Paylaş

İnanç; kavranılması, algılanması zor ve soyut bir kavramdır. Toplumda inanç kelimesi geçtiğinde, insanların aklına gelen ilk şey din kavramıdır. Çünkü inanç kavramı dine göre daha soyut bir yapıdadır. Bu açıdan baktığımızda inanç dinin olmazsa olmaz kavramlarından birisidir. Çünkü din insanlar aracılığıyla toplumda korku salmıştır. İnsanlar, türdeşlerinin yapıp etmeleri sonucunda dini hatta Tanrı’yı suçlamışlardır. Bundan dolayı bazı insanların dine karşı tutum ve davranışları değişmiştir. Birçok dinde bütünleştirici/birleştirici olmak esasken, yeryüzüne baktığımızda bunun tam tersiyle karşılaşırız. Burada şöyle bir soru akıllara gelebilir: İnsan sadece Tanrı için ya da sevap için iyilik yapıyorsa o insan iyi bir insan mıdır? Burada akıllara Kant’ın ödev etiği gelmektedir. Ona göre bir insan sadece kendisi iyilik yapmak için iyilik yapmalıdır. Örneğin bir bir araba sürücüsü, kırmızı ışıkta ceza almamak veya yanındaki kişi tarafından yargılanmamak için değil de sadece bunun doğru bir davranış olduğunu düşündüğü için orada beklerse bu iyi bir davranış olarak değerlendirilir (Akarsu, 1982, s. 207-211). İnsan bunu zorunlu olduğu için mi yapmalıdır? Yoksa bu iyiliğin insanın içinden mi gelmesi gerekmektedir? Din psikolojisinin anahtar kelimesi “dinin bireysel yorumu ve yaşayışı” olarak belirtilebilir.

Dinsel yaşayış daha farklı kavramları içermektedir. Bu kavramların en başında da inanç kavramı yer almaktadır. Öyleyse inanç, din psikolojisi içinde araştırılıp tartışılabilecek bir boyuttadır. Genel olarak inanç bireysel bir arayış, varoluşsal bir sorgulama ve bu arayış ve sorgulama sonucunda pratik kazanan edimlerdir. Bireyler önceki kararlarını, davranışlarını bulundukları dünyaya göre belirlerler. İnsanlar kendi sosyal hayatlarında şekillenir ve onların dünyaya baktıkları açı ve onu görme biçimleri kendi grup ve sınıfıyla ortak bir şekilde belirlenir. Tabii ki istisnalar olabilir. Geleneksel bir dille ifade etmek gerekirse, inanç; belli bir din veya onun düşünce sistemlerine duyulan bağlılıktır. Bu bağlılık kişinin kendi yapıp etmesi, içinden gelen güçlü bir inanma iradesinden meydana gelir. Onu bu kadar soyut ve özel yapan şey de tam olarak budur.

Sonlu varlıklar olan insanlar nasıl oluyor da bu sonsuzluk duygusuna yükselebiliyorlar? Dinsel duyguların kökeni nedir? İnsan, hayatının bağlı olduğu aşkın gerçekliği her zaman anlamaya, tanımlandırmaya çalışmıştır. Din her zaman ruha ve duyguya ulaşmıştır. Buradan da bir akıl dini ve bir de gönül dini meydana gelmiştir. Akıl dini insana içinde bulunduğu evren hakkında doğru veya yanlış bir bilgi verir. Dünyayı anlamlandırmasına, ihtiyaçlarını belirlemesine, kendisini savunmasına yardımcı olur. Daha çok fizyolojik kısımlar olarak adlandırılabilir. Kısaca “korunma içgüdüsü”dür. Bu içgüdünün içine ölüm kavramı rahatlıkla yerleştirilebilir. İnsan ölüme isyan eder. Yok oluş düşüncesiyle bunalarak onu reddeder. Bundan dolayı insan, bu hayatta kendine bir amaç edinerek ya da öteki dünyayı düşleyerek bu kaygılar yatıştırır. Gönül dinine geldiğimizde ise onun en temel kavramı sevgidir. Kutsal varlıklara, Tanrı’ya/tanrılara, ruhlara, totemik eşyalara duyulan sevgidir. Burada sempati kavramıyla burun buruna geliriz. İnsan sevdiği gibi sevildiğini de hissetmek ister. Bütün bu düşünce sisteminin amaçlarından birisi de budur.

Kaynakça:
AKARSU, B. Ahlak Öğretileri.
CEVİZCİ, A. (2016). İlkçağ Felsefesi. Say Yayınları.
LEIBNIZ, W. (2011). Monadoloji. (D. Ç. Kasap, Çev.) Pinhan Yayıncılık.

Yazar: Tuğçe Çifci

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. 


Paylaş

Tuğçe Çifci

Okumaya ve yazmaya olan tutkum, üniversitede'de beni felsefe okumaya yönlendirdi. Ve artık yazdıklarımı paylaşmalıyım diye düşündüm. Buradayım