• 20 Eylül 2018
  • Ayşe Bilge Demir
  • 0
Paylaş

Bu yazının amacı madde kullanımına yönelimin, insanî etkinliklerin tüm alanları gibi var olma çabasından doğan bir yönelim olduğunu açıklamaktır. Madde kullanımına bu yönelimin doğruluk veya yanlışlığının sınanmasında, bunun bir var olma çabası olduğunun göz önünde bulundurulması önerilecektir. Uyuşturucu kullanımı ifadesi yetersiz geldiğinden, hem uyuşturucu hem uyarıcı maddelerin kullanımını dahil etmek için kısaca “madde kullanımı” ifadesi kullanılacaktır.

17. yüzyılda yaşamış bir filozof olan Spinoza insanî etkinliklerin tümünü varlığını koruma ve sürdürme arzusu olarak Conatus’a indirgemiştir. Varlığını koruma ve sürdürme arzusu, acıdan kaçınmaya ve hazza yaklaşmaya yönelik eylememize yol açar. Fakat burada söz konusu olan Aristippos’un sözünü ettiği tarzda bedensel zevklerin her şeyden üstün olduğuna yönelik bir açıklama değildir. Çünkü biz bedenin yanı sıra akla da sahip olan varlıklarız. Bu yüzden Spinoza için hazza yönelik değerlendirmemiz, insanın bu iki yönünün de hesaba katılmasıyla mümkündür. Spinoza aynı zamanda karşılaşmalarımızdan ve bu karşılaşmaların, deneyimlerin bizdeki etkilerinden söz eder. Dolayısıyla karmaşık yaşam örüntüleri içerisinde var olan bireyler çokluğundan söz eder. Fakat bu bireylerin ortaklaştığı şeyi de Akıl olarak tasarlar.

Neyse ki, Spinoza’dan iki yüzyıl sonra Nietzsche gelir ve tabiri caizse şöyle der: Aklın yolu bir değildir. Bireylerin farklılığı onların farklı perspektifler yaratmalarına sebep olur. Dikkat edersek, mevcut perspektiflere yerleşmelerine sebep oluyor değildir; karakterlerin, bu perspektifleri kendi deneyimleri doğrultusunda kendilerinin yaratmalarına sebep olur. Bu, bireye epey söz hakkı tanıyan bir düşüncedir. Bu bakımdan da epey değerlidir. Bir hocam, genç öğrencilerin neden Nietzsche’yi sevdiğini biraz da alaycı bir ifadeyle tam da bu nokta üzerinden açıklamıştı. Fakat yanlış anlaşılmamak için şunu da söylemeliyiz ki, Nietzsche’de özgür irade diye bir şey yoktur. Yaratma gücümüz evet vardır fakat ne şekilde yaratacağım, içinden geçtiğim koşullardan, bu koşulların benim düşünüş biçimimi nasıl belirlediğinden bağımsız değildir. Dolayısıyla tam da kendim olduğum için belli bir şekilde davranırım. Fakat Nietzsche eserlerini “özgür tinlilere” hitap ederek yazar. Bu yüzden sürekli kendini aşmaktan bahseder. Dünyanın beni nasıl etkileyeceği, hangi durumları tercih edeceğim zorunluluğa tabidir fakat kendim üzerimde her zaman söz hakkım vardır. Beni bu kişi yapmış olan koşulları değiştiremem fakat bu kişi olmam üzerinde oynayacağım oyunlar ve bu oyunların kendime yönelik zor’u, zorbalığı, bu zorlukların yeni bir ben’e doğru evrilmesine yol açar. Böylece yeni bir perspektif yaratırım, yeni bir akıl, görecek yeni bir göz, duyacak yeni bir kulak yaratırım.

Spinoza’nın Conatus’u bize kişilerin her ediminde aslında iyi niyetli bir var olma çabası olduğunu söyler. Bu çok terapi edici bir felsefedir. Birinin bir şekilde davranması ötekine olan kötü niyetinden değildir. Belli bir şekilde davranması gerektiği için o şekilde davranmıştır. Eğer bu sırada bir kötülük söz konusu ise bu, o kişinin neden o şekilde davrandığını bilmememizden kaynaklanır. Yani kendi bilgisizliğimiz, akılsızlığımız olması zorunlu şeyleri sanki art niyetle yapılmış şeyler gibi kavramamıza yol açar.

Nietzsche’nin perspektivizmi ise bize şunu söyler: Belli bir şekilde davranan kişinin o şekilde davranması zorunludur. Fakat bu davranışın sana kötülük gibi görünmesi ne senin ne de onun akılsızlığınızın veya bilgisizliğinizin bir sonucu değildir. Birbirine karşıt eylemler söz konusu değildir. Farklı yollardan giden, farklı yönlere bakan kişilerin, bu yollar ve yönlerin içerisinde bulunduğu aynı dünya içerisinde karşılaşıp, birbirini kendi yollarına çekmek istemeleri sonucu doğan bir hoşnutsuzluk söz konusudur olsa olsa.

Bu kısa olmasına çabaladığım girişten sonra asıl konuya geçmek istiyorum. Uyuşturucu veya uyarıcı veya herhangi bir türden madde kullanımı hakkında herkesin söyleyecek çok sözü var. Kimi zaman kullanıcıların aptallıklarından söz ederiz, kimi zaman acırız, kimi zaman “bir hikmeti olsa devletler bunu yasaklamazdı” tarzında aşırı zekice ifadelerde bulunur, sonra bu ifadeyi “aman canım, kendilerine istedikleri zararı verebilirler yeter ki ortalıkta çok görünmesinler” tarzında daha da zekice ifadelerle destekleriz. Yukarıda yaptığım giriş çerçevesinde bu ifadeleri sınamayı gerekli görüyorum.

Öncelikle uyuşturucu madde kullanımı ile uyarıcı madde kullanımını birbirinden ayırmak gerekiyor. Bağımlılığı da bunlardan ayırmak gerekiyor. Uyuşturucu maddeler yaşamı daha ağır bir tempoya sokarken, uyarıcılar daha hızlı bir tempoya sokar. Dolayısıyla her ikisi de yaşamın kendi temposundan memnun olmayan veya memnun olsa da yeterli bulmayan kişiler tarafından kullanılır. Bu maddelerin kullanımı sonucu bireyin fizyolojik veya psikolojik şemalarının yenilenmeleri, yaşamın kendi temposunun katlanılmaz hâle gelmesi sonucunu doğurduğunda bağımlılık dediğimiz durum ortaya çıkar. Az önce bahsettiğim ifadelerin sınanmasına geçiyorum:

1. Aptal görme tutumu: Madde kullanımı yaşama başka bir perspektiften bakmayı gerektirir. Mevcut hâlden memnun olmamak bir adım daha atmaya yol açar. Spinoza bize herkesin kendisi için iyi olduğunu düşündüğü şeye ulaşmak için eylediğini söylemişti. Fakat onun aklın yolunu bir görmesinin sakıncalarından uzaklaşmak için Nietzsche’nin perspektivizminden bahsetmiştik. Şimdi madde kullanan bir kişinin kendisi için iyi olduğunu düşündüğü bir şeye yönelmiş olmasının bizim için bir sakıncası varsa bunun sebebinin, onu illaki kendi yolumuza çekmek istememiz olduğu görülüyor. Fakat bunun, bir madde kullanıcısının bizi kendi yoluna çekmek istemesi ile aynı derecede sakıncalı olduğu açıktır. Kimsenin bir başka yaşamı da yaşamaya hakkı yoktur. Elimizdeki yaşamla yetinmemiz, iyilerimizi, güzellerimizi, doğrularımızı kendi yaşamımıza yöneltmemiz daha faydalı bir etkinlik olacaktır. Madde kullanan kişi, maddenin vücudunda yaratacağı olumsuz etkileri, daha iyi olduğunu düşündüğü başka etkiler adına görmezden gelmeyi tercih ediyor olabilir. Kendi gereksinimlerine dair bilgisinin yetersiz olduğunu ne hakla iddia ederiz? Bunu iddia etmek ancak bizim aptallığımız olur.

2. Acıma tutumu: Acımak, kendi konumunun daha iyi bir konum olduğuna dair bir inançtan doğar. Her zaman üstten bir bakıştır. Acıma deneyimlerimizi incelersek bunların iyi niyetimizden kaynaklandığını düşündüğümüz durumlarda dahi, hep karşıdakini kendine benzetmek arzusu taşıdığını açıkça görürüz. Aç bir insana acırız, karnı bizim gibi tok olsun isteriz. Zihniyetini beğenmediğimiz birine acırız, çünkü bizimki gibi bir zihniyete sahip olmasını isteriz. Bunu başaracak gücü olmadığını düşündüğümüz için acırız. Fakat kendimize olan güvenimize asla acımayız. Kendimize acıdığımız durumlarda hep bir ideal tasarlar ve o ideale yetişemediğimiz için acırız. Burada yeniden Nietzsche’nin perspektivist görüşünü hatırlamamız ve kendi perspektifimizin de ancak diğerleri arasında bir perspektif olduğunu görmemiz gerekir.

3. “Bir hikmeti olsa yasaklanmazdı” tutumu: Bu tutumu açıklamak için epey geniş bir konuya girmek gerekecek. Fakat sabırsızlığımdan dolayı özür dileyerek bu geniş konuyu kısa ve basit argümanlarla açıklamaya çalışacağım. Bir hikmeti olmayan şeylerin yasaklandığı sonucuna varmak için yazılmış birçok ütopyanın ötesinde bir ütopya tasarımına sahip olmalıyızdır. İyiyi, kötüyü yasa kavramına dayanarak açıklayamayız. Aksine yasayı iyiye, kötüye dair belli tasarımlarımıza dayandırırız. En azından böyle olması daha akıllıcadır. Öbür türlü yasak olmayan her şeyin iyi olduğunu söylemek de gayet kabul edilebilir bir şey olurdu. Ama biz yasalarda yazsa da yazmasa da bazı şeylerin iyi başka bazı şeylerin kötü olduğuna yönelik belli tasarımlara sahibizdir. Bunun yanı sıra, kimi devletlerin yasakladığı kimilerinin böyle bir yasağa başvurmadığı aynı durumlar söz konusudur. Üstelik bazı devletlerin “yolda sakız çiğnenmemesi” gibi absürt yasaklara sahip olduğunu da biliyoruz. Bu durumda yolda sakız çiğnemenin hiç de hikmeti olmayan bir şey olduğunu mu söyleyeceğiz? Nasıl ki aksini söylemeyi de mânâsız buluyorsak bunu da söylemeyi mânâsız bulacağımızı düşünüyorum. Özellikle yasaları pamuk ipliğine bağlı toplumlarda “bir hikmeti olsa yasaklanmazdı” tarzında tutumlar sergilemek özellikle yanlıştır. Bu tutum, ilk ikisinden bile kabul edilemez bir tutumdur.

4. “Aman canım, kendilerine İstedikleri zararı verebilirler yeter ki ortalıkta çok görünmesinler” tutumu: Gene Nietzsche’nin perspektivizminin çoğulcu olanaklarına başvuracak olursak, bu ifadeden de kaçınmak gerektiğini görürüz. İnsan olmak yalnızca varlığımı sürdürmem değil, varlığımı sürdürürken gösterdiğim çabaların, yaptığım seçimlerin, olduğum şeyin görünmesini, kabul edilmesini talep etmek demektir. Bu şeyin görünür, kabul edilir olmasından itibaren bir iletişim ağına girmemiz mümkün olur. Bir perspektif, diğerine olan konumu aracılığıyla kendisi olur. Var olan bir şeyi görmezden gelmenin o şeyi ortadan kaldıracağı yanılgısı birçok meselenin kendini daha görünür kılmaya çalışmasına yol açmıştır. Ve zaman zaman bu çaba ancak zorbalıkla, şiddetle başarı kazanmıştır. Dolayısıyla bir şey varsa, görünür olmalıdır. Bir şeyi görmüyorsak, görmek için çaba harcamalıyızdır. Var olan şeyler ancak böylelikle birbirine karşı yeniden konumlanırlar, birbirlerini tanıyarak yeni perspektifler meydana getirirler. Böylece belki bu yeni perspektifler birbirlerini kendi yoluna sokmaya çalışmaz, fakat aynı yöne bakmakta uzlaşırlar.

Sonuç olarak herkesin üzerinde asıl söz sahibi olduğu şey kendisidir. Söz sahibi olmadığı şey ise Öteki’dir. Fakat kendi ve öteki birbirlerine karşı mesafelerini iyi ayarlamalıdır. Ne ötekinin üzerinde söz sahibi olmaya çalışmak haklı çıkarılabilir, ne başkasının öteki üzerinde söz sahibi olmasını talep etmek, ne de ötekini sansürlemek veya silmek. Fakat baktığımız taraftan aynı zamanda bize bakılıyor olabileceğini de hesap etmek gerekir. Her şeyden önemlisi sahip olduğumuz gücü, enerjiyi kendi üzerimizde harcamaya ayrı bir önem vermek gerekir ki herkesten bunu yapmasını talep eder hâle gelelim.

Bazı maddelerin kullanımının gerçekten de bağımlılığa yol açıcı etkileri vardır. Bir bölümünü izlediğimiz bir dizi bile bizi diğer işlerimize ayıracağımız zamandan feragat edip diğer bölümlerini izlemeye yönlendiriyorsa, hayatı tatmin olacağımız bir tempoya sokmamıza yardımcı olacak bir ilaç kimbilir nelerden feragat etmemiz için bizi ikna eder? Bağımlılık artık maddenin bize değil, bizim maddeye tabi olduğumuz bir durumdur. Dolayısıyla bir hastalıktır ve Conatus gereği bu yola gitmeyi istemeyiz, fakat ancak gidilecek başka yollar da görüyorsak. Bu yolların görünür olması için parlaması gerekebilir. Bunlara ışığı verenler ise kendileri üzerinde söz sahibi olmaya odaklanmış, enerjilerini buna harcayan kişilerdir. Ancak kendi yolumuzu güzelleştirme imkânımız vardır. İster madde kullanalım, isterse kullanmayalım. Herkesin kendi yolunda giderken amacı yaşamak, iyi yaşamaktır. Daha iyisini yaşayabilen varsa, buyursun…

Yazar: Ayşe Bilge Demir

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. 


Paylaş

Ayşe Bilge Demir

1993 yılında Gaziantep’te doğdu. 2016 yılında Ege Üniversitesi Felsefe bölümünde lisans eğitimini tamamladı. 2017’den bu yana Ankara Üniversitesi Sistematik Felsefe ve Mantık Anabilim dalında yüksek lisans eğitimi alıyor. Nietzsche’de şiddet üzerine yazacağı tezle ilgileniyor. Bu dönem toplumsal cinsiyet, insan hakları, etik- estetik devinimler hakkında okuyor. Her dönem Philip K. Dick okuyor. Başlıca ilgi alanları fizyoloji, psikoloji, politika, sanat tarihi, astronomi.