Paylaş

İnsan türünün evrimsel olarak anlam verilemez olan ve bu yüzden evrimin kestirilemez hatalarından birisine dayandırmak zorunda olduğumuz hayli çok yönünden birisi insan türünün “kendilik duygusu” ile ilgilidir. Doğadaki başka hiçbir tür “kendini gerçekleştirme” itkisine sahip değildir. İnsanoğluna evrimin kıyağı olan önbeyinin ereği, olsa olsa olası tüm coğrafyalarda olası tüm yırtıcı tehditlerine ve yaşamı tehdit eden güçlüklere karşı yaratıcı stratejiler geliştirmektir. Fakat ne olmuştu da dünyayla başa çıkma adına hiçbir işlevi bulunmayan bu “kendilik” duygusunun peşine düşmüştük?

Cevap, insanoğlunun evrim tarafından da trajik biçimde hesaba katılamamış olan bir hatasında yatar. Bu hata elbette ki vahşî bitkilerin tarımının yapılmasıydı. Tarımdan sonra bolca üretilen mahsül sağkalımı öylesine kolaylaştırmıştı ki insan gününün ve enerjisinin büyük kısmını avcılığın ve toplayıcılığın oyalayıcılığından kurtarmıştı ve insan, önbeyninin nimetlerini sağkalımsal çabalardan başkaca şeylere yöneltmeyi denemişti. Neden denemişti? Çünkü insan bir primattır ve primatlar keşif yapma merakına sahip hayvanlardır. Primat oyununun içinde fazlaca merak ve keşfetme heyecanı vardır.

Mahsül artması ve tarımı yürütecek sosyal sınıfların da oluşmasından sonra önbeyin potansiyeli açısından ileri gelen primatlar artan vakti, kültürü üretecek biçimde egzantrik ve doğayla uyumsuz nitelikte kullanmaya başladılar. Hayal kurdular; öyküler ürettiler; öyküler anlattılar. Bol vakit tüm bunları üretmeye yaramamıştı yalnızca. Bol vaktin içinde primat ürettiği şeye, üreten kendine, ürettiğinin içinde aldığı yeni biçime, ürettiğinin dönüştürdüğü yeni hâline baktıkça bir “kendileşme” süreci başladı. Öyküleri, takıları yeni düşünceler izledi. Dilin alet çantası yerleşik hayatla genişlerken bir noktadan sonra kültürü de, yeni filizlenen kendiliğimizi de daha da evriltecek bir sıçrama noktasına geldik. Yazının keşfi karşı koyulmaz bir ivme sağladı. Zirâ yazı ile ürettiğimiz kültür kadar kendiliklerimizi de aktarabiliyorduk. Artık kendiliklerimiz de kültürün bir alt klasörü olarak aktarılıyor ve yaygınlaşıyordu. Artık her bir primat, kendiliği dediğimiz beklenmedik şeyi gerçekleştirmek istediğinde önünde yığınla yazılı materyal bulma imkânına sahipti.

Muhakkak ki bu kendilik gelişmesi ancak önbeyin potansiyelleri ileri primatları ilgilendiriyordu. Diğer primatlar ancak –tıpkı evrimin öngördüğü gibi– çevreyle ve sağkalımsal koşullarla ilintili yeterli bir ruhsal yapı geliştiriyordu. Esasen önbeyini bir kendilik gelişimi için işlemiş primatlar, diğer primatlardan hayli farklılaşıyordu. Fakat dışardan bakıldığında bu farkı anlamak kolay değildi. Kendilik geliştirmiş primatlar genelde bununla ilintili uğraşlarda bulunuyordu ve bu hâlleriyle diğer primatlardan açıkça farklı bir hayat yaşıyorlardı. Geliştirdikleri ruhsal yapı sağkalımla bütünüyle uyumsuzdu ve sağkalım için diğer primatların varlığına muhtaçtılar. Fakat diğer primatlar da kendilik geliştirmiş primatlara bir biçimde muhtaçtılar zirâ anlaşılamaz biçimde, daha doğrusu evrimle uyumsuz biçimde yaşamlarında bir üst anlam aramaya başladılar ve bu üst anlamı onlara kendilik geliştirmiş primatlar sağlıyordu. Esasen dikkatli bakıldığında tüm türlerde tür içi egemenlik mücadelesi vardı ve Homo Sapiens’te de bu mücadele elbette vardı ve kendilik geliştiren insan türü üyeleri geliştirmemiş olan türdaşlarını ilkin öyküleri ile baştan çıkardılar, sonra da sistematik biçimde onları bu büyülü öykülerle yönettiler.

Anlam arayışı işte bu baştan çıkmanın sonucuydu. Kendilik geliştirmiş olan tür üyelerinden oluşan sosyal sınıfın bazı üyeleri bu alet çantası ile yapabilecekleri ile baştan çıktılar ve toprak ve mahsül kontrolü için bu yetilerini kullanmayı denediler ve amaçlarına kolaylıkla ulaşabildiler. Bundan sonra kendilik geliştirmiş tür üyeleri içinde iki ayrı zümre gelişti. Bir zümre yöneticilere evrildi, diğer zümre ise ruhbanlara dönüştü. Bu iki zümre yerleşik hayat biçiminde bir süre içiçe varolduysa da zamanla birbirinden muğlak sınırlarla ayrıldı ve tarih boyunca zaman zaman tekrar yakınlaştı ve uzaklaştı fakat hiçbir zaman ruhban sınıfı, yönetici sınıfının kısmî veya tam kontrolünden muaf olamadı. Medeniyetin ilerleyen aşamalarında ampirik bilginin ortaya çıkışı ve rağbet görmesinden sonra ruhban sınıfı izole olmaya başladı ve böylece “kendilik”, din ve yönetsel erkin denetiminden kurtulmaya başladı. Ancak bundan sonra, tıpkı başlangıçta olduğu gibi, kendilik artık dileyen primatların edinebileceği bir beklenmedik varoluşsal hediye olma vasfını tekrar kazandı. Bundan sonra kendilik geliştirmek ve yaşantılamak için yalnızca mahsül üretim sürecinin bir parçası olmamayı başarmak gerekiyordu zirâ kendilik bu zümrenin üretebileceği ve yaşantılayabileceği bir şey değildi ve hiçbir zaman olmamıştı. Modern primatlar kendiliklerini yapılandırmak ve onu yaşantılamak istiyordu. Modern zamanlarda bu eğilim öte yandan bir tür modaydı. Tüm primatlar bunu arzuluyordu ve buna uygun önbeyin potansiyellerine sahip olup olmadıkları onları ilgilendirmiyordu. Bu eğilim, paradoksal biçimde kendiliklerini yaşantılamalarını engellemek üzere evrimleşmiş olan mahsül üretim sistemi tarafından da teşvik ediliyordu. Bunu anlamak başlangıçta pek güçtü ama çok geçmeden anlaşılan gerçek şuydu: modern zamanda mahsül üretiminin başında olan yönetici sınıfı üretilen mahsülün satılabilmesi için yeni bir tüketici teşviki olarak kendilik kavramını kullanıyordu. Üretici-yönetici’ler diğer primatlara, ancak kendi ürünlerini kullanırlarsa arzuladıkları kendiliğe sahip olacakları yalanını söylüyordu ve köken olarak önbeyin potansiyeli düşük olan primatların soylarından gelenler bu yalanı, tarih boyunca yutulan tüm yalanlar gibi, kolaylıkla yutuyorlardı ve birer takı gibi üstlerine giydikleri yaşam tarzlarıyla “kendileri” olduklarını düşünüyorlardı. Oysa bu primatlar sadece üretim-tüketim sisteminin son aşamasını teşkil ediyordu ve kendileri oldukları falan yoktu. Fakat bu yalan, modern primat tarihinin son asrında şaşırtıcı biçimde etkili olmuştu. Bu esnada kendilik geliştirmiş olan primatlar bir güçlük yaşamaya başladılar. Kendiliklerini yapılandırmak için de, onu yaşantılamak için de oldukça serbest zaman gerekiyordu ama üretici-yönetici primatlar gezegen üzerinde primatlar için öyle bir düzen kurmuşlardı ki bu düzene göre bir primat ya üretim aşamalarında tüm vaktini yok etmek zorunda bırakılıyordu ya da buna ek olarak tüm vaktini üretilen mahsülü tüketmek için geçirmek zorunda bırakılıyordu. Bu ikinci zorlamanın bir parçası olmak için de zaten dayatılmış yalancı bir sahte kendiliği benimsemek zorundaydılar. Eğer kendiliğinin peşinde olan bir primat aynı zamanda hayatta kalmak da istiyorsa çok büyük talihsizlikler, güçlükler, hayal kırıklıkları ve yalnızlıklar yaşamak zorunda kalabiliyordu. Bir diğer güçlük de giderek artan şüphe baskısıydı. Bu primatlar varoluş biçimlerinin uygun olmadığı yönünde güçlü iç ve dış baskıya maruz kalıyordu. Ve evrilmesinden yaklaşık yalnızca 10.000 yıl sonra kendilik, primat beyninden silinme tehlikesi yaşıyordu. Kendilik, tıpkı ansızın beklenmedik biçimde salgın yapan bir virüs gibiydi ve eradike edilmesi an meselesiydi. Çünkü bu primatlar üretim ve tüketim konularında elverişsizdiler. Bu erken medeniyet virüsünden kurtulmak gerekiyordu üretim açısından. Kendiliğin bir istenmeyen özelliği de primatı ruhsal olarak kendine yeter hâle getirmesiydi. İşte bu üreticiler tarafından asla kabul edilemezdi zirâ özyetersizlik ve dışbağımlılık primatları kontrol edilebilir hâle getiriyordu. Üreticiler bu yolla bir primatın kendinden ve hayattan memnun olmasının denetimini kendi ellerine almışlardı. Kendilik, buna açık bir tehditti.

Her şeye rağmen kendilik –bir Homo Sapiens yetisine yaraşır biçimde– varlığını sürdürüyor. Giderek yeraltına itilmiş biçimde ve gözlerden ırak biçimde de olsa, varlığını sürdürüyor.

Yazar: Mustafa Özden

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com