Paylaş

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi 10 Aralık 1948’de BM Genel Kurulu tarafından birçok devletin katılımıyla kabul edilmiştir. Bu bildirinin hazırlanmasında dünya ülkelerinin büyük çoğunluğunun katılımı olmuştur. Bütün dünyayı evrensel bir bildiri hazırlamaya iten güç İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Almanya’da yükselen Hitler faşizmidir. Savaşın başlamasıyla birlikte yapılan soykırımlar, savaşın bitmesinin ardından insanların, “insan olmak” bakımından sahip olması gereken haklarının neler olduğu düşüncesini sorgulatmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tartışılan bir diğer önemli konu ise insanlar arasındaki ırksal ayrımcılıktır. Hitler yönetimiyle birlikte, Alman ırkının diğer ırklardan üstünlüğünün savunusu ve soykırımlar, meşrulaştırıcı bir zemine oturtulmak istenmiştir. Böyle bir anlayışın doğurduğu sonuçlara bugünden bakarsak, dünyada var olan mevcut ırklar arasında üstün bir ırk anlayışının son derece yıkıcı olduğunu görebiliriz. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra birçok devlet bu tarz dayanağı olmayan, yıkıcı düşüncelerin tekrardan ortaya çıkmaması adına, insanlar arasında var olan, insan olmak bakımından eşitliği güvence altına almak istediler.

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, yalnızca İkinci Dünya Savaşı’nın yoğun olduğu Avrupa’da geçerli olmayı değil, bütün dünyayı kapsayacak bir bildiri olmayı hedefler. “Bu beyanname her diyardan her insan için bir uluslararası Magna Carta haline gelebilir.”(1) Bu vurgu ile özellikle Doğu ve Batı medeniyetleri devletlerinin arasındaki uzlaşmayı tetikleyecek ve onları bir noktada birleştirici bir etkiye sahip olduğu düşünülür. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan Soğuk Savaş dönemini de göz önünde bulundurursak, Bildiri’nin önemi dünya devletleri açısından daha büyüktür.

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, tüm dünya vatandaşlarını kapsayacak bir evrensellikle ortaya çıkmıştır. Bu noktada bildiriye yöneltilen eleştiriler evrensellik sorunu ile ilgilidir. Kültürel Rölativizm, evrensel hakların farklı kültürlerden bağımsız, genelleyici ve indirgemeci olduğuna yönelik bir eleştiri geliştirir. Buna benzer şekilde bir başka eleştiri, İslam toplumundan gelmiştir. Yapılan eleştiri çoğunlukla İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin temelinde Batı kültürünü barındırdığıyla ilgilidir. Fakat öbür yandan “Batılı bir kültüre aittir diyerek insan hakları söylemini veya düşüncesini reddetmek keyfi bir düşüncedir.”(2)

İnsan haklarını, Batılı bir kültüre ait olduğu için reddetmek keyfi bir düşünce olduğu gibi, aynı zamanda, üzerine pek düşünülmeyen de bir eylemdir. Konu ile ilgili olarak bir diğer tartışmaya yol açan mesele bildirinin bireyci olmasıdır. Bu açıdan İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin, Batı dışındaki kültürlerle ne derece uyuşabileceği problemlidir. Karşı durulan nokta, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin dünyada mevcut farklı kültürleri gözetmemesidir.

Evrensel İnsan Hakları ve Kültürel Rölativizm’in çatışma halinde oldukları temel ilişkiler bunlardan oluşur. Bu noktada İnsan Hakları’nın evrenselliği ile kültürleri ele aldığımızda, mevcut hakların varlığı yeryüzünde yaşayan her bir insan için savunulabilir, bu da onun evrenselliğini belirler. Kültürel Rölativist bir bakış açısıyla bu konuyu incelediğimizde ise İnsan Hakları’nın evrenselliği bu noktada belli problemlerle karşılaşır. Çünkü insan hakları, evrensellik iddiasıyla ortaya çıkmasına rağmen kendisini farklı kültürlerde var etmesi pek de mümkün değildir. Her bir kültürün kendi toplumunun bireylerini korumak üzere kendine has birer mekanizması olduğu için insan haklarının bu türden kültürlerde varlığı anlamsızlaşır. İnsan haklarının, farklı kültürlerde anlamlı bir hale gelebilmesi için, işlevsel anlamda hakların kültürel bağlamda kendini var etmesi gerekmektedir.

Kültürel Rölativizm’in bir diğer karşı çıkışı, bildirinin hazırlandığı süreçte ağırlıklı olarak Batılı devletlerin yer almasıdır. Gerçekten de beyannamenin hazırlık komitesi başkanı Eleanor Roosevelt, Amerikalıdır. Bildiri’nin yazıldığı süreçte etkili bir konuma sahip olan Rene Cassin Fransız’dır. Batılı devletlerin bildirinin hazırlanmasındaki bu ağırlığı veya çoğunluğu Kültürel Rölativizm’e göre, bildirinin Batı kültürüne ve ideolojisine yakın olmasıyla ilgilidir.

İnsan Hakları’nın evrenselliği ve Kültürel Rölativizm arasındaki tartışmayı daha yakından ele aldığımızda ise şunu görüyoruz: Bildirinin kadın-erkek eşitliğini savunan bir yapıya sahip olması, herkesin din özgürlüğüne sahip olması ve aynı zamanda dinsel inancını değiştirme özgürlüğüne sahip olması Müslüman coğrafyasında itirazlara hedef olmuş, bildiri kabul edilmemiştir. Müslümanların yaşadığı toplumlarda genel olarak devletin yazılı yasalarının, toplumsal kuralların ve ahlakı belirleyen kuralların kaynağı Kur’an’dır. Kur’an’ın yasaları şeriat kuralları olarak gerek toplumsal yapıda gerek devlet aracılığıyla kendini gösterir. Müslüman bir toplumun insanları birey olmaktan önce mümindirler. Müslüman bir devlet, gücünün kaynağını aşkın bir varlıktan almaktadır. Bu iddia, tıpkı Tanrı’nın sorgulanamaz olduğu gibi devleti de sorgulanamaz kılmaktadır. Egemen devlet, egemenliğinin devamı için her zaman ilahi gücün arkasına sığınır. Yaptığı eylemleri sorgulamayacak, her koşulda biat edecek müminler aramaktadır. Bu noktada İslam’da var olan ümmet anlayışı devlet için iyi bir araç haline gelir. “Siyasal İslam, halk ve ümmet adına konuşma savında olan; bu savı halk ve rakip ideolojiler karşısında otoriter konumunu haklı göstermek için kullanan çağdaş bir ideolojik kurgudur.”(3)

O halde İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, İslam Devletleri için bu sisteme zarar verecek ve hatta ortadan kaldırabilecek bir tehdittir. Gerek İslam coğrafyasının kadına bakış açısı olsun, gerekse İslam dünyasının din ve vicdan özgürlüklerine yaklaşımı olsun, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi çatışan bir konumdadır. İslam ülkelerinde kabul görülen bir İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, kendi egemenliklerinin garantisi olan bu sistem için ciddi bir tehdit oluşturacaktır. Elbette ki bunun altında yatan sebepler çeşitlidir ama İslam dünyası için insan haklarının kabulü, Batı’nın üstünlüğünü kabul etme ile eşdeğer görülmektedir.

Sonuç olarak, insan hakları kendini farklı kültürlerde var edebilmesiyle güç haline gelir. Bu nedenle İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin evrenselliği tartışması güncelliğini korumaktadır. İnsan haklarına karşı bir görüş olan Kültürel Rölativizm’in argümanlarına rağmen bildiri, tüm insanlar için önem arz etmektedir. Bu sebepten ötürü bildiri evrenseldir. Tartışmada alternatif oluşturabilecek insan haklarından başka bir seçeneğimiz olmadığından dolayı, insan hakları önemini ve dinamizmini koruyacaktır. Kültürel Rölativizm’in varlığı ve eleştirileri, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne karşı olumsuz olmaktan çok olumlu etkiler yaratmalıdır. Çünkü yapılan eleştiriler, insan haklarının hangi yollarla evrensel olabileceği konusunda bizlere yardımcı olmaktadır. Bu nedenle Kültürel Rölativizm’in, insan haklarına yönelttiği eleştirileri tümüyle değersiz bulmak yanlıştır. Aynı biçimde insan haklarının evrenselliğiyle ilgili öne sürülen problemlere bakarak, hakların bütünüyle yanlış olduğunu söylemek de doğru olmayacaktır. Bu eleştiri ve çatışmalar doğrultusunda insan haklarıyla savunulan şeyleri geliştirecek ve evrensel kılacak argümanlar geliştirmek doğru bir tutum olacaktır. Bu tutum içerisinde, bu hakların devletler tarafından yasal düzlemde tanınması ve kabul edilmesini sağlamak önemli olacaktır.

Dipnot:

(1) Eleanor Roosevelt, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Kurucu Başkanı.
(2) Erol Kuyurtar, Kültürel Görecelik ve İnsan Hakları, Sivil Toplum, 4(13-14), ss. 59-71, 2006.
(3) Sami Zubaida, İnsan Hakları ve Kültürel Özgünlük, Birikim, sayı 65, 1994.

Kaynakça:

Birleşmiş Milletler. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, 1948.
Kuyurtar, Erol. “Kültürel Görecelik ve İnsan Hakları”, Sivil Toplum, 2006.
Zubaida, Sami. “İnsan Hakları ve Kültürel Özgünlük”, Birikim, Sayı 65, 1994.

Yazar: Abdullah Gülsever

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş

Abdullah Gülsever

Ege Üniversitesi felsefe bölümünden mezun oldu. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Felsefe Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yapmaktadır. Felsefe, pozitif bilim, sosyoloji ve psikoloji ile ilgili pek çok konuya meraklı, öğretmekten çok öğrenmeyi sever ve öğrendiği şeyleri paylaşmayı tercih eder.