Paylaş

Lacan’a göre Freud’dan önce “ruhu sorgulayanların en sivrisi” [1] olan Kierkegaard’ı bir sorun rahat bırakmıyordu. Kierkegaard için bu sorun, kendi ifadesiyle: “Tekerrür mümkün müdür, değil midir ve ne anlama gelmektedir; bir şey tekrarlandığında, o şey kazanıyor ya da kaybediyor mu?” [2] Kierkegaard, bu soru karşısında “neredeyse felce uğradığını” söylüyor ve bu soruya yanıt verebilmek için bir deneye başvuruyor: Geçmişin o özdeş anını yeniden yaşayabilmek ve böylelikle mutluluğu yeniden bulmak adına adımlarını tekrarlamak için daha önce de ziyaret etmiş olduğu Berlin’e gitmeye karar veriyor. Kierkegaard’ın projesi burada bir edim felsefesi olarak ortaya çıkıyor çünkü o, kendisini çok yoğun bir şekilde endişelendiren teorik bir probleme karşı tepkisini yine kendisini bir nefer olarak konumlandırdığı bir eylemle (Berlin’e intikal) ortaya koyuyor. Bu sebeple Tekerrür, teorik bir denemeden ziyade yazarın deneysel seyahatnamesinin bir kaydı olacaktır.

Deney, tam anlamıyla bir fiyaskoya dönüşüyor. Örneğin, Kierkegaard için operada gözde dramasını yeniden dinleyerek aynı ruhsal iyileşmeyi hissetmek mümkün değildi. Hissetmiş olduğu zevk, her anlamda geçmişe aittir ve ona geri dönüş imkânı yoktur. Hatta Kierkegaard, tüm bu zahmete karşılık yaptığı seyahatin, kendisini ödüllendirmediğinden dahi bahsediyor. Çünkü ne yazık ki gerçekte, tekerrürün olmadığına ikna olmak için koltuğundan kıpırdamasına gerek yoktu. Kierkegaard, “hiçbir tekerrürün mümkün olmamasının, kendini tekrar eden tek şey” olduğunu doğruluyordu ve Kierkegaard’ın bunun farkına varması, onu mümkün olan her şekilde tekrarlatarak gerçekleşti. [3] Basitçe şöyle gözlemliyor: “kişi, her şeyin göçüp gittiği ve boş olduğu bir oturma odasında huzurlu bir şekilde oturabilir ve o durumdayken bu kişi, hareketsiz bir şekilde oturmasına rağmen trenle seyahat eden birinden daha hızlı seyahat eder” [4]. Sonunda, tekerrürün beklentisi, bir anının gölgesinde kaldı.

Peki Kierkegaard’ın çalışması, Lacan’ın düşüncesiyle tam olarak nasıl kesişir? Seminer IV’te Lacan, Freudyen kayıp nesne sorununun Platonik hatırlama alanında değil, Kierkegaard’ın ortaya koyduğu gibi tekerrür kavramının açtığı alanda kaydedildiğini vurgular. Eğer Platonik hatırlama, “önceden biçimlenmiş bir bilginin” yeniden keşfi ise tekerrür tam da imkânsızın deneyimidir: tekerrür, fiziksel ihtiyacın aksine biyolojik yasaların kontrolünde değildir ve “doğası gereği … tekerrürün … tatmin edilmesi imkânsızdır.” [5] Özneyi, nesneden aldığını anımsadığı ancak bir daha asla elde edemeyeceği o ilk tatmin deneyimini durmadan aramaya iten şey, haz ilkesidir. Aslında Freud, kayıp nesneye duyulan nostaljinin etkisiyle bulduğumuz şeyin, asla aradığımız şey olmadığı konusunda ısrar eder. Tekerrürün imkânsızlığını vurgulayan şey, yeniden keşfin kendisidir çünkü bulduğumuz şey asla aynı nesne olmayacaktır ve olamaz da. Kayıp nesne, sonsuza dek kaybolmuştur.

Böylece Freudyen yeniden keşif, tekerrürün imkânsızlığıyla eşanlamlı bir kayıp düzende tanımlanır. Lacan’ın Seminer XVII’de, Kierkegaard ile Freud arasındaki “yakınlığı” konumlandırdığı yer tam da bu noktadır. Hem ilk anda hem ikinci anda aynı şeyin geri dönüşü yoktur: Herhangi bir ikame girişimi eninde sonunda başarısızlıkla sonuçlanır. Kierkegaard’ı rahatsız eden soruya Lacan’ın yanıtı açık bir şekilde verilmiştir: “tekrarlanan şey, yinelediği şeyle karşılaştırıldığında bir kayıp halinden başka bir şey olamaz.” [6] Peki kayıp nelerden oluşur? Lacan’a göre bu, her zaman jouissance [7]’ın bir kaybıdır. Burada son derece ilginç olan şey, Lacan’ın metninde jouissance’ın açık bir şekilde tekerrür ile ilişkilendirilmesidir: “Tekerrürü gerekli kılan şey jouissance’tır.” Aslında tekerrürü haz ilkesinin ötesinde bir alana ve bu sebeple de sembolik düzenin dış sınırlarına yerleştiren şey, jouissance’tır. Tekerrür tam olarak gösterilemez çünkü bunu yapmak imkânsızdır. Son olarak şu söylenebilir ki jouissance, tekerrürü “gösterenler ağından” çıkardığı için aynı zamanda tekerrürün automaton [kendiliğinden hareket eden]’un aksine şansla (tuché) olan bağını da gün yüzüne çıkarır.

Seminer XI’de, Lacan’ın Aristoteles’ten şans terimini ödünç aldığını biliyoruz ancak Lacan, bu terimi “gerçekle karşılaşma” [8] olarak tercüme ediyor. Lacan’a göre gerçek, “automaton’un, geri dönüşün, geri-gelişin, onlar aracılığıyla haz ilkesi tarafından yönetilirken kendimizi gördüğümüz göstergelerin ısrarının ötesindedir. Gerçek, her zaman automaton’un arkasında yatan şeydir.” Burada gerçek için söylenenlerin tekerrür için de kesinlikle doğru olduğu belirtilmelidir. Bir bütün olarak Lacancı metnin mantığının tam da bu iki terimin karşılıklı olarak birbirinin yerini alma olasılığına dayandığını görmek için önceki alıntıdaki gerçek kelimesini tekerrür kelimesiyle değiştirmek yeterlidir.

Peki ama Lacan’a göre tekerrürü gerçek, gerçeği ise tekerrür olarak düşünmemize izin veren ve hatta bizi buna iten şey nedir? Bu, tam olarak imkânsızın kategorisidir. Tekerrür ânı, geçmişin ölçülerine göre özel olarak hazırlanmış bir şimdiyi değil, kendi ölçülerine göre hazırlanmış bir şimdiyi gösterir: Lacan’ın Seminer XI’de, “tekerrürün yeni olanı gerektirdiği”ni ileri sürerken kastettiği şey budur. Bu Lacancı savın, Kierkegaard’ın “tekerrürün diyalektiği” dediği şeyi ustaca özetlediğini gözleyeceğiz. Böylesi bir diyalektiğe göre tekerrür, hiçbir zaman önceden var olan bir kaydın yeniden üretilmesi değildir: “tekrarlanan şey, olmuştur; aksi halde tekrarlanamaz ama tam da bu, yani onun olmuş olması, tekerrürü yeni bir şey yapar.” Bu noktada, Seminer XI’de belirtildiği gibi “tamamen imkânsız olan yeni bir şeyi kabul eden” Lacancı “gerçeğin ekonomisine” çok yakın bir yerdeyiz. Diğer bir deyişle tekerrür, bize tam olarak imkânsızı sunduğu için gerçeğe açılır.

Kierkegaard’ın tekerrürü, imkânsız kavramı ile tanımlanan bu paradoksal alanda, Lacancı gerçek ile “comme par hasard” [tesadüfmüş gibi] kesişir. Bu nedenle tekrarlanan şey gerçek ile buluşur ancak bu asla vaktinde olmaz ve sürekli olarak başarısızlığa uğrayan bir kaydı gerektirir. Seminer XX’de imkânsızın, “yazılmamış olmayı asla bırakmayan” olarak tanımlandığını biliyoruz. Bu, gerçek kılınmasının imkânsızlığına çarpmasına rağmen tekrar ve tekrar, encore et encore [9] tekrarlanan bir kayıttır. Her ne kadar gerçek, isimlendirilmemiş olsa da bu son gözlem ışığında, Seminer XX’nin başlığı olan Encore’un, gerçeğin “adı” olduğunu iddia etme cazibesinden kaçınmak imkânsız olacaktır.

Dipnotlar ve Kaynaklar:

  1. Jacques Lacan, The Four Fundamental Concepts of Psychoanalysis.Ed. by J.-A. Miller. Trans. By Alan Sheridan. London: Hogarth, 1977, s. 59.
  2. Søren Kierkegaard, Repetition and Philosophical Crumbs, Trans. By M.G. Piety, New York, Oxford University Press, 2009, s. 3.
  3. a.e. s. 38.
  4. a.e. s. 42.
  5. Jacques Lacan, The Object Relation: The Seminar of Jacques Lacan, Book IV (1956-1957). Ed. by J.-A. Miller. Trans. by A. R. Price. Cambridge: Polity, 2021, s. 15-16.
  6. Jacques Lacan, The Other Side of Psychoanalysis: The Seminar of Jacques Lacan, Book XVII. Ed. by J.-A. Miller. Trans. by R. Grigg. New York/London: Norton, 2007, p. 51.
  7. Lacan’ın birçok kavramında olduğu gibi jouissance kavramı da zaman içinde değişmiş ve dönüşmüştür. Bu yüzden jouissance’la karşılaştığımızda, Lacan’ın hangi dönemde ondan bahsettiğini bilmek ve bağlamını incelemek önemli görünmektedir. 1953-54 seminerlerinde Lacan, jouissance’ı çoğunlukla “haz” (pleasure) yerine kullanmıştır. Buna karşın 1950’lerin sonu ve 1960’lardaki seminerlerinde jouissance ile haz arasında keskin bir ayrım güder ve jouissance, Freud’un haz ilkesinin ötesinde diye anlattığı, Lacan’ın deyişiyle “acı çekmek” olarak karşımıza çıkar. Jouissance’ın sınırlarını belirleyen, hazdır ve jouissance’ın konuşan özneye yasaklanmış olmasından kaynaklı olarak Simgesel düzende özne bir miktar jouissance kurban etmelidir. Kurban edilen bu jouissance, arzunun nedenidir ne var ki elde edilmesi mümkün değildir. 1970’lerdeki seminerlerinde Lacan, fallik jouissance ve dişi jouissance’tan bahseder. Fallik jouissance, cinsel jouissance’tır; yalnızca bir organın jouissance’ıdır. Lacan’a göre kadınlar da fallik jouissance’a yani bir organın jouissance’ı olarak cinsel jouissance’a sahip olmakla beraber Lacan’ın Azize Teresa örneğinde (bknz. dusunbil.com) verdiği üzere Tanrı ile ilişkili olan dişil jouissance’a da sahiptirler. (“Jouissance” International Dictionary of Psychoanalysis.Encyclopedia.com. https://www.encyclopedia.com/medicine/psychology/psychology-and-psychiatry/jouissance) (e.n.)
  8. Jacques Lacan, The Four Fundamental Concepts of Psychoanalysis, Ed. by J.-A. Miller, Trans. by Alan Sheridan, London: Hogarth, 1977, s. 53-54.
  9. Encore Fransızcada tekrar, yine, hâlâ anlamlarına gelir; encore et encore’u tekrar ve tekrar olarak çevirebiliriz. Lacan’ın 20. Seminer’inin başlığı olan Encore, Metis Yayıncılık tarafından Yine/Hâlâ başlığıyla çevrilip yayımlanmıştır. (e.n.)

©® Düşünbil (2022)

Yazar: Maro Bellou
Çeviren: Mustafa Ateş
Çeviri Editörü: Selin Melikler
Kaynak: thelacanianreviews.com


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com