• 17 Eylül 2018
  • Abdullah Gülsever
  • 0
Paylaş

Günümüz modern toplumlarda yalan büyük bir yere sahiptir. Yalan yalnızca özel alanda değil, aynı zamanda kamusal alanda da sıkça başvurulan bir yol olarak karşımıza çıkar. Yalanın birey yaşamındaki yerinin neredeyse sınırı yoktur. Çünkü birey bazı durumlarda kendini kandırma veya başka bir kişiye yalan söyleme girişiminde bulunabilir. Bireyin belli bir olay hakkında bir başkasına ya da kendine yalan söylemesinin nedeni elbette birtakım psikolojik nedenlerden ötürü olabilir. Fakat yalanın sınırı yalnızca psikoloji bilimi ile sınırlandırılamaz. Çünkü yalanın önemli ölçüde sosyoloji ile ilişkisi vardır.

İnsan doğada yalnız başına güçsüz, aciz bir varlıktır. İnsan doğa karşısındaki gücünü kendisi dışında var olan insanlarla birlikte hareket ederek elde eder. Bu nedenle insan sosyal bir varlık olmak zorundadır. Bu sosyalliği aracılığıyla insan, güçsüz olduğu doğa karşısında ayakta durmayı başarır. Böylece insan varlığının ve güvenliğinin bir teminatı olarak sosyal bir varlık olma yoluna gider. Sosyal bir varlık olarak insan doğada yalnız başına değil, kendisi dışındaki kişilerle ilişki ve iletişim hâlinde olarak güçsüz olan konumdan kurtulur. Doğada yalnız başına varlığını devam ettirme güçlüğünden kurtulan insan, bu noktadan sonra diğer insanlarla birlikte bir ilişki kurup yaşamına devam eder. Sözleşmeci bir bağlamda konuyu ele alırsak, bir topluluk oluşturan insanların “hepsi de eşit ve özgür doğdukları için, özgürlüklerinden ancak çıkarları uğrunda vazgeçerler” (1).

İlkel bir yapıdan devletleşmeye ilerleyen insan, toplumunu bir arada tutmak ve kişilerin can ve mal güvenliğini sağlamak adına çeşitli yasalar üretmiştir. Bu yasaları yazılı ya da yazısız olarak ayırmak mümkündür. Fakat insanın toplumu bir arada tutmak adına ürettiği şey yalnızca yasa değildir. İnsan bunun yanında yalanı da icat etmiştir. Elbette düşünüldüğünde insanlığın, yalanı tıpkı bir yasa türüne benzer bir ihtiyaçla ortaya çıkardığı söylenemez. Fakat yasa, yalandan farklı olarak ve hatta ona karşı olarak ortaya çıkmıştır. Öyle ki yalanın yasadan önce ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Yasa her ne kadar insanın can ve mal güvenliğini sağlamak amacıyla ortaya çıkmış olsa da, ortaya çıkmasının bir diğer nedeni de yalanı önleme; yani insanlar arasındaki güvenliği ve güvenirliği sağlama amaçlıdır. Bu neden hem yazılı hem de yazısız yasalarda mevcuttur. Bu mevcudiyeti yalnızca devletin oluşturduğu yasalar ya da geleneğin getirdiği sözlü yasalarda değil, dinî öğretilerde de görmekteyiz.

Pagan dinleri veya semavî dinlerde yalan ile ilgili olarak pek çok konu işlenmiştir. Yalan söylemek tüm dinlerde ortak konu olmakla birlikte, yalan söylemek son derece ciddi bir günah olarak kabul edilir. İnsanlığın yalan ile geçmişinde, her zaman onu yasaklamaya çalışan, onu dışlayan, kabul etmeyen bir tarihin var olduğunu görürüz. Fakat tüm bunlara rağmen insanlığın yalan ile ilişkisi geçmişten günümüze kadar devam etmektedir. Bu ilişki son derece kapsamlı bir hâldedir. İnsan yalanı özel ilişkilerinde, kamusal ilişkilerinde, siyasî ilişkilerinde ya da bir propaganda aracı olarak kullanmaktadır. İnsanlık, tarih boyunca her ne kadar yalana karşı ortak bir duruş sergilemişse de onu toplumu düzenlemek ya da onu düzende tutmak amacıyla kullanmıştır.

Yalan yalnızca dinî öğretilerde yasaklanmış değildir. Felsefe tarihinde pek çok filozof, ahlak felsefesi bağlamında yalanın insan eylemleri içinde kötü bir yere konumlandırmıştır. Bu durum Antik Grek felsefesinden günümüze kadar devam eder. Aristoteles, yalan hakkında şöyle düşünür; “Yalanın kendisi çirkin ve kınanacak bir şeydir, doğru ise güzel ve övülecek bir şey” (2). Modern filozoflardan olan Immanuel Kant ise yalanla ilgili şunları söylemiştir: “İyi dememiz gereken şey, her akıl sahibi insanın yargısında arzulama yetisinin bir nesnesi, kötü de herkesin gözünde nefretin bir nesnesi olmalıdır; dolayısıyla bu konuda yargıda bulunma, duyudan başka akıl gerektirir. Yalanın karşısına konan doğruluk için bu böyledir, şiddetin karşısına konan adalet için, vb. için de öyle” (3). Felsefe tarihinde ahlak felsefesi içerisinde filozoflar genel olarak ahlakı olumsuzlayan düşüncelere sahip olsalar da, bu düşünceden farklı olarak yalanı olumlayan düşünceler de mevcuttur. Bu anlamda Niccolo Machiavelli, politika felsefesi bağlamında yalanı olumlayan düşüncelere sahiptir. Çünkü dönemin politika anlayışından yola çıkarak, hükmedecek bir prens yaratmak ister. Bunun dışında felsefe tarihi genel anlamda ahlak felsefesi ile yalanı, dinî ya da bireysel ilişki bağlamında veya siyasî anlamda dışlar.

Dinlerin ve felsefelerin yaratmak istediği toplum, insanın erdemli bir tavır sergilemesini ya da doğru olan davranış biçimlerine yönelmesini ister. Bu bakımdan toplumu oluşturan bireylerin bu “doğru” davranışları sergilemesi beklenir. Çünkü bu davranış biçimleri ya da eylemler aracılığıyla toplum olması gereken mükemmeliyete varabilir. Fakat gerçekte olan şey elbette ki farklı bir biçimde gerçekleşmiştir. Yalan ahlakî ve yasal olarak yasak olmuş olsa da insanın tarih boyunca icat ettiği en tuhaf şey olmakla birlikte, toplumsal, siyasî ve ekonomik olarak insanın en çok başvurduğu şeydir.

Dipnotlar:
(1) Jean-Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, çev. Vedat Günyol, 2013, İstanbul, s. 5.
(2) Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, Say Yayınları, çev. Furkan Akderin, İstanbul, 2015, s. 54.
(3) Immanuel Kant, Pratik Aklın Eleştirisi, Türkiye Felsefe Kurumu, çev. Ioanna Kuçuradi, Ülker Gökberk, Gertrude Durusoy, Füsun Akatlı, Ankara, 1999, s. 68.

Kaynakça
ARISTOTELES, Nikomakhos’a Etik, Say Yayınları, çev. Furkan Akderin, İstanbul, 2015.
KANT, Immanuel, Pratik Aklın Eleştirisi, Türkiye Felsefe Kurumu, çev. Ioanna Kuçuradi, Ülker Gökberk, Gertrude Durusoy, Füsun Akatlı, Ankara, 1999.
ROUSSEAU, Jean-Jacques, Toplum Sözleşmesi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, çev. Vedat Günyol, 2013.

Yazar: Abdullah Gülsever

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. 


Paylaş

Abdullah Gülsever

Ege Üniversitesi felsefe bölümünden mezun oldu. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Felsefe Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yapmaktadır. Felsefe, pozitif bilim, sosyoloji ve psikoloji ile ilgili pek çok konuya meraklı, öğretmekten çok öğrenmeyi sever ve öğrendiği şeyleri paylaşmayı tercih eder.