• 28 Haziran 2018
  • Ayşe Bilge Demir
  • 0
Paylaş

“Sade, günümüzde türlü görünümler altında dönen temel soruna eğilmemizi istiyor bizim: İnsanın insanla ilişkilerine eğilmemizi.” Simone de Beauvoir

Sade, iyi veya kötü kavramlarından muaf bir şekilde, cesur olarak ifade edilebilecek söylemleri ve yaşamıyla her dönem çarpıcı etkisini sürdürmüştür. 2016 yılında Türkçeye kazandırılan Cumhuriyetçi Olmak İstiyorsanız Biraz Daha Cesaret kitabı ile de var olan edebî külliyatına felsefî bir yenisi eklenmiştir. Burada Sade, Hıristiyanlık’a ve Tanrı’ya yönelik sıkı eleştirilerde bulunur ve eğer despotizmden kurtulmak istiyorsak dinden de kurtulmak gerektiğini öne sürerek, cumhuriyetçi bir yönetim tarzında yasaların nasıl düzenlenmesi gerektiğini açıklar. Bunu yaparken Dostoyevski’nin “Tanrı yoksa her şey mubahtır” sözünü haklı çıkarır ve mubah olanın sınırlarını doğal olan ile tanımlar. Fakat 21. yüzyılda yaşayan bizler doğal olanı politik yaşamımızın ölçütü yapacak kadar –Sade’ın deyimiyle– cesur muyuz?

Her şeyden önce Sade, Hıristiyanlık’ın batıl karakterine ve güçsüzlüğü bir erdem gibi sunan ahlakına karşı çıkar. Ona göre “Bu dinin ilk dogmalarından biri Sezar’ın hakkını Sezar’a verelim dogmasıdır; ama Sezar’ı tahtından indirdik ve artık ona hiçbir şey iade etmek istemiyoruz”. Ahlakın dinden değil, dinin ahlaktan doğması gerektiğini öne süren Sade, Romalıların cesaret tanrısı, bilgelik tanrısı vs. gibi insanı güçlü olmaya yönelten tanrılar icat etmemiz gerektiğini söyler – eğer çok gerekliyse. Yoksa insanlara hiçbir şey esinlemeyen, onları tembel, sefil bir kendinden hoşnutsuzluk hâli içerisinde hapseden İsa’ya inanmaya devam etmek, toplumu itaatkâr köleler olmaktan öteye götürmeyecektir. Sade, özgür bir toplumun ancak özgür yurttaşlardan meydana gelebileceğini ifade eder. Bir cumhuriyetçinin tek tanrısı cesaret ve özgürlük olmalıdır. Bu özgürlük ve cesaret ise doğaya uygun olanın değer kazanması ile anlamını bulur. Bu yüzden dinin hükümranlığından kurtulmak gerekir. Fakat bu rahibin katledilmesi, kilisenin yakılması ile değil, onların hor görülmesi ile mümkün olacaktır. Bu yüzden “Ezeli Tanrı’ya kendi keyiflerince başvurmak amacıyla herhangi bir tapınakta bir araya gelen insanlar bir tiyatrodaki komedyenler olarak görülmelidir, sergiledikleri oyuna herkes gidip gülebilir. Dinlere bu gözle bakmazsanız, onları önemli kılan ciddiyete yeniden bürünürler, bir süre sonra kitlelerine yeniden kavuşurlar ve biz de dinleri tartışmak yerine yeniden dinler için savaşır oluruz”.

Tanrısız bir toplumun imkânından söz eden Sade, doğaya ve doğanın bir ürünü olarak insana dayanır. Her varlığın yaşamını en iyi biçimde sürdürmek için arzularının tatmininin önemine işaret eder ve cumhuriyetçi bir topluluğa bireylerin bu doğaları ile bağlanmaları gerektiğini söyler. Doğa hem erdeme hem ahlaksızlığa ihtiyaç duyar. Bu yüzden de doğanın yasalarını devletin yasaları yaparken neyin iyi neyin kötü olduğuna karar vermek zor bir etkinliktir. Bu yüzden Sade insanın farklı türden eylemlerini sınıflandırır ve bunların cumhuriyetçilikle olan barışıklığı üzerinden ne türden yasalar konması gerektiğini açıklar. Onun esas ilkesi en az sayıda ve en genel yasalar ile özgürlüğü tesis etmektir. Bu yasaların kişisel iradelerle çatışması durumunda kişinin iradesine uygun davranmasında hiçbir yanlış yoktur. Farklı tarzda bireysellikler de hesaba katılacak olursa, yasanın bağlayıcılığının ortak doğadan çıkartılması kadar doğal bir şey yoktur. İnsanın üç tür eyleminden söz eder: Tanrı ile olan ilişkisinde ortaya çıkan eylem, başka insanlarla olan ilişkisinde ortaya çıkan eylem ve kendisi ile ilişkisinde ortaya çıkan eylem. Tanrı’yı en baştan mahkûm eden Sade, dine karşı ve din adına işlenen suçların ortadan kalktığı böyle bir toplumda din konusunda yasa çıkarmaya da gerek kalmayacağını söyler. Tanrı ve dinin yeniden dirilmemesi için ise ona öfke ve önem atfetmemek ve alay ile karşılamak gerekir.

İnsanın türdeşleriyle olan ilişkileri konusunda ise Sade, kimsenin bir diğerini kendisi gibi sevmesinin mümkün olmadığını, olsa olsa kardeşi gibi sevebileceğini söyler. Öfkeli karakterde bir insanın türdeşini sevmediği ve onun varlığına çeşitli yollarla kast ettiği durumlarda ise kızılmamalıdır, çünkü insanların karakterleri farklılık gösterebilir. Bu durumları Sade iftira, hırsızlık, iffetsiz davranış ve cinayet olarak açıklar ve her birinin doğal olduğunu açıklamaya girişir. İftira eğer gerçekten sapkın bir kişiye yönelikse, bunu dile dökmenin hiçbir zararı olmadığını, eğer erdemli bir kişiye yönelikse, onun iftiranın asılsızlığını göstermek adına daha erdemli bir şekilde davranacağı için gene bir zararı olmadığını öne sürer. Hırsızlık da eşitliği amaçlayan bir cumhuriyet yönetiminde suç statüsüne sahip olamaz. Çünkü daha zengin olanın korunmasına yönelik bir yasaya daha fakir olan uymak zorunda değildir. “Her şeyi olanı koruyan bir sözleşmenin altına hiçbir şeyi olmayan kişi hangi hakla girer?” Bunun yerine asıl kendi malını çaldıracak kadar ihmalkâr adamın cezalandırılması gerekir. Cumhuriyetin ahlaklı bir stabillik ile değil, ahlaksız bir çatışma ile güçleneceğini öne süren Sade iffetsiz davranışa büyük bir önem verir. Burada ahlaksızlık ahlaktan muaf olma değil, ona karşıt olma anlamına gelir. Ahlak insanın doğal varlığından kaynaklanan istemelerini tehdit olarak görüp onu dizginleyen bir girişimin sonucudur. Oysa Sade için insanı hayvandan ayıran bir şey ve onun hayvanî istemelerinden başka bir istemesi yoktur. Doğayı kıstas olarak kabul ettiğini belirttiğimiz Sade, “doğa insanın edepli olmasını amaçlasaydı onu kesinlikle çıplak olarak doğurmazdı” der. Ona göre doğanın bize esinlediği ahlaksız eğilimlere direnmek değil, fakat tatmin etmek gereklidir. Bu gerekçeyle o cinayeti de meşru bir eylem olarak öne sürecektir. Fakat onun burada esas ilgisinin bir toplumun salt doğal varlıklar olarak insanlardan meydana gelmekle birlik içerisinde olmasının imkânını soruşturduğu gözden kaçırılmamalıdır. Ahlaksız olarak görülen davranışlar arasında o özellikle fahişelik, zina, ensest, tecavüz ve sodomiyi sayar. İnsanın itaat ettirme arzusunun dindirilmediği durumlarda yönetime karşı bir tehdit meydana geleceği için bu itaat ettirme arzusunun cinsel olarak tatmininden söz ederek “şehirlerde sağlıklı, temiz, geniş mobilyalarla süslü ve her açıdan güvenli yapılar inşa edilmelidir; buralara zevk almaya gelecek hovardaların heveslerini tatmin etmek üzere, her cinsten, her yaştan, her mizaçtan insan onlara sunulacaktır, sunulan kişilerin tam bir itaat göstermesi kural olacaktır, en ufak ret buna maruz kalan tarafından keyfi olarak anında cezalandırılacaktır” der. Zina yapmanın tehlikesinin olsa olsa babasız çocuklar olduğunu, fakat cumhuriyetçi yönetimde zaten çocukların devletin çocuğu olduğunu söyleyen Sade, ailenin böyle bir yönetime tehdit oluşturduğunu söyler. Aile içerisinde çocuk, tüm kardeşlerine pay etmek zorunda olduğu sevgiyi birkaç kişiyle sınırlı tutar ve bu birkaç kişinin tehlikeli önyargılarını benimseme potansiyeli taşır. Oysa cumhuriyet içerisinde herkes onun annesi, babası, kardeşidir. Ensest, tecavüz ve sodomiye de geniş yer veren Sade, ahlaksızlığın çoğu zaman yönetimler için faydalı olduğunu öne sürer. Kadınların özgür varlıklar olduğu için bir kişinin mülkiyetine girmesinin anlamsız olacağı, bu yüzden onlardan herkesin faydalanması gerektiği; insanın en yakınlarını en çok sevmesi kadar doğal bir şey olmadığı için enseste karşı çıkmak için bir gerekçe olmadığı gibi tansiyon yükseltici düşüncelerini ifade eden Sade, doğadakinden başka ahlak tanınmaması gerektiğinin altını çizer. Bu sırada cinayeti de bir yasa ile önüne geçilmesi anlamsız, “hoşgörü gösterilmesi gereken bir vahşet” olarak açıklar.

Sade’ın bu doğalcılığı bugün ciddiye alınması zor olsa da insanı türdeşleriyle ortaklaştıran ve diğer hayvanlardan ayıran şeyin aklı olmadığı konusunda yüzleşilmesi gereken bir düşüncedir. Nitekim Sade’ın iddiası, insanı salt arzulayan ve arzusunu tatmine yönelen bir varlık olarak düşünmenin politik birlik önünde bir engel olmadığı, üstelik özgürlüğü tesis etmede büyük bir adım atmaya yol açacağı şeklindedir. Böyle bir cumhuriyetin tek hedefinin yurttaşlarının huzuru ve mutluluğu olduğunu öne sürerken Sade, insanın arzularının doğanın verdiği arzular olduğu için tehlikeli olarak görülmesinin mânâsız olduğunu ifade eder. En dehşet verici arzularımızın dahi insancıl bir karakter taşıması Sade’ın cumhuriyet düşüncesinin dayanağıdır. Tüm putlardan kurtulmak gerektiği düşüncesi, onun insan özgürlüğüne verdiği değeri gözler önüne serer. Adı ister Tanrı ister ahlak ister başka bir şey olsun insanın varlığında sürekli olan şeyin bu putlar değil, insanın doğal varoluşu olduğu düşüncesi güçlü bir iddiadır.

Yazar: Ayşe Bilge Demir

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. 


Paylaş

Ayşe Bilge Demir

1993 yılında Gaziantep’te doğdu. 2016 yılında Ege Üniversitesi Felsefe bölümünde lisans eğitimini tamamladı. 2017’den bu yana Ankara Üniversitesi Sistematik Felsefe ve Mantık Anabilim dalında yüksek lisans eğitimi alıyor. Nietzsche’de şiddet üzerine yazacağı tezle ilgileniyor. Bu dönem toplumsal cinsiyet, insan hakları, etik- estetik devinimler hakkında okuyor. Her dönem Philip K. Dick okuyor. Başlıca ilgi alanları fizyoloji, psikoloji, politika, sanat tarihi, astronomi.