• 21 Kasım 2017
  • Düşünbil Portal
  • 0
Paylaş

 

Sosyal bir varlık olan insanın çevresi ile uyum içerisinde olması ancak beden ve ruh sağlığının yerinde olması hâlinde mümkündür.  Uyuşturucu ve uyarıcı maddeler insanın çevre ile olan etkileşimini, uyumunu sarsar, onları yalnızlığa, sorumsuzluğa, benlik çatışmasına ve rastgele bir hayat tarzına iter. Alkol-madde kullanım bozukluğu (AMKB) kişilerin hayatını etkileyen, olumsuz hatta hayatî sonuçlara yol açan ve tekrarlayan bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. İki şekilde görülmektedir: Bunlar maddenin kötüye kullanımı ve madde bağımlılığı olarak belirtilebilir. İki durum arasındaki fark oldukça küçüktür. Maddenin kötüye kullanımı, yasadışı bir madde kullanma veya yasal bir maddenin yanlış bir şekilde kullanılması anlamına gelir. Bağımlılık ise kötüye kullanımdan başlayarak alınan dozun eskisi gibi tesir etmemesi üzerine artarak tekrarlayan davranışlar şekline döner, maddenin yoksunluğu kişinin hayatında problem teşkil ederek işlevselliğini düşürür. Kişinin sadece birkaç kez ot içmesi onu bağımlı kılmaz, ama bir maddeyi kötüye kullandığı ve bunun bir bağımlılığa yol açabileceği anlamına gelir. Son dönemlerde bu bozukluk fazlasıyla yayılmaya başlamış ve geniş çaplı araştırmalara konu olmuştur. Bu yazıda bu alanda çocuk ve ergenlik döneminde madde kullanım bozukluğuna ilişkin yapılan araştırmaların ışığında risk faktörlerinin değerlendirilmesi ve madde kullanımının maddeler arası değişkenliğinin ve yaygınlığının ele alınışı şeklinde gidilecektir.

Çocuk ve gençlerde madde kullanımında en önemli nedenin “merak” olduğu pek çok araştırma ile saptanmıştır. Fakat ergenlik ve gençlik biyolojik, bilişsel ve sosyal alanlarda değişikliklerin olduğu bir dönem olduğundan bunu sadece merak unsuruna yormak konuyu yüzeysel olarak ele almaktan öteye gitmeyecektir.  Gençler bu dönemde alkol ve madde kullanımını da içeren yeni durumlarla karşılaşırlar. Biyolojik ve sosyal değişikliklerin yarattığı stresi azaltmak, arkadaş baskısı ve bir gruba dahil olma isteği de madde kullanımına başlamada diğer önemli nedenlerdir. Bazı kişilerin diğerleri ile aynı olumsuz şartlarda, aynı çevresel şartlar ve risk etkenlerine karşılık, niye aynı olumsuz davranışları geliştirmediği esneklik (resiliency) ve direnç ile alakalıdır (Yüncü, Kesebir, Özbaran, Aydın&Çelik, 2009;  akt. Ostoszewski&Zimmerman,2006). Bağımlılığın nedeni olarak tek bir etkenden söz edebilmek çok güçtür. Birçok etken bir arada olabilir. Yaş gruplarına göre sosyal-aile desteği, arkadaş grubu, eşlik eden psikiyatrik bozukluklar, kullanım yaşı, kullanılan maddenin türü sonuçları değişmektedir (Yüncü, Aydın, Coşkunol, Altıntoprak&Bayram, 2006). Bu nedenle biyopsikososyal model bu bozukluğu açıklamada elverişli olacaktır. Biyolojik faktörler (örn. genetik faktörler), psikolojik ve davranışsal faktörler (örn. emosyonel bozukluklar, öğrenme güçlükleri, dürtüsellik, davranış bozuklukları), sosyal ve çevre ile ilgili faktörler (örn. ebeveynlerin madde kullanıyor olması, aile desteğinin az olması, akademik başarının düşük olması, akran ilişkileri, ekonomik ve sosyal desteğin olmaması vb.) birbiriyle sinerji içinde oldukları bir yol içinde madde kullanımına ve madde bağımlılığına etki etmektedir (Gürol, 2008). Madde kullanımı daha çok sosyal ve akran ilişkilerinin etkisi ile ortaya çıkarken madde bağımlılığının genetik faktörler ve psikopatoloji ile ilişkili olduğu düşünülmektedir.  Benzer bir yaklaşım alkol kullanımı için de geçerlidir. Bağımlılıkta genetik faktörler daha etkin bir rol oynarken, aynı şey alkol kullanımı veya kötüye kullanımı için geçerli değildir. Gürol (2008) adolesanlar üzerinde yaptığı araştırmalar neticesinde bu modelle tutarlı sonuçlar bulmuştur. Ergenlik dönemi ruhsal yapının yeniden düzenlendiği bir dönemdir. Bu dönemde cinsel ve saldırgan dürtülerin artması ile önemli bir döneme geçilmiş olur. Biyolojik değişiklikler, ebeveynle olan ve sosyal ilişkilerin değişmesi bireyin ruhsallığının yeniden düzenlenmesine sebep olur. Bu sebeple kişi yeni nesne ilişkileri geliştirir ve bunun ergen madde kullanımını anlamada önemli bir rolü bulunmaktadır. Gürol (2008) bu modeldeki biyolojik etmenleri ele alırken ailede madde kullanımının varlığına ve çocukluktan gelen dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, davranım bozukluğu ve öğrenme güçlüğünün olup olmadığına dair araştırma yapmanın gerekliliğini vurgulamıştır. Ducci ve Goldman (2008) tarafından yapılan bir araştırmada ise alkolizmde kronik nüks durumunun sosyal faktörlerle ilişkisi araştırılmıştır. Metod kısmında genetik yatkınlığa ve fenotiplere değinilmiştir. Aile, evlat edinme ve ikiz çalışmalarında yatkınlığa dair deliller bulunmuştur. Eski çalışmalara göre erkekler kadınlara göre daha meyilli iken ikiz çalışmaları her iki türü de eşit yatkınlıkta görmüştür (Ducci&Goldman, 2008). Diğer psikiyatrik sıkıntılarla ilişkisinin araştırılmasında ise depresyon ve anksiyete ile bir ilişkisinin olduğu hatta çocukluktan gelen bir Dikkat Dağınıklığı ve Hiperaktivite Bozukluğu ya da tutum bozukluğunun olduğu ortaya çıkmıştır (Ducci&Goldman, 2008). Bazı aracı fenotiplerin (yüz kızarması, alkole karşı az duyarlılık; sarhoş olmama gibi) ise risk teşkil ettiğini vurgulamışlardır. Gen araştırmalarında ise catechol-0-methyltransferase (COMT) diye bilinen genin nörobiyolojik bazı mekanizmalarda etkili olduğuna, davranış kontrolünü ve streste mücadeleyi şekillendirdiğine, metabolizmayla ilgili genlerin ise yatkınlığı artırdığına rastlanmıştır. Böylece gen ve çevre arasındaki ilişki anlaşılmaya çalışılmıştır. Genlere ilişkin geniş araştırmada ise COMT’ın dopamin,  norepinefrin ve katekolaminleri ürettiğine, prefrontal lobdaki dopamin seviyesini dengelediğine, VAL158 alelinin ise frontal lobdaki işleyişi yetersiz kıldığında, dopamin seviyesini düşürdüğüne, MET158 alelinin ise stres yönetimini düşürüp anksiyeteyi artırdığına fakat bilişsel performansı geliştirdiğine rastlanmıştır (Ducci&Goldman, 2008). Bu buluntulardan hareketle COMT geninin üstündeki bu iki alelin özellikleriyle birbirini dengelemesiyle kaygılı ya da savaşçı davranışları oluşuyor. Araştırmada çevresel etkilere yer verilmekle birlikte neden her ihmâle, akran baskısına, anksiyeteye ve depresyona maruz kalan bireyin bu davranışa meyillenmediği soru işareti yaratıyor. Verilen cevap DNA kodlamasıdır. Monoamine oxidase (MAOA) ve serotonin transporterleri (HTT vb.) bu noktada önem arzetmektedir. MAOA; agresyona etki eden testosteron oranını etkiler. Yapılan araştırmaya göre suçlu alkoliklerde bu oranın daha yüksek olduğuna rastlandı. HTT ise serotonin dengeleyicisidr ve OKB ya da alkolizm gibi hastalıklarda oranın az olduğu ve uyarıcıya duyarlılığın fazla olduğu bulunmuştur (Ducci&Goldman, 2008). Bu araştırmada bağımlılığın aslında tamamına yakın bir oranla beyin odaklı olduğu, etkileşime girilen çevresel ve gelişimsel faktörlerin de biyolojik ya da genetik etkilerle gölgede kaldığı vurgulanmıştır. %50’lik bir payla etkili bulunan bu genetik yatkınlık hem fizyolojik yönde hem de davranışsal yönde stresten kurtulma becerisinde ve ödül algısında etkili bulunmuştur (Ducci&Goldman, 2008). Ödül algısı aşerme ya da haz alma ile ilgilidir ve dopamin ile desteklenmektedir. Beynin aktive olması ve hormon düzenlemesi için önemli yer tutan dopamin cinsiyet hormonlarıyla yakından ilişkilidir. Dopaminin eksik olduğu durumlarda ödül eksikliği görüldüğünden beynin işleyişi anormalleşmektedir. Madde kullanımı ise dopamin seviyesini artırarak haz alma duyusunu artırdığından beynin ödül sistemini aktive eder. Nöral mekanizmaların da incelendiği bu çalışmada genlerin maruziyeti, klinik evreyi ve tedavi sürecinin devamlılığı aşamasını etkilediğine rastlanmıştır. Genetik çeşitlilik, birkaç genin sebep olduğu durumlar ve fenotipi diye bilinen çevre koşullarının sebep olduğu ırsi olmayan değişiklik –örneğin sadece belli bir organ için gerekli olan proteinlerin etkilendiği otozomal asıllı mutasyonlar– sorumlu tutulmuştur. Başka bir deyişle; yanlış büyütülme, yetersiz çevresel destek ve genetik sorunların kişiyi uyum sıkıntısına sürüklediğinden ziyade neden bunları yaşayan her bireyde bu durumun gözlemlendiği konu olmuştur; yani birey kontrolsüz bir varlık durumuna düşürülmüştür. Buna ek olarak cinsiyete ilişkin değişikliklere de rastlanmaktadır.

Yaşam boyu en az bir kez madde kullanımı riski cinsiyete göre ele alındığında ise erkeklerin benzodiazepin kullanımı hariç diğer tüm maddeler için kızlardan daha fazla risk taşıdığı görülmüştür. Madde kullanım riski erkeklerde eroin kullanımı için 10 kat, esrar için yaklaşık 4 kat, ecstasy için ise yaklaşık 3 kat daha fazladır (Ögel,2005). Maddeye bağımlılık geliştirmek açısından ise kadınlar en az erkekler kadar yatkındır. Bunu sebebi ise seks hormonlarının işleyişidir. National Institute of Drug Use (2010) tarafından yapılan madde bağımlılığı üzerine cinsiyet farkının etkisinin konu edildiği bir çalışmada kadınların beyindeki ödül mekanizmalarının esrarın içerdiği madde olan delta-9-tetrahydrocannabinol (THC)’un acı dindirici ve aktifleştiren özelliğine daha duyarlı olduğuna rastlanmıştır. Başka bir deyişle bilhassa madde bağımlılığında ve bunun yanısıra madde kullanımında beynin biyolojik işleyişi ve genetik özelliklerin etkili olduğunu söylemek mümkündür.

Kaynakça:
ANDERSON, P. Bruijn, A. Angus, K. , Gordon, R., & Hastings, G. (2009). Special Issue: The Message and The Media. Alcohol & Alcoholism, 44(3), 229-243.
ARMSTRONG, D.T., & Costello, J.E.(2002). Community Studies on Adolescent Substance Use, Abuse or Dependence and Psychiatric Comorbidity. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 70(6),1224-1239.
ÇAKICI, M., Çakıcı, E., Karaaziz, M., Keskindağ, B., & Bahtiyar, İ. (2015). KKTC’de İlkokul Öğrencileri Arasında Psikoaktif Maddelerin Kullanım Yaygınlıkları ve Risk Faktörleri. Kıbrıs, Lefkoşa: KKTC Başbakanlık Uyuşturucu ile Mücadele Komisyonu.
DUCCI, F., & Goldman, D.(2008). Genetic approaches to addiction: genes and alcohol. Addiction,103(9), 1414-1428.
GÖKBULUT, O.(2008), Bipolar Hastalıkta Alkol- Madde Kullanımı ve Anksiyete Bozukluğu Arasındaki İlişkinin Saptanması(Uzmanlık Tezi), Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul.
GÜROL, T.D., & Uzman, O.M. (2008). Madde Bağımlılığı Açısından Riskli Adolesanlar. Adolesan Sağlığı II, Sempozyum Dizisi,63,65-68.

Yazar: Melin Uluç

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com