Yirminci yüzyılın neredeyse tamamında, bilinç felsefesinde “beyin öncelikli” yaklaşım egemen oldu. Mesele şundan ibaretti; sinir bilimi üzerinden beyni gerçekten anlayabiliyoruz, felsefecinin görevi ise bu şeyin öznel deneyime nasıl “yol açtığını” anlamak. Örneğin; her birimizin kendine göre bildiği renkler, kokular ve seslerden oluşan bir iç dünyası vardır. Ancak bu felsefi proje pek de iyi yürümedi, çünkü…