize etti. Lacanyen psikanaliz konusunda çalışmalar yürütmektedir. Fenomenoloji, topoloji, zihin, dilbilim, göstergebilim ve mizah gibi alanlara ilgi duymaktadır.