• 18 Ocak 2021
  • Düşünbil Portal
  • 0
Paylaş

Michael Bentley, Jonathan Israel’in Başarısız Aydınlanma (1) kitabını inceliyor.

Ve dördüncü kısım… Jonathan Israel’in Aydınlanma tarihini yeniden yazma girişiminin ilk üç kısmı neredeyse 3000 sayfaya ulaştı. Şimdi ise elimizde etkileyici, yoğun, tezini tüm gücüyle savunan binlerce sayfalık başka bir asabi kesinlikler bütünü duruyor. Balta girmemiş ormanların ortasında oturup ağlamak hiçbir zaman Profesör Israel’e cazip gelmemiştir zaten. Yazarımız, ağzına bir parmak bal çalınmadan çekirge sürüleriyle uğraşmaktan sıkıldığı için olsa gerek, tarih yazımındaki anlaşmazlıkların ortasına bodoslama dalıp palasıyla döne döne alanda kendine yer açmaya – hatta epey geniş bir yer açmaya – devam ediyor.

Kendisi oldukça yetenekli bir adam. Ancak yirmi beş yıl boyunca 4000 sayfa esasen aynı şeyi söylemek, kararlılıkla beslenen bir deha gerektirir. Tüm bu sayfaların sıkı bir özetinden çıkarılacak tek şey, kendisinin başından beri haklı olduğudur.

Bilginimiz (2), 923. sayfaya geldiğinde kendisine (tekrar) neden “Radikal Aydınlanma Tezi”nin (yine) savunulması gerektiği (bir kez daha) söylenecektir. (3) Karşınızda, şimdiye kadar bu gizemlerden kaçınmış olanlar için bir çeşit başlangıç ​​kılavuzu…

Jonathan Israel bir değil, iki Aydınlanma’dan bahsetmemiz gerektiğine inanır. Bunlardan biri okuyucularımıza tanıdık gelecektir: İskoçların yardımıyla gerçekleşen Fransız Aydınlanması. 1730’lar ve 40’larda başlayan bu dönemin ünlü isimlerinden birkaçı Montesquieu, Voltaire ve Rousseau şeklinde sıralanabilir. Bu dönem, Robespierre isimli canavarın gelişi ve Napolyon’un yükselişiyle birlikte yaşanan Fransız Devrimi dediğimiz felaketle sonlanır. Bu, Israel’in üstüne basa basa söylediği “Ilımlı Aydınlanma”dır ve gerici aristokrasi ve suç ortağı kiliseden kopma konusundaki isteksizliği ile kendini belli eder.

Profesör Israel’in halkın huzuruna sunduğu bir başka aydınlanma daha mevcuttur. Bu Aydınlanma, çok daha erken başlamış ve diğeri bittikten sonra bile devam etmiştir. Fransa’da değil, bugün bizim Hollanda diye addettiğimiz yerde başlamıştı ve bu dönemin kurucuları, Yahudi peygamberlerinin monizmi ve ateizmiyle alevlenmiş bir Spinoza Çemberi’nde birleşmişti. İsimlerini görece pek az duyduğumuz yahut hiç duymadığımız d’Holbach, Condorcet, Raynal ve Destutt de Tracy bir tür “akım”, “yaklaşım”, bir çeşit “eğilim” yarattı. Ancak onlar, sahte Aydınlanma’nın aksine; ılımlı olmayı, çekimserliği ve kafa karışıklığını bir kenara bırakıp gerçeğin olasılığını ileriye taşıdılar. Bunlar, Jonathan Israel’in ısrarla “Radikal Aydınlanma” olarak adlandırdığı, din ve hurafeye şiddetle karşı çıkan ve temsili demokrasiye sadık kalan değerleri savundular.

Bu iki akımın bir arada var olması gerekir. Biri gözler önünde akışına devam ederken diğeri genellikle rakiplerinin baskısından ötürü saman altından yürümeli. Hangisinin Jonathan Israel için daha önemli ve kayda değer olduğunu tahmin etmenin bir anlamı yok. Princeton’daki penceresinden dışarıyı izleyen yazarımız, yalnızca Amerikan ve Fransız Devrimleri’nin ihanete uğramış ve kirlenmiş vaatleriyle Trumpçı bir Amerika görmekte. Keşke insanlar Spinoza’ya kulak verseydi. Olması gereken şey Radikal Aydınlanma iken elimize geçen kokuşmuş ödünleriyle Ilımlı Aydınlanma’nın başarısızlığıdır. İlerleme, adalet ve sosyal eşitlik bozguna uğratılmış, demokrasi yüz üstü bırakılmıştır. Daha da kötüsü, bunun Profesör Israel’in gözünde tam bir fiyasko olmasıdır.

Bu iç karartıcı sonuca rağmen Jonathan Israel, Aydınlanma ile ilgili fikirlerimize bazı çarpıcı ve kayda değer bakış açıları kazandırmıştır. Birincisi ve belki de en önemlisi, Batılı entelektüel tarihçiliğin başka yerlerinde olduğu gibi burada da acilen gerekli bir görevi yerine getirmiş; literatürdeki İngiliz baskınlığını azaltmıştır. Jonathan Israel, daha önceki çalışmalarında gördüğümüz Hollandaca ve Almanca dillerinin yanı sıra, orijinalinden alıntı yaptığı Latince, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve İskandinav dillerinde de yetkin bir dilbilimcidir.

İkinci olarak Jonathan Israel, tartışmanın hem zamansal hem de uzamsal çerçevesini alt üst etmiştir. Aydınlanma düşüncelerini, 17. Yüzyılın sonlarından başlatma ısrarı ve 1840’lara kadar uzatmadaki daha az başarılı kararlılığı, anlatıyı zorlayıcı şekillerde genişletir. Benzer şekilde, çoğu zaman yalnızca “Avrupai” bir gözle değerlendirilen Amerikan Devrimi’ni ve Güney Amerika’nın bağımsızlaşmasını, Aydınlanma’nın özelliklerine yormaktaki arzusu her zaman ikna edici olmasa da taze bir bakış açısı getirir.

Bununla birlikte, konuyla ilgili pek çok akademisyenin ayrık ve tutarlı bir “Radikal Aydınlanma” projesini tamamen reddettiğini belirtmek gerekir. Şimdi bu kişiler, Jonathan Israel’in “Olumsuz Eleştiri” (4) diye adlandırdığı şeyin savunucuları olarak karşımızda. Neye karşı olumsuz oldukları ise değişkenlik gösterir. Kimi zaman dikkatler ölçülülük meselesine döner. Sonuçları bakımından bu iki “akımı” uzaktan yakından birbiriyle karşılaştırmak ne kadar mantıklıdır? Belki de geniş Rhône’u, Fransız kırsalında fark edilmeden dolanan o yan derelerden biriyle kıyaslıyoruzdur. Bunlara “akım” demenin bile ne kadar doğru olduğu tartışılır.

Radikalizm ve ılımlılık, bir takım tartışmalı ve katı ideolojiler olmaktan ziyade yalnızca bir inanç yelpazesindeki farklı noktalar olarak görülmek istenebilir. Bir de Jonathan Israel’in tekrar tekrar öne sürdüğü şu görüş var: Entelektüel “öncüler”, daha geniş siyasi ve sosyal gelişmelere sebep olan merkezi unsurları temsil eder. Ve özellikle 18. yüzyıl ayaklanmasını da “radikal aydınlatıcılardan oluşan bir seçkinler” grubu yönetir. Bu tip bir kendini övme halinin, Graham Wallas’ın “entelektüel safsata” hakkındaki gözlemlerini akla getirip getirmeyeceğini merak etmemek elde değil. Buna göre entelektüeller, kendilerinin önemli oldukları konusunda ve normalde muhafazakâr ile öngörüsüz arasında bir yerde duran siyasi algılarının keskinlik açısından son nokta olarak kabul edilmesi gerektiğinde hemfikir.

Yoksa “Radikal Aydınlanma” tartışması, hayal gücü kıtlığından ziyade, beklentilere dair bir kusurdan mı kaynaklanmakta? Çoğu zaman çağdaşlarını deli yerine koyan bu talepler dizisinin 18. yüzyıldakiler gibi her kültürel kısıtlama karşısında direnip direnmeyeceğini sormak mantıksız değil. Hele ki “Radikal Aydınlanma” fikrini savunan isimler, “ılımlılığa” mahkûm olan ünlü şahsiyetlerle birlikte kolay kolay anılamazken …

Bu sayfalarda acı çekmelerine rağmen hâlâ küçümsenmeden el üstünde tutulan Voltaire ve Rousseau’ya kıyasla ne D’Holbach ne de Destutt de Tracy bu kadar belirgin bir şekilde öne çıkarılmadıysa, birilerinin bir yerlerde şansını fazla zorladığından şüphelenenler de affedilebilir.

Serinin bu son cildinde Jonathan Israel’in fikrini savunmak için sahip olduğu kararlılığa hayran olmak gerekir. Ve karşılaştığı eleştirilerin bir kısmının dar görüşlü olduğunu ima etmekte de haklıdır. 4000 sayfa daha incelikli bir eleştiriyi hak eder. Bu eleştirinin bir kısmı yöntemle alakalı olmalı, daha derin bir diğeri ise entelektüel tarihin yirmi birinci yüzyılda nasıl ilerlemesi gerektiğini sormalıdır.

Profesör Israel’i masasında bir “savun” tepsisi ve bir “çürüt” tepsisiyle hayal edin. Kullandığı kaynaklardaki “Radikal Aydınlanma”ya işaret eden tüm alıntılar “savun” tepsisine giderken “Ilımlı Aydınlanma”yı sırtından vuranlar ise “çürüt” tepsisine gidiyor. Sorun, Jonathan Israel’in tepsiler özelinde gitmiş olduğu ayrım değil; tarihsel anlayışın habercileri olan tepsilerin ta kendisidir ve bu tepsiler, şüphecileri zamanla değişen, küçülen ve genişleyen birçok tepsinin hayalini kurmaya iter. Daha da temelde bu tepsilerin ne amaca hizmet ettiği dahi soru işaretidir.

Doğrusu, Jonathan Israel’in yaptığı ayrımlara ve sınıflandırmalara dikkatlice bakanlar, Jonathan Israel’in tarihçiden ziyade, teleolojik bir taksonomist (5) olduğu yargısına kendileri de varabilir. Teleolojik, çünkü arzulanan bir şimdinin olmamışlığının kökenlerini tespit etmek için geriye dönük düşünüyor. Taksonomist, çünkü kafasındaki ideal tipleri izole ederek, tam anlamıyla ne zaman tarihsel duyarlılıkları engelleyebileceklerini anlamamızı sağlayan bir tür ön koşulu yerine getirdiğine inanıyor.

Birileri Jonathan Israel’in aslında filozoflara hitap ettiğinden şüphe ediyor ve kaynaklar da bunu doğrulamakta: tarihselleştirmenin amacını görmedikleri için bu kimilerine göre anlamsız bir prosedür. Hatta kavramsal kategorilerin sınırlarını bulanıklaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Oysa tarihçilerin yaptığı şey morfolojidir. Jonathan Israel’in yöntemi ise “gelenek”, “eğilim”, “yankı” ve “miras” gibi terimlerdeki devamlılığa ön ayak olurken birçoklarına göre tarihe karışmış olabilecek şeyleri zaman-ötesi kılmaktadır. Gerçekten de Quentin Skinner veya Reinhart Koselleck’in neden yazmaya zahmet ettiğini merak ettiren anlar vardır. Ancak daha sonra 1960 öncesi bir atmosfer, buradaki yaklaşımın üzerinde gezinir ve entelektüel tarihçiliğin kurucusu Arthur Lovejoy’u ve onun “birim fikirleri”ni hatırlatır. Jonathan Israel’in fikri salt birim değil, içinde demokrasi ve ateizm barındıran bir moleküldür. Ancak neredeyse elle tutulabilir olmasının verdiği kalıcılıkla birimlere benzer bir tutum sergiler. Israel bunun “farklı koşullara göre” değiştiğini kabul eder ancak yine de bu, temellerden feragat etmeyi gerektirmez. Aksine bize o temelleri kabul etmenin yolunu gösterir. Belirli tanımlığından (6) yoksun “Radikal Aydınlanma” kendini not defterinden dışarı atar ve koştururken başına ve sonuna eklenen eklerle, sıfatlarla itişe kakışa dünyevi bir şey haline gelir. “Radikal Aydınlanma bu yönde ilerledi”, “Geç Radikal Aydınlanma öne çıktı” … Başta taksonomik bir araç işlevi gören şey, oldukça endişe verici ontolojik bir varlığa dönüşür.

Geçmişi gözlemlenebilir bir alan şeklinde görmesiyle tutarlı olarak Jonathan Israel, “tarihsel doğruluğa”, kendisiyle birlikte genişleyecek “kanıt”ın “kanıtladığı” şey (belirli bir kanıtın makul kıldığı şey) şeklinde muazzam bir ifade önerisinde bulunur ancak insanlar bunu görmeyi reddeder. Ve sanırım “daha fazla yanılamazlar.” “İnatçı bir tarih yazım geleneğine” ait olan bu insanlar, “tamamıyla yanlış bir efsaneyi” tekrar edip durur. “Korkunç derecede aldatıcı ve yanıltıcı” şeyler söylerler. Israel onları kibarca böyle anlatır.

Bir başka büyük harfle şeyleştirme olarak “Postmodernistler”i öne çıkarın. Dilin yeri ve değişen göndergeleriyle ilgili Postmodernistlerin “zayıflatıcı, hatta düpedüz saçma” iddialarına karşı Jonathan Israel, şaşkın bir öfkeyle alevlenecektir. (Postmodernizme en histerik biçimde karşı çıkan tarihçilerin, ilk safhada Postmodernizmin iddiasını en az anlayan veya hiç anlamayanlar olduğu evrensel olarak kabul edilmez. Ancak bu yine de makul görülen bir gerçektir.) Bunun gibi dikkat dağıtan şeylere kulaklarını tıkayan Israel haklı olmalıdır, zira haklı olmak mümkündür. Ve Israel bunu italiklerle vurgular. “Demokratik olmalıydı.” “O bir devrimci idi.” Profesör Israel sözünü söyledi.

Söyledi, yazdı ve projesini tamamlamasıyla birlikte her şeyi ortaya koydu: 4000 sayfalık bir savunma ve itiraz. Herhangi bir akılsız böyle bir başarıyı eleştirebilir ancak bununla rekabet etmek şöyle dursun, öncelikle Jonathan Israel’in zekasına denk bir bilim insanının gelip onun yaptığını tekrar etmesi gerekir. Jonathan Israel bu tartışmadan galip çıkmamış olabilir ancak şüphesiz kazandığına inanarak ölecektir ve bu en az kazanmak kadar tatmin edici bir sonuç. Çeyrek asırlık bir çaba her halükârda hakaretten fazlasını hak eder ve bununla uzlaşmak için bir şeyler yapma vakti gelmiştir. Yolunuz Princeton’a düşerse kendisine bir içki ısmarlayın ve kibar davranın.

Yeter ki Aydınlanma’dan bahsetmeyin.

Dipnotlar:

(1) Türkçeye çevrilmemiş olan kitabın orijinal adı: The Enlightenment that Failed. (ç.n.)

(2) Bilginimiz kelimesi, Cognoscenti, bir şeyin ehli, duayeni, bilen kişi kelimesine karşılık kullanılmıştır. Cognoscenti kelimesi (etymonline’a göre) com-/co- (beraber) ve gnoscere (bilmek) sözcüklerinden oluşur. (ç.n.)

(3 Radikal Aydınlanma Tezi (Radical Enlightenment) Jonathan Israel’in bir başka kitabına atıfta bulunur. Radikal Aydınlanma Tezine göre, 18. yy’ın sonlarına doğru biten Aydınlanma çağının (veya Israel’in deyimiyle Ilımlı Aydınlanma’nın) arkasındaki sebep, D’Holbach ve Destutt de Tracy gibi radikallerin savunduğu “modern seküler eşitlikçiliğin merkezi değerleri”dir.

 (4) Negative Critique Olumsuz Eleştiri diye çevrilmiştir (ç.n.)

(5) Teleoloji, yalnızca insanların eylemlerinin değil, tarih ve doğa olaylarının da belirli amaçlarla belirlendiğini ve yönetilegeldiğini savunan felsefi doktrin; taksonomi sınıflandırma bilimi. (ç.n.)

(6) Bazı diller (İngilizce, Almanca, Fransızca, Ermenice, İspanyolca…) bir nesneyi diğer bütün nesnelerden ayrı tutarak belirtmeye yarayan dilsel ögelere sahiptir. Nesnenin bu şekilde diğer bütün nesnelerden ayrışması ve özel olarak belirtilmesi için belirli tanımlık dediğimiz kelimeler veya ekler kullanılır. Örneğin İngilizcedeki the kelimesi, belirli bir nesneyi ima eder (woman kadın anlamına gelirken the woman belirli bir kadını ifade eder). Aynı şekilde Ermenicede kelimenin sonuna gelen “ı” veya “n” eki, kişiyi veya nesneyi belirli kılar (մարդ (mart) insan anlamına gelirken “ı” eki alan մարդը (martı) kelimesi, belirli bir insanı ifade eder). Türkçede ise “Kalemi ver” veya “Araba orada” cümlelerinden anlaşılacağı üzere, belirtilen nesnelerin belirliliği kimi zaman eklerden, çoğunlukla da bağlamdan anlaşılır. Zira, Türkçede İngilizcedeki the gibi bir kelime mevcut değildir. (ç.n.)

©® Düşünbil (2021)

Yazar: Michael Bentley
Çeviren: Narod Dabanyan
Çeviri Editörü: Onur Demir
Kaynak: thecritic.co.uk


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com