Paylaş

Dino Buzzati’nin 1940’ta yazdığı bu roman Le Desert des Tartares adıyla Fransa’da yayımlandıktan sonra dünya çapında ünlü olmuş ve yirmi dile çevrilmiş bir “sorgulama” romanıdır. Kitap, Harp Akademisi’ni yeni bitiren Giovanni Drogo’nun hayatının büyük bir dönemecini anlatıyor. Tatar Çölü sınırında tayin olduğu Bastiani Kalesi’ne varınca düşmanla yüz yüze çarpışacağını ve yaşamına şerefle dolu sayfalar ekleyeceğini düşlemektedir. Ancak Bastiani Kalesi’nin sınırındaki Tatar Çölü’nden  ise hiçbir zaman düşman gelmemiştir.

Buzatti’nin bu kitapta ki ana sorusu;  acaba çölün ardında bir şey var mıdır? Giovanni Drogo kendi yaşamından çıkınca büyük bir müphemliğe düşeceğini ve bu bilinmezliğin heyacanını düşlemektedir. Ancak kalenin katı disiplin kuralları onu ilk günden geri dönüşe zorlamıştır. Ancak dört ay kalmaya razı olunca rasyonelitenin ve katılığın heyecansız o tekdüze yaşamı yavaş yavaş onu ele geçirmeye başlamıştır. Hayatında hiçbir müphemliğe yer kalmadığından büyük bir boşluğa düşmüştür. Bu boşluk, insanın geleneksel değerlerden çıkıp modernliğin katı disiplin kurallarına geçişinde yaşadığı bunalımı temsil eder.

Alışkanlıkların küflü sığınağından kaçamıyor ve ölünceye kadar orada kapalı kalıyor Drogo. Modernizmin hesaplanabilirliği ve rasyonelitesi aynı zamanda kendi temellerine dinamit döşemiş oluyor. Güvenli sığınaklar ve alışkanlıklarla örülü surlar ve olabildiğine akışkan bir yaşamın ayrımı ise tam olarak burada ortaya çıkıyor. Alışkanlıklar için aykırı her şey birer yabancıdır. Yabancılar ise modernizm için her zaman bir tehlikedir.

Bauman’a göre yabancılar birçok nedenden dolayı kaygı yaratırlar: “Onlar aslında yeni gelenlerdir; bizim hayat tarzımız için yenidirler, bizim usullerimizi ve araçlarımızı bilmezler”.  Bu yüzden bizim için normal ve doğal olan, bizim hayat tarzımızdan “doğmuş” olan ne varsa onlar için tuhaf, bazen de şaşırtıcıdır. Modernitenin rasyonalitesi içinde ise böyle bir aykırı “öteki” tehlike yaratmaktadır (Bauman, 2017).

“Kuzeydekiler”, “Tatarlar” “onlar”dır, “ötekiler”dir. Hep gelmeleri beklenen düşmandır onlar, ama bir türlü gelmezler. Gerçeği ve canlılığı istemekten korkan insanın hâlidir. “Kuzeydekiler” yani “Tatarlar” dış dünyadır, dış dünyadan gelecek tehlikedir. Hiçbir zaman gelemeyecek olan bu korku (Tatarlar) sonunda ölüm korkusuna dönüşür.

Tüm toplumlar yabancılar yaratmaktadırlar. Yabancı, dışarıya çıkan veya dışarıdan gelen herkestir. Onlar ne yakın ne de uzaktırlar. Ne “bizim” bir parçamızdırlar ne de biz “onların” bir parçası. Ne düşman ne de dostturlar. Bu sebeplerden ötürü toplumlar “yabancı” olarak nitelediği kesime karşı nasıl davranacağı konusunda şaşkındırlar. Birbirini tanımadıklarından dolayı ne tür beklentilerin ve davranışların daha uygun olacağı konusunda kaygılara düşerler.

Ülkeyi yönetenler için he zaman bir çözümdü düşman yaratmak. Çünkü bir düşman yaratacak ve halkı bu düşmandan yalnızca kendisi kurtaracaktı (Buaman, 2013). Bauman “onların” yaratılması ile “biz”in oluştuğundan bahsetmektedir. “Biz” postmodern bir dünyada ulus, din ve cemaatler ile sağlanamayacak kadar akışkan olduğundan bahseden Bauman, yeni “ötekilerin yaratıldığını söylemektedir. Kalenin kale olmasını sağlayan ise yıllarca gelmeyen Tatarlar idi.

Şan, şeref peşinde koşan Drogo ve diğer kale askerleri için barbarlarla savaş onun kahramanlık umutlarının gerçekleşmesi anlamına geliyordu.  Ancak düşman yoktu işte.  Ama Drogo yine de umudunu kaybetmez. Tatar Çölü’nden Tatarlar gelecek ve o da sıradanlığından sıyrılıp kahramanlıklarıyla kendini gösterecektir. O, sıradan bir yaşama mahkûm olamaz. Mutlaka farklı bir şeyler olacaktır.

İnsan yolun sonuna geldiğinde “beklemeye değmiş” diyebilmelidir. Ama bir türlü düşman gelmez. Tıpkı modern zaman insanı gibi sıradan hayatında ötekiler ile düşman yaratarak sıyrılmaktadır kahramanımızAncak “ötekiler” bizi sıradanlığımızdan çekip alabilmektedir. Biz ve ötekilerin çizgisinin bulanıklaştığı postmodern süreçte ötekileri ve bizi kavramak için olanlara biraz daha uzaktan bakmamız gerekmektedir. Neruda’nın bir şiiri ile yazıyı bitirmek istiyorum.

Yavaş Yavaş Ölürler

Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile
girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
görmek istemekten kaçınanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına
çıkmamış olanlar .

Kaynakça:
BAUMAN, Z. (2017). Akışkan Modernite. İstanbul: Can Yayınları.
BAUMAN, Z. (2013). Postmodernizm Ve Hoşnutsuzlukları. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Yazar: Ali Eren Demir

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. 


Paylaş