Diğerkamlık Zayıflık Mıdır?
Diğerkam eylem diye bir şey gerçekten var mıdır? Nietzsche, diğerkamlığı ve özgeci (alturist) eylemleri genellikle zayıflığın, çürümenin ve kişinin kendine ve hedeflerine olan inancındaki eksikliğin açığa çıkışı olarak görerek eleştirdi. Yani komşunuza yardım etmeniz birçok durumda kendinize ket vurmanız anlamına gelebilir. Ancak bencil bir yaşamın peşinden koşacaksanız da hedeflerinizin ve kendi benliğinizin buna değeceği konusunda emin olmalısınız, diyor Guy Elgat.
Kişi özgeci olmalı mı, diğer bir deyişle kendisi de bedel ödemek pahasına başkaları için hareket etmeli mi? Kişinin eylemleri herhangi bir bencil saikten arınmış olmalı mı? Diğerkamlık, kişinin, uğruna çabalaması ve geliştirmesi gereken bir erdem midir? Pek çoğumuz için bu tür sorulara verilecek cevaplar son derece tartışmasızdır hatta bu soruları sormak dahi ya ahlaki duygusuzluk işareti ya da çocukça bir provokasyon girişimi olarak anlaşılır. Buna karşın 19. yüzyılın “ahlaksız” Alman filozofu Friedrich Nietzsche’ye göre bu soruların cevabı hiçbir şekilde apaçık ve tartışmasız değildi. O, diğerkamlık ve özgeciliğin ne koşulsuz olarak takip edilecek ve övülecek erdemler olduğuna ne de mutlak ahlaka dayalı yükümlülükler olduğuna inanıyordu. Dahası başkalarını önemsemenin (özgeci bir bağlamda) özenli ve ölçülü bir şekilde uygulanması gereken bir şey olduğunu düşündü, doğrusu bazı durumlarda diğerkamlık büyük bir tehlike teşkil edebilirdi ve hatta derin bir varoluşsal rahatsızlığın işareti olabilirdi.
Nietzsche’nin bu konu hakkındaki zorlayıcı ve huzursuz edici görüşlerine yaklaşmak için felsefede çok iyi bilinen bir ayrımdan, yani psikolojik egoizm ile normatif egoizm arasındaki farklılıktan faydalanmak bize yardım edecektir. Kabaca ifade edersek psikolojik egoizm, insanların tüm eylemlerinin -görünüşte tam tersi söz konusu olsa bile- tamamen egoist kendilik kaygısıyla motive edildiğini iddia eden, insan psikolojisi ile ilgili bir görüştür. Bu görüşe göre farklı düşünenler yalnızca kendini kandırmanın kurbanlarıdır: Aynada kendi gerçek yüzlerini görmekten korkarlar, kendi kendilerine yine kendilerini asla yakalayamadıkları bir saklambaç oyunu içerisindedirler. Diğer bir yandan normatif egoizm, adından da anlaşılabileceği üzere psikolojiyle veya meselenin ne olduğuyla değil ne olması gerektiğiyle ilgilenir. Bu görüşe göre içimizde diğerkam hisler veya endişeler olsa bile bu güçlerin çekimine karşı mücadele etmemiz ve sıkı egoistler olmamız gerekir çünkü eğer kendimizi sevmeyi pratik eder ve herhangi bir eylemimizde “bunda benim için ne var” diye sorarsak daha iyi bir durumda oluruz.
Nietzsche’nin dilinden, “sıkı bir sorgulama anında tüm ‘bencil olmayan eylem’ kavramı yok olup gider.”
Açıkçası bu görüşlerin her ikisi de bir hayli radikaldir, bu nedenle de bunlara inanmanın oldukça güç olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu noktada Nietzsche’nin iki görüşü de reddettiğini görmek son derece önemlidir. Öncelikle psikolojik egoizm iddiasını ele alalım: Nietzsche’nin burada bahsedilen sorular ile en çok ilgilendiği “orta dönem” eserlerinin okuyucuya verdiği izlenime karşın Nietzsche esasında çok daha dikkatli ve son derece incelikli bir düşünsel konuma sahip. Bu nedenle Nietzsche, 1878 tarihinde yayımlanan İnsanca, Pek İnsanca adlı eserinde hepimizin tepeden tırnağa egoistler olduğumuzu iddia etmek yerine yaptığımız her eylemin bir nebze de olsa -ancak yalnızca buna dayalı olmamakla birlikte- egoistçe motive edildiğini göstermeye çalıştı. Sonuçta söyleyebiliriz ki Nietzsche’ye göre her eylem ya tamamen egoist saiklere dayanır ya da karma bir motivasyona sahiptir -yani kısmen özgeci, kısmen ise egoist-.
Buradan hareketle yukarıda bahsedilen kitabın 57. bölümünde Nietzsche, kendini feda eden asker veya çocuğu için canını vermeye hazır anne gibi örnekleri -çok açık şekilde diğerkamlık örneği durumlar- tartışır ve sorar:
Bunların hepsi egoist olmayan durumlar mıdır? Bunlar, ahlaki mucizeler ile ilgili edimler midir, [Arthur] Schopenhauer’ın kelimeleriyle “imkânsız olmasına rağmen gerçek” midirler? İnsanın kendinden bir şeyi, bir fikri, bir arzuyu, bir yavruyu, kendine ait başka bir şeyden çok daha fazla sevdiği bütün bu örneklerde bir şeyi feda ettiği, diğer bir deyişle kendi doğasını böldüğü ve bir parçasını diğeri için feda ettiği çok açık değil mi? Bir şeye yönelik eğilim (istek, dürtü, arzu) yukarıda bahsedilen tüm örneklerde mevcuttur, bu eğilime tüm sonuçları ile teslim olmak ise “bencillikten arınmış” değildir. (İnsanca, Pek İnsanca, 57, ilk cümle yazara aittir)
Nietzsche’nin buradaki dikkatli kelime seçiminin farkına varmak gerekir: Bir psikolojik egoistten farklı olarak bu tür eylemlerin tamamının tepeden tırnağa egoist bir motivasyonla yapılacağını iddia etmiyor. Bunun yerine bize bu tür eylemlerin bir psikolojik analizini sunuyor, bu eylemlerin bencillikten arınmış olmadığını yani egoist saiklerden bağımsız düşünülemeyeceğini ortaya koymaya çalışıyor. Nietzsche’nin kitabının daha sonraki bir bölümünde yazdığı gibi “sıkı bir sorgulama anında tüm egoist olmayan eylem’ kavramı yok olup gider” (a.g.e. 133). Ve Nietzsche peşine hemen şunu ekler: “Hiç kimse herhangi bir şeyi hiçbir kişisel saiki olmaksızın tamamen başkaları için yapmamıştır” (vurgu yazara ait). Sonuçta Nietzsche’nin bu çalışmadaki görüşü, insanda egoist olmayan dürtüler bulunmayacağı yönünde değildir. Diğer bir deyişle o, herhangi bir insan eyleminde özgeci motivasyon tomurcukları olmadığını savunmaz. Aksine başka bir bölümde (a.g.e., 49) açık bir şekilde bu dürtünün “neredeyse tüm insan eylemlerinde” etkin hâlde bulunduğunu belirtir.
Psikolojik olarak daha gerçekçi olmak, kendimizden beklentilerimizi azaltmamızı ve böylece bir tür suçluluk duygusunu gidermemizi sağlayabilir.
Peki Nietzsche, yalnızca başkalarını önceleyen saikler tarafından motive edilen eylemlerin gerçek olduğu görüşüne neden karşı çıkmak istemektedir? Buna verilebilecek yanıtlardan biri, bu görüşün tam da Schopenhauer’a ait olduğudur. Çünkü Schopenhauer, Ahlakın Temeli (1839) adlı önemli eserinde ahlaki eylemlerin değerinin, onların tamamen özgeci bir şekilde -yani saf merhametle- motive edilip edilmediğine bağlı olduğunu öne sürüyordu ve hatta yalnızca bu tür eylemlerin gerçek eylemler olduğuna inanıyordu. Diğer bir yandan, İnsanca, Pek İnsanca adlı eserinin Nietzsche’nin bir zamanlar akıl hocası olan Schopenhauer’a karşı bir bağımsızlık bildirgesi niteliğinde olduğunu göz önünde bulundurursak onun eski akıl hocasının tam da karşısında konumlanmasını şaşırtıcı bulmamalıyız.
Ancak Nietzsche’nin analizlerinin, akıl hocasına yönelik salt felsefi bir başkaldırının ötesine geçen sebepleri vardır. Nietzsche’nin görüşlerinin bir yorumlanışı da şöyle yapılabilir: Mümkün olduğu izlenimi uyandırılarak son derece yaygın bir hâle getirilen diğerkamlığı öneren ahlaki kurallar (“gereklidir” demek “yapılabilirdir” iması taşımaz mı?), psikolojik tahrifatlar oluşturabilir ve böylece kişinin kendini bilmesine ket vurabilir. Dahası tamamen diğerkam bir yaşamın mümkün olduğu fikri bizi esir aldığı sürece bunu asla başaramayacağımız için mütemadiyen suçluluk duyabiliriz. Psikolojik olarak daha gerçekçi olmak, kendimizden beklentilerimizi azaltmamızı ve böylece bu tür bir suçluluk duygusunu gidermemizi sağlayabilir.
Nietzsche’nin eleştirileri burada bitmiyor: Onun gözünde özgeciliğe fazla değer verilmesi, kendi içinde şüpheli bir durum ve bir tür zayıflık veya “hastalığın” belirtisi. Kişinin diğerkamlığı ve özgeciliği iyi bir şey olarak görmesi ve bu nedenle komşusuna elinden geldiğince yardım etmeye çalışması kişinin hayatında aklıselim olmadığının, diğer bir deyişle bir amaç veya hedeften yoksun olduğunun işaretidir. Nietzsche’nin belirttiği gibi “buradaki değer yargısı temelde: ‘Ben çok da değerli değilim’ şeklindedir” (Güç İstenci, 373). Kendi acizliğinden [ve] büyük olumlayıcı iktidar hislerinin yokluğundan (a.e.) muzdarip kişi kendine eşlik etmeye katlanamaz ve kendinden, ötekine kaçmak ister. Bu noktada özgeci eylemler bir kaçış vasıtası işlevi görür: “Kendinizden komşunuza kaçıyorsunuz ve bunu bir fazilet hâline getirmeye çalışıyorsunuz: Ancak ben sizin ‘diğerkamlığınızı’ görüyorum.” böyle söyledi, Zerdüşt (Böyle Söyledi Zerdüşt, “Komşu Sevgisi Üzerine”). Nietzsche şüphelerini daha ileri bir noktaya taşıdığında, aslen özgeciliğe yüklenen değerin, kişinin kendisi yerine başkaları için eylemlerde bulunmayı teşvik etmesi kadar “sürü ahlakı” dediği şeyin bir ifadesi olarak da düşünülebileceğini söylüyor. – Çoğunluğun ve zayıf olanın ahlakı, işlevi topluluğu korumak ve aynı zamanda soylu bireyler ile büyük görevleri, hedefleri olan insanlara ders verip had bildirmek olan bir ahlak. Bu açıkça Hristiyan ahlakının “köle isyanıdır”. Bunu kendi ulu değeri “komşu sevgisi” ile yapar. Amacı, güçlü ve kendine güvenen “efendileri” alaşağı etmek ve ardıllarını kendine acı veren bir suçluluk duygusu ile yola getirmek, yoldan çıkmamasını sağlamaktır. Diğer bir yandan Nietzsche belirtir ki “eğer birisi çıkar gözetmeyen diğerkam eylemlerde tehlike ve sapkınlık hissediyorsa […] sürünün bir parçası değildir (Güç İstenci, 286). Doğrusu başkaları için hareket etmek, özellikle de acıma duygusu ile iç içe geçmiş bir yardım etme arzusu aslında bir baştan çıkmadır. Âdeta büyük görevleri olan insanları yıkıma götüren bir tehdittir, gemileri karaya oturmaya sürükleyen cezbedici bir Siren şarkısı gibidir. Nietzsche itiraf eder, “kendimi kaybetmenin yüzlerce düzgün ve övgüye layık yolu var ve bunlar hakikaten de son derece ‘ahlaklı’ yollar”. Gerçekten de merhamet ahlakını teşvik edenler şu ilkenin tam anlamıyla tek ahlaki yol olduğunu kabul ediyorlar: Bir komşuya yardım etmek için kendi yolunu kaybetmek! (Şen Bilim, 338)
Ancak çok önemli bir noktaya değinmeliyiz ki tüm bunlar normatif egoizme dair bir savunma veya ona dair bir teşvik girişimi olarak anlaşılmamalıdır. Çünkü Nietzsche, Ayn Rand gibi normatif egoist filozofların aksine bariz şekilde herkesin -kim ve ne olursa olsun- kendisini sevmesi gerektiği görüşünün karşısındadır. Onun görüşü esasında, bir kimsenin önce egoist olma hakkına sahip olmak zorunda olduğuydu ve bu da “insanlığın devamlı yükselen yolculuğunu” kişinin temsil edip etmediğine bağlıydı (Güç İstenci, 373). Egoizm “doğası gereği” istikbal ve umut dolu sağlıklı “soylu ruhlara” mahsustur (İyinin ve Kötünün Ötesinde, 265): Bu tip bir kişi “tüm diğer varlıkların doğası gereği o ve onun gibi varlıklara tabi olmaları ve onlar için kendilerini feda etmeleri gerektiğine dair sarsılmaz bir inanca sahiptir” (a.e.). Buna karşın “iyi yapılanmış” kişilerin yoluna çıkmamaları ve ait oldukları sınıfın huzurunu bozmamaları için “diğerkamlık kültü”; kıskançlık, rekabet veya hınç duyguları ile “az değerli” kişiler arasında uygulanmalı, hatta onlara dayatılmalıdır (Güç İstenci, 373). Hayır: diğerkamlık herkes için değildir, o yalnızca zayıflara uygundur!
Peki kimin “efendi” kimin “köle” olduğuna nasıl karar vereceğiz? Kimler “yükselen yaşamı” temsil ederken “hasta” ve “çürüme içinde” olanlar kimlerdir? Ve bu tür soruların cevaplarının belirlenmesinde hangi kriterlerin benimsenmesi gerektiğini kim söyleyebilir, en önemlisi bunu neye dayandırabilir? Hakikaten kim verecek tüm bu cevapları? Bu tip soruların karşısında açık ve inandırıcı cevapların yokluğu, “kendisine derin bir saygı duyanların” (İyinin ve Kötünün Ötesinde, 287) kendilerini egoizme layık kimseler olarak öne sürmelerine neden olacaktır. Bu durum yalnızca etik öznelliği oluşturmakla kalmaz aynı zamanda, en iyi ihtimalle gururlu palavracılarla dolu, en kötü ihtimalle ise kanlı tiranlarla bezenmiş bir dünyanın kapılarını aralar.
©® Düşünbil (2023)
Yazar: Guy Elgat
Çeviren: Barışcan Uyanık
Çeviri Editörü: Selin Melikler
Kaynak: iai.tv