Princeton Üniversitesi’nde akademisyen olan Moulie Vidas ile Musevilikte fanilik ve hayatı kucaklamak üzerine yapılan bir sohbet.
Bu röportaj, çeşitli dinlere mensup din âlimleri ve bir ateist ile ölüm üzerine yapılan röportajlar serisinin ikincisidir. Bu seri fikri ve bu röportajların içeriği pandemiden kısa bir süre önce oluşmuştur. Yine de tüm bunlar krizlerin ortasında daha derin ve kaçınılmaz bir anlam kazandı. Burada tartışılan ana fikirler inançlı olsun ya da olmasın her yerden insanın boğuştuğu fikirlerdir.
Bu ayın sohbeti, Princeton Üniversitesi’nde din ve Yahudi çalışmaları alanında doçent olan Moulie Vidas ile yapılmıştır. Kitapları arasında Tradition and the Formation of the Talmud, makale derlemeleri ve Catherine Chin ile beraber yayına hazırladığı Late Ancient Knowing Explorations in Intellectual History yer almaktadır. -George Yancy
George Yancy: Bu yaşayan tarihsel dini geleneği daha derinlemesine anlayabilmek için Yahudilik dâhilindeki bazı önemli inançlarla yakından ilgilenme olanağını yakaladığıma çok memnunum. Hristiyanlık, İslam ve Yahudilik arasında bazı benzerlikler olduğunun farkındayım ancak Yahudiliğin hangi yönlerden diğer ikisinden ayrıldığını söyleyebilirsiniz?
Moulie Vidas: Genel konuşacak olursam, Yahudilik usulünün büyük kısmını Hristiyanlık ve İslam’dan ayıran iki özellik olduğunu söyleyebilirim. Öncelikle, Hristiyanlık ve İslam kendilerini evrensel dinler olarak görürken Yahudilik genellikle belli bir grup insanın dini olarak görülür: Yahudilerin. Bu, Yahudilik genel olarak insanlıkla ilgilenmiyor demek değil tabii ki ancak yönelimi farklı.
İkinci olarak, Hristiyanlık ve İslam’a nazaran Yahudilik inançtan çok uygulama üzerinde duruyor. Şüphesiz, (pek çok düşünürün de yaptığı gibi) temel Yahudi “öğretileri” formüle edilebilir fakat klasik Yahudi edebiyatının böylesi bir formülleştirmeden uzak olması da tesadüf değildir. Çoğu Yahudi hareketi Tanrı hakkında neye inandığınızla değil geleneğin hayatınızı nasıl etkilediğiyle; nasıl dua ettiğiniz ve bayramları nasıl kutladığınız, aileniz ve ticari işlerinizde nasıl davrandığınız ya da ne yediğiniz gibi şeylerle ilgilenir.
Yancy: Yahudiliğin temel kısımlarından biri de Yahudilerin Tanrı ve kulları arasında anlaşma ve bağlılık görevi gören bir tür sözleşmeye sahip olmalarıdır. Peki bu sözleşmede Yahudilerin ölüme nasıl yaklaşacağına dair bir şey belirtilmiş mi? Ya da bu sözleşmede ahiret hayatına dair bir söz verilmiş mi?
Vidas: Yahudi İncili’nden elde ettiğimiz bilgiye göre bu sözleşme ölüm ile değil yaşam ile ilgili. Ona uyanlara ahiret hayatı yerine uzun ve müreffeh bir hayat sözü verilmiştir (örneğin Tesniye 6/2’de emirlere uyun ki “günleriniz uzun olsun” deniyor). Aslına bakılırsa, Yahudi İncili ne cehennemden ne de cennetten bahseder. Bunlar yerine ölümden sonra hayatlarında nasıl davrandıklarına bakılmaksızın herkesin gittiği karanlık bir yeraltı dünyası olan şeol söz konusudur. Ayrıca Yahudi İncili’nde gelecekte ölülerin topluca dirilişinden açık bir şekilde bahsedilen tek bir bölüm vardır. (Daniel 12)
Sözleşmenin İncil’e dair göstergelerindeki “bu dünya” vurgusunun aksine, hahamlara ait en eski metinlerde bir başka dünyadan çokça bahsedildiğini zaten biliyorduk. Hahamlar genellikle, bir kişinin ölümünden sonra doğrudan gittiği bir ahiret hayatını değil, kıyamet günü ölülerin dirilişinden sonraki ahiret hayatını kastetmişlerdir. Aynı zamanda, İkinci Mabet (1) döneminden itibaren ölümden hemen sonra farklı ruhların farklı kaderlere sahip olduğu fikrinin gelişmiş olduğunu görüyoruz. Erdemliler cennette ödüllendirilir, ahlaksızlar cehennemde cezalandırılır. Doğrudan ve ahiret bilimsel olan (kıyamet günü versiyonu) bu iki tür ahiret hayatı arasındaki ayrımlar genellikle belirsizdir ve bu unsurların hayal edilme şekilleri farklı Yahudi metinleri ve yazarları arasında çeşitlilik göstermektedir.
Yancy: Çok enteresan. Özellikle de ölüm yerine hayata vurgu yapılan nokta. Yahudiliğin hayata daha çok vurgu yapmasının sebebi için görevin şu an burada itaatkâr, iyi ve düzgün hayatlar yaşamak olması gerektiği söylenebilir mi?
Vidas: Bence bu, Yahudi geleneklerinin büyük kısmı için yapılmış adil ve haklı bir tanımlama, zira onun entelektüel ve ruhani enerjisi belli bir tür hayatı şekillendirmeyi amaçlıyor. Elbette tam tersi eğilimlere de rastlayabilirsiniz. Örneğin Hahamlara ait en eski metin olan Mişnah (M.S. Üçüncü yüzyıl) Haham Jacob’ın dünyamızın gelecek dünyadaki ahiret hayatına bir geçit olduğu ilkesini yazar. Yahudi tarihinde fedakârlık veya şehitliğin Tanrı sevgisinin en üst düzey göstergesi olduğu dönemler bulunmakta. Özellikle bazı mistik kabala (2) kitaplarında bu hayatı aşarak Tanrı’ya yaklaşılacağını ileri süren güçlü bir model vardır. Bazen bu kitaplar bunu uygulayan kişiyi kendi ölümünü tetikleyen, ruhunun bedeninden hâlihazırda ayrıldığını hayal ettiği bir meditasyona davet eder.
İshak’ın bağlanması hikâyesinin farklı İbranice tercümeleri, hayata yapılan vurgu ve ölüm tarafından sunulan ruhani imkânlar arasındaki silsileyi yansıtıyor. İncil’e göre Tanrı İbrahim’den oğlu İshak’ı kurban etmesini ister ancak o kurban etmeden hemen önce Tanrı’nın bir meleği araya girip İbrahim’e oğlu yerine bir koç kurban etmesini söyler. Pek çok Yahudi bu hikâyede tam olarak Yahudilerin yaşam kutsamasını görür: Yaşamın fedası, Yahudi değerlerine zıttır. Bu hikâyeye dair farklı Yahudi anlayışları da mevcut. Örneğin Tanrı uğruna ölecek müstakbel şehitler için bir rol model teşkil eden İshak’ı gönüllü bir kurban olarak yorumlayan tercümeler veyahut İbrahim’in oğlunu öldürmeye istekli olduğu temsiller ile İbrahim’in aslında sonradan Tanrı’nın dirilteceği İshak’ı öldürdüğünü söyleyen tefsirler de bulduk.
Yancy: Şeol hakkında daha fazla bilgi verir misiniz? Anladığım kadarıyla onun hakkında da farklı yorumlar var. Orası bir mekân mı? Yahudiler ve Yahudi olmayanlar olarak hepimiz böyle bir mekâna mı gitmekteyiz?
Vidas: Yahudi İncilinde şeol dünyanın altında konumlanmış, eylemleri ve etnik kökeni fark etmeksizin tüm ölülerin gideceği yeraltı dünyasıdır. Lakin M.Ö. üçüncü yüzyıl tarihli kaynaklardan başlayarak ölümden sonra erdemli olanların ruhu ile günahkâr olanların ruhunun farklı kaderlere sahip olduğu fikrini buluyoruz. Günahkâr ruhların gittiği yerin genel ismi gehenom ancak Yahudiler bir noktada İncil’deki “şeol” kelimesinin gehenom’a işaret ettiği anlayışını kabul etmeye başladılar. Burası, Hristiyan cehenneminin Yahudi eşdeğeridir. Ancak Yahudilikteki baskın görüş cehennemdeki cezaların geçici olduğu ve en fazla 12 ay sürdüğü yönünde. Günahkârlar cehennemde günahlarının cezasını çektiklerinde cennete geçebilirler.
Öte yandan hiç değilse dört suçun cehennemdeki cezasının sonsuz olduğu yönünde bir dizi başka görüş daha var ancak geleneksel Yahudilikte cezanın en üst noktası böyle sonsuz bir eziyet değil, herhangi bir ahiret hayatı olmaksızın beden ve ruhun tamamen ortadan kaldırılmasıdır.
Sorunuzun ikinci kısmına cevaben, hahamlara ait en eski edebiyat eserlerinde Yahudiler gibi Yahudi olmayanların da eylemlerine göre yargılandıklarına rastladık. Cezalandırılabildikleri gibi kurtarılabiliyorlar da. Doğrusu, daha sonraki pek çok metin de Yahudi olmayanların cezasını bu tanıma göre varsaymıştır. Baskın fikrin yanı sıra, İncil dâhilindeki peygamberlerden başlayarak Yahudi olmayanların da Yahudiler ile aynı Tanrıya uyumlu bir varoluş içerisinde ibadet edeceği fikri peyda olmuştur.
Yancy: Bu dünyaya dair vurgusu dışında Yahudiliğe göre ölümde bedenden ayrılan bir ruh kavramı var mı?
Vidas: Evet, bu çoğu Yahudi koluna nüfuz etmiş önemli bir fikirdir. En eski göstergesi Vaiz 12/7’de yer alan “bir zamanlar olduğu toprağa dönen toz ve onu veren Tanrıya dönen ruh” sözleridir. Ortaçağa ait çoğu Yahudi metninde, Yunan felsefesinden ve Hristiyanlıktan bildiğimiz “beden-ruh” ikiliği ile ilgili olarak insanın ayrılabilir iki özden oluştuğu söylenir. Bu iki unsuru bir uyuşmazlık içinde ruhu saf, ahlaki bileşen; bedeni ise dünyevi bir makam ve günahkâr arzular olarak sunan Yahudi metinleri de bulunmakta. Ancak Yahudi İncili’ndeki çoğu metin beden ile ruh arasında ayırım bile yapmıyor.
12. Yüzyıl filozofu ve Yahudi geleneğinin en büyük düşünürlerinden biri olan Musa İbn Meymûn (Maimonides) detaylı bir görüş sunmuştur. Bedensel diriliş, yazılarında o kadar küçük bir rol oynamıştır ki diğer Yahudiler, kendisini yazdıklarına inanmamakla suçlamıştır. Karşılık olarak Meymûn, dirilişe olan inancını doğruladığı Treatise on Resurrection isimli bir kitap yazar. Ancak Meymûn gibi entelektüel bir filozof için bedensel diriliş asla varoluşun doruk noktası olamazdı. Bu nedenle (muhtemelen saçma bir şekilde, geleneksel bir bakış açısıyla) bunun yalnızca bir geçiş evresi olduğunu varsaymıştır. Bu görüşe göre diriltilmiş insanlar ölecek ve sonrasında kurtuluşun nihai hedefine, insanın entelektüel mükemmelliğinin tinsel bir varlığına ulaşacaklardır.
Yancy: Hristiyanlar ölen sevdiklerini ölümden sonra görecekleri inancıyla avunurlar. Yahudiliğin de sevdiği yakınları ölen kişilere, yeniden birleşme anlatısıyla teselli verdiği yollar var mı?
Vidas: Yahudi İncili ölümü çoğunlukla kişinin ailesiyle ya da insanlarla birleşmesi olarak tarif eder. Söylendiği kadarıyla, İbrahim “yaşını başını almışken öldü… Ve ailesine kavuştu” (Yaratılış 25/8). Tanrı Musa’ya ölümünden bahsederken Musa’nın “atalarının yanında yattığı” söylenmişti (Tesniye 31/16). Çoğu din âlimi bu ifadelerin aile üyelerinin aile mezarına beraber gömüldüğü antik bir uygulamayı yansıttığı konusunda hemfikir olmuştur. Bu ayrıca İncil döneminde de ahiret hayatında bir kişinin ailesine katıldığı fikrinin var olduğunun göstergesi olabilir. Kuşkusuz günümüzde bu ifadeler çoğu Yahudi tarafından şöyle yorumlanıyor: Ölmek, kişinin sevdiklerine kavuşmasıdır.
Yancy: Yahudilikte çok önemli yas tutma uygulamaları olduğunu fark ettim. Bu uygulamaların ölüm gerçeğimizle nasıl bir ilişkisi var? Yas tutmak çok derin bir keder hissi veriyor. Bu uygulamalar ne yönden hem yaşayan hem de ölen açısından önem taşıyor?
Vidas: Ölümden sonraki yedi günlük dönem olan şiva (3) bahsettiğiniz uygulamaların en çok bilinenidir. Yaslı kişilerin uyduğu bazı kısıtlamalarla nitelenmiş bir dönemdir. Evde oturup çalışmaz, yıkanmak ve tıraş olmak gibi kişisel bakımlarına dair eylemlerle uğraşamazlar. Ancak bu kısıtlamalara toplumdan çekilme de dâhil olursa şiva, misafirlerin yas tutanların evine gidip onları teselli etmeleri Tanrının bir emri olduğu için aynı zamanda bir topluluk dönemi hâlini de alır.
En bilindik ve gizemli Yahudi yas geleneklerinden biri de Kadiş’in (4) ezberden okunmasıdır. Bu, Tanrı’nın ismini kutsamak ve kefareti hızlandırmak için okunan bir duadır. Ölüm ya da yastan hiç bahsetmez, eski tarihine bakıldığında ölümle alakası olmayan farklı ayin bağlamlarında görülmektedir. Buna rağmen çoğu Yahudi için özellikle de kişisel düzeyde yas tutmakla en çok bağdaştırılan metindir. Yakın akrabaları ölen itaatkâr Yahudiler bunu 11 ay boyunca her gün ezberden okurlar.
Yancy: Çoğumuz öleceğimiz gerçeğinden korkuyoruz. Yahudilik bizi ölümümüzü kabullenme konusunda nasıl cesaretlendirebilir?
Vidas: Bu korkuyla başa çıkmak adına Yahudilikte birbirine zıt bakış açıları mevcut ancak bence Yahudi geleneği ve genel olarak bu soru hakkında söylenebilecek bir şeyler var. Bu gelenek, kendisine uyan kişilere (ahiret hayatına, Tanrı’ya ya da dirilişe inanmasalar bile) bireysel, özel hayatlarının uzun ve müşterek bir hikâyenin, anlamlı bir öykünün bir parçası olduğuna dair güçlü ve anlık bir his sunar. Son olarak; modern Yahudi düşüncesinin en büyük çalışmalarından biri olan Franz Rosenzweig’ın (ilk kez 1921’de Almanya’da yayımlanan) Star of Redemption kitabında geçen ölüm korkusu konusundaki daha özel ve belirgin mücadeleden de bahsedeyim. Bu kitap ölüm korkusu ve felsefenin (özellikle modern Alman felsefesinin) kınanması üzerine yapılan bir tartışmayla başlıyor. Rosenzweig, felsefenin “zehirli iğnesini ölümden uzaklaştırmaya” çalıştığını iddia ediyor. Filozoflar, belirli, bireysel insanların bakış açılarını mutlak nesnesel bir bakış açısıyla değiştirerek fani insanın maddi dünyanın ötesinde de var olabileceğini iddia ederler ve bu şekilde ölümle yüzleşmekten kaçarlar. Rosenzweig bunun yerine; belirli, bireysel ve fani yaşamı kucaklamamızı sağlayacağını söyleyerek ölümlü olduğumuzun tümüyle farkına varmamızı öneriyor.
Dipnotlar
(1) M.Ö. 515’ten, Romalılar tarafından yıkıldığı M.S. 70 yılına dek Kudüs’teki İkinci Mabet, Yahudi milletinin dini ve kültürel hayatı için büyük önem arz etmiştir. (ç.n.)
(2) Kabala, Tevrat inmeden çok daha önceleri Yahudi ruhban sınıfının geliştirdiği bir öğretidir. Büyü ve şeytani güçlerle bağlantı sanatıdır. (ç.n.)
(3) İbranice “yedi” anlamına gelen şiva, Yahudilikte birinci dereceden akrabalar için tutulan bir haftalık yas dönemidir. (ç.n.)
(4) En önemli, en yüce duadır. Aramicedir. Bu dua söylenirken Kudüs’e dönülür. Yas sırasında söylenen Kadiş duası iki nedenden ötürü okunur. Birinci nedeni, kişi yakını öldüğünde isyan içindedir. Tanrı’ya isyan eder. Bu duayı okurken de Tanrı’nın adaletine sığınır. Her ne kadar isyan etse de onun doğru yaptığına olan inancını ifade eder. İkinci nedeni de ölen kişinin ruhu, Tanrı’ya hesap verdiği süre boyunca, Kadiş duasıyla yüceltilir. (ç.n.)
©® Düşünbil (2021)
Yazar: George Yancy
Çeviren: Feyza Nur Okut
Çeviri Editörü: Onur Demir
Kaynak: nytimes.com