Paylaş

İnsanlık toplum hâlinde yaşamaya başladığından bu yana kurallar ya da yasalar insan için vazgeçilmez olmuştur. Topluluk hâlinde yaşamak için insanların birtakım yasalara ihtiyacı vardır. Aksi takdirde mevcut toplum içinde düzenden söz edilemez. Belli yasalar çerçevesinde oluşturulmamış bir toplumda yasa bireyin kendisidir. Birey için mevcut durumda kendi yasasını kendisi oluşturma durumu, yalnızca tek bir birey için ya da bir kesim için değil, mevcut toplumunda var olan her bir birey için geçerlidir.Yaşayan her bir bireyin kendi başına bir yasa hâlini aldığı bir toplumda çatışma ve kaos kaçınılmazdır.

Çünkü her birey kendi yasasını kendisi kurduğu için bu yasayı da doğal olarak kendi çıkarına yönelik olarak inşa eder. Bu durum yani yasayı kendi çıkarına yönelik üretme biçimi, toplumda var olan her bir birey için geçerlidir. Bu nedenle tıpkı sözleşmeci filozofların belirttiği anlamda çatışma ortaya çıkar. Bu nedenle çatışmanın varlığı toplum varlığı ile paraleldir. Bireyler arasındaki bu çatışma, bütün toplumu kapsayacak bir yasa veya yasalar bütünü ortaya çıkmayana kadar devam eder. Böylece toplumda devamlı olarak bir çatışma ve güvensizlik hâli hâkim olur. Modern politika filozoflarının pek çoğu sözleşmeden ve devletten önce bu türden bir toplum-birey ilişkisi yaratır. En temelde insan doğasının ne olduğuyla ilgili ortaya çıkan bu tartışma, insan doğasının tasarımı ve tanımından sonra sözleşmenin temelinden ve gerekliliğinden söz edilir. Bu türden tartışmalar, günümüz politika felsefesi için biraz geride kalmış olsa da birey ve toplum arasındaki dinamiğin tartışması güncel hâlini koruyor.

İnsan doğası ile ilintili olarak politika felsefesinde, modern politika filozları insanın doğası gereği iyi ya da kötü olduğuyla ilgili farklı görüşler belirtmişlerdir. İnsanın doğası gereği iyi ya da kötü olması fark etmeksizin birey diğer bireylerle çatışma hâlindedir. Bunun nedeni toplumda var olan her bir bireyi kapsayacak bir yasalar bütünü ya da devletin olmama hâlidir. Bireyin kendisi yasasının dayanağı veya kaynağı kendisi olduğundan dolayı ve bu durumun diğer bütün bireyler için geçerli olduğundan dolayı toplumda çatışma ortaya çıkar. Çatışma ortamının varlığı ve devamı, birey ve toplum için kaçınılması gereken bir durumdur. Çünkü bu durumda birey sahip olduğu şeylerin yitimi korkusuna ve kaygısına sahiptir. Birey için öncelikli olarak can güvenliği daha sonra mülk güvenliği kaygısı vardır. Bireylerin bu türden bir biçimde yasa oldukları toplumda güçlü olanın hüküm sürdüğü, egemen olduğu bir dünya ya da bir toplum ortaya çıkar. Güçlü olanın egemen olduğu bu tarzda bir toplumda zayıf olan kişilerin aleyhine bir durum vardır. Aleyhte olan bu durum yalnızca zayıf insanları oluşturan bireyler için değil, güçlü olan insanlar için de geçerlidir. Çünkü devamlı olarak bir çatışma hâlinden söz etmek mümkündür.

Bu tür nedenlerden dolayı insanlar için bir tür sözleşme gereklidir. Sözleşme mantığını modern politika filozoflarının tümünde görmek mümkündür. Sözleşmenin mantığı toplumu oluşturan bireyler arasında tutarlı ve dengeli bir toplum yaratmaktır. Bu türden sözleşmeler insanlık tarihi içinde devamlı olarak karşımıza çıkar. Bu sözleşmeler, hem sözleşmeci filozofların anlattığı tarzda hem de yazısız bir şekilde yine bireyler arasındaki dengeyi sağlamak için ortaya çıkmıştır.

Bu nedenle sözleşme insanlık kadar eksi olmakla birlikte günümüzde sözleşme mantığı hâlâ devam etmektedir. Bu sözleşmeler yazılı olarak belirtilip toplum tarafından kabul görmüş ve yasa hâlini almış olabilir. Fakat yazısız bir kural yasa hâline gelmeden de toplum tarafından kabul görmüş olabilir. Bütün bu yazılı ya da yazısız sözleşmeler ve bunların getirdiği kurallar bütünü insanın veya insanlığın arasındaki çatışma ya da kaosu ortadan kaldırmaya yöneliktir. Sözleşmelerin bu türden bir toplumsal duruma hizmet etmeye yönelik olmasına rağmen, toplum içinde bu kurallar bütününün pratik anlamda ortaya çıktığını ya da bu kurallar bütününün insanlar yani bireyler için gerçek anlamda bir çatışmasızlık ya da bir güven ortamı oluşturduğunu söylemek ne derece mümkündür?

İnsan doğası için günümüz okumaları, onun gerçekte iyi ya da kötü olduğunu radikal bir biçimde söylemez. Çünkü modern politika filozoflarının söylediğinin aksine insan ne iyidir ne de kötüdür. İnsan bir yandan homo sapiens’tir diğer yandan da homo demens’tir. Bu demek oluyor ki insan bir anlamda iyi bir anlamda kötüdür. Durumu özetleyecek en güzel kelime insanın “gri” olduğudur. Bu nedenle insanın doğası gereği iyi ya da kötü olduğunu söylemek ve bu teori üzerinden bir temel oluşturarak kurulan ya da yapılan yasalar bütününün yanlış olduğunu söylemek mümkündür.

İnsanlığın birlikte bir toplum olarak yaşamaya başladığından bu yana yarattığı yasalar ve gelenekler onun yaşamını kolaylaştırmak için ortaya çıkmış, fakat bu türden yasalar ve gelenekler bütünü insan hayatını zorlaştırmaktan ileriye gidememiştir. İnsan her durumda yarattığı kuralların boyunduruğu altına girmiştir. Bu durum özellikle modern insan için geçerlidir. Çünkü bir yandan geleneğin ve dinin dayattığı kurallar bütünü ve diğer yandan devletin yasalarının oluşturduğu kurallar bütünü bireyi baskı içine almıştır. Gerek devletin yasaları gerekse geleneğin baskı mekanizması oluşturduğu yasalar bütünü, bireyin yaşamı üzerinde bir egemenlik oluşturma ve bireyin hayatını zorlaştırmaya yöneliktir. Bütün bu olayları toplumsal açıdan gözlemlediğimiz zaman, toplumun bir sisteme tabi olduğunu ve ayrıca toplumun bir düzen içinde olduğunu söylemek mümkündür. Fakat sisteme tabi olan bireyler açısından bakıldığında var olan düzenin bireyin aleyhine yönelik olduğunu görürüz. Bu durum yalnızca toplum içinde bu türden kuralları reddeden insanları için değil, bu kuralları kabul eden, yaşayan ve hatta bu kuralları yaratan insanlar için de geçerlidir.

Yazar: Abdullah Gülsever

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. 


Paylaş

Abdullah Gülsever

Ege Üniversitesi felsefe bölümünden mezun oldu. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Felsefe Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yapmaktadır. Felsefe, pozitif bilim, sosyoloji ve psikoloji ile ilgili pek çok konuya meraklı, öğretmekten çok öğrenmeyi sever ve öğrendiği şeyleri paylaşmayı tercih eder.