Paylaş

“…yaşamdaki iyi şeyler beraberinde kötü şeyler getirmezmiş gibi – örneğin yaşamımızdaki diğer şeylerden vazgeçmeden sevebilir ve sevilebilir; fedakârlıkta bulunmadan çocuk sahibi olabilir; çifte değerlilik ve nefret olmadan âşık olabilir; başkalarının ihtiyaçları ve eylemleriyle dört bir yandan kuşatılmadan yaşamımızla ilgili kararlar verebilir; acı ve kayıp olmadan büyüyebilir ve büyüyüp büyüyüp sonunda ölmeyebilirmişiz gibi -.” (Craib, 1994)

Yaşamda salt iyi ya da salt kötü yoktur. Doğanın yasalarını işlettiği bireysel yaşantılarımızda da, başımıza gelen şeylerin yalnızca “iyi” veya yalnızca “kötü” sonuçları bulunmaz. İyi ve kötüye dair yorumlarımız öylesine iç içe geçmiştir ki, bunları algılama biçimlerimiz kendimiz için bile çoğu zaman belirsizdir. Bize oldukça karmaşık görünen bir biçimde, iyi olacağına inandığımız bir durum başımıza geldiğinde yoğun kaygı hissedip çok korktuğumuz şeylerle yüzleştiğimizde rahatlayabiliriz.

Aslında bu tam da yaşamın siyah ya da beyaz olmadığını, zamanın tik taklarının çoğunlukla gri alanlarda geriye saydığını ispat eder niteliktedir. Çünkü dışımızdaki zaman durmaksızın değişir ve bizim algılarımız durmaksızın evrilir; dolayısıyla durumların kısa ve uzun vadede büründükleri iyilik / kötülük biçimleri farklılaşabilmektedir. Evrendeki akışı zıt kutupların varlığı ve iç içeliği ile açıklayan “yin ve yang” felsefesi de siyah ve beyazın iç içe geçtiği gri alanlara gönderme yapar.

Hayal kırıklığı, işte yaşamın bu gri alanlarında sıklıkla ağırladığımız bir duygudur. Çünkü insan, yaşamını çoğu zaman beklentiler ve kimi gerçekleşen kimi gerçekleşmeyen hayaller üzerine kurar. Ancak siyah ve beyaz o kadar iç içedir ki, kişi bazı anlarda arzularına ulaştığında dahi mutluluğu yakalayamayabilir. Sonuç olarak kendi kafa karışıklığını anlamaz, başkalarını ne istediğini bilmemekle suçlayabilir ve gerçekleşmeyen bir beklentisini daha “hayal kırıklığı”nın dokunaklı ifadesi altında hafızasına gömer.

“Yaygın kullanımına ve sözlüğe göre, beklediğimiz, amaçladığımız, umduğumuz ya da arzuladığımız bir şey gerçekleşmediğinde meydana gelen şey, hissettiğimiz şey, hayal kırıklığıdır.” (Craib, 1994)

Beklenti, amaç, arzu ve umut kavramlarının her biri farklı tanımlanabilir ve farklı motivasyonlardan ileri gelebilir ancak nihayetinde hepsi istek ve ihtiyaçlarımızın tatmin edilmesine yönelmiş durumdadır. Biz yaygın şekilde, yalnızca bu istek ve ihtiyaçlar tatmin edilmediğinde hayal kırıklığına uğradığımıza inanırız; çünkü denklem basit görünür: Arzu / umut nesnesine ulaşmak mutluluk, ulaşamamak mutsuzluk getirecektir. Ancak bildiklerimizin aksine, arzu / umut nesnesine ulaşmanın mutsuzluk getirişi de yaşamda sıklıkla karşılaşılan bir tablodur.    

Bir kadının doğum sonrasında yaşadığı depresyon durumu, taraflardan en az birinin evlilik esnasında yaşadığı yoğun kaygı ve kayıp hissi, sevilen bir yere seyahat hazırlıkları yaparken hissedilen birdenbire çöken isteksizlik ve çoğaltılabilecek benzer örnekler bizlere tanıdık gelebilir. Uzun zamandır yolu gözlenen bebek gelmiş, özlem duyulan âşıkla resmi olarak birleşme sağlanmış, daha bir önceki tatilin hemen ardından planları yapılan seyahat zamanına işte nihayet ulaşılmıştır. Hissedilmesi gereken doyum ve mutluluk nerededir?

Oysa bunların her biri, küçük yaşamlarımız içinde attığımız nispeten büyük adımlardır ve daima hayatımıza ait bir zaman bölümünün geride bırakılmasını içerir. Bir daha geri gelmeyecek olan şeyler ise bizi daima hüzünlendirmiştir.

“…oysa değişimlerin bütünüyle pozitif olmasının beklenebileceği durumlarda bile hayal kırıklığı işe karışır. Bebek sahibi olmak, evlenmek, işte terfi almak çoğu kez beklenmedik bir kayıp hissi ve depresyonu da beraberinde getirir; çoğu zaman bu tür duygular gayet yerindedir, çünkü bir daha asla geri dönmeyecek durum ve ilişkilerin kaybedilmesini de içerirler.” (Craib, 1994)

Aslında bizi hayal kırıklığına uğratan şeyler her zaman büyük olaylar veya travmatik bazı yaşantılar olmak zorunda değildir. “Birinin bizim için “doğru insan” olduğuna duyduğumuz inancı sürdürmemiz; ebeveynlerimizle ilişkimizi değiştirecek bir şey yapabileceğimiz ve böylelikle hep istediğimiz insanlar olacakları umudu gibi. Böyle inançlar belli ki ne “delice”dir ne de bir travmaya gösterilen tepkidir, ama yine de “gerçeklik” sınavında pek başarılı olamazlar.” (Craib, 1994)

Gerçeklerle pek bağdaşmayan beklentilerimizi sürdürdüğümüz müddetçe hayal kırıklığı, deneyimlenmesi gereken bir durum olarak karşımıza çıkar. Ebeveynlerimizin her zaman istediğimiz insanlara dönüşmeleri, kabul etmek gerekir ki oldukça küçük bir ihtimaldir. Küçük ihtimaller için kurulan büyük hayaller ise nihayetinde kırılarak kırılgan bünyelerimize geri dönecektir.

Hayal kırıklığı kavramı ve doğası üzerine bu ismi taşıyan bir kitap yazan Ian Craib, bugün gelinen durumda insan hayatında negatif olarak deneyimlenen süreçlerin bile pozitif deneyimlere dönüştürülmeye çalışılmasını eleştiriyor. Yazarın bu tespitini paylaştığı 1994 yılından bu yana, görmek istemediğimiz tüm durum ve olayları yaşamlarımızın dışına itmeye, “hayal kırıklığı”nı ve içerdiği tüm kavramları dışlamaya devam ediyoruz. İyimserlik, neşe, coşku gibi erdemlerin gerçek anlamları dışında yaşanıp manipüle edildiği, insani acıların görmezden gelindiği, acı çeken insanlara yanlışlık gözüyle bakıldığı yaşantılarımızda, hayal kırıklarını birbirimizle paylaşmak artık pek mümkün görünmüyor. Çünkü bu duygu durumları ve bunu yaşayan insanlara negatif anlamlar yükleniyor.

Hâlbuki yaşamda salt iyi ya da salt kötü yoktur. Bunlardan ilkini savunmak kendini kandırmaktır, öteki ise yaşama hak ettiğinden az değer vermektir. Her iki durum da beraberinde ifade edilemeyen hayal kırıklıklarını getirecektir.

“Yaşamı ancak, karanlık tarafı da, yani ölümü ve hayal kırıklığını da kabul eder ve yaşama dâhil edebilirsek daha iyi hale getirebiliriz. Paradoksal olarak, bunu ne kadar yadsırsak, yaşamımız o derece zorlaşır, insanlarla bağlarımız o derece kopar.” (Craib, 1994)

Beklentilerimiz, çoğunlukla gerçekleşme durumlarından bağımsız olarak bizi hayal kırıklığına sürüklüyor. O halde beklentiler, yaşamın gri alanındaki birer yanılsama değil midir? 

Kaynaklar:

Craib, I. (1994). Hayal Kırıklığı. (A. Onacak, Çev.) Ayrıntı Yayınları.

Yazar: Seval Dönmez

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. Düşünbil Portal’da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.


Paylaş

Seval Dönmez

1989'da Ankara'da doğdum. Hacettepe ve ODTÜ’de Psikoloji alanında eğitim aldım. Yol arkadaşım Çikilop'um (tekirim) ile zaman geçirmeyi, piyano müzikleri dinlemeyi, yazmayı seviyorum. Hayatı, konuşmalarımızı ve olan bitenleri şuna benzetiyorum: "İçimdeki yaşamın sesi, senin içindeki yaşamın kulağına ulaşamaz. Yine de kendimizi yalnız hissetmemek için konuşalım." (Halil Cibran)